• İstanbul 15 °C
  • Ankara 17 °C

Mesut BİLGİNER : Deprem Günlüğü 1. Bölüm: Maraş’tan haber alınamadı

Mesut BİLGİNER : Deprem Günlüğü 1. Bölüm: Maraş’tan haber alınamadı

Genelde günlük tutmayı ve hatıraları yayınlamayı pek tercih etmeyiz. Ancak bazı İstanbul Tekkelerinde ve özellikle Mevlevîhânelerde Defter-i Dervişân, Ahçıdede’nin Hatıraları, Mevlevîhâne Hatıraları gibi defterler tutulmuş, daha sonra bu eserler latinize edilerek yayınlandığında ortaya geçmiş dönemle ilgili doğru bilgiler veren bir külliyat çıkmıştır.

6 Şubat 2023 depreminin ilk günü bir yandan eşi-dostu ararken diğer yandan arabadaki radyodan haber istasyonlarını ve özellikle TRT Haber’i dinleyerek olayın vahâmetini anlamaya çalışıyordum. Bütün haber kanalları “Kahramanmaraş Merkezli” veya “merkez üssü Kahramanmaraş olan deprem” dediği halde tuhaf bir şekilde bir türlü Maraş’tan bilgi veremiyordu. Nihayet, galiba ikindi vakti gibiydi; Pazarcık ilçesine kadar gelebilen TRT muhabiri gördüklerini anlatıyordu.

Kahramanmaraş’ın her zaman kendini anlatabilme ve tanıtabilme sorunu olmuştur. Evet, farkındayım, ilk defa bu kadar geniş bir coğrafyada deprem olmuştu ve bazı kurumlar yolların kapanması sebebiyle gelmekte zorlandı. Ama hepsi bu mu? Depremden haftalar sonra anlaşıldı ki, şehir merkezinde 45 bini aşkın bağımsız bölüm (daire-işyeri) kullanılamaz hâle gelmişti. Daha ne olması gerekiyordu? Maraş’ta bazı mahallelerin haritadan silindiğini anlatabilmemiz için daha ne kadar bina yıkılmalıydı?

Aşağıdaki günlük denemesi, bunları unutturmamak ve geleceğe not bırakmak amacıyla yazıldı. Özellikle eş-dostla yapılan yazışmalar esas alındı. Dileyen “anlatılan olayların tamamı gerçektir” diyebilir; dileyen de “yok bu kadar da olmamıştır, kurgudur” diyebilir. Ona da “eyvallah” deriz. Dileyen de “Meydancı Dede’nin Deprem Günlüğü” niyetine okur, vesselam.

                         Maraş’tan bir haber geldi; dediler ki “Maraş yıkıldı”

Yıllar önce bir dostumuz “Maraş’tan bir haber geldi, dediler ki ‘Merik öldü’.” ağıtını dinleyince “bu ne kadar hüzün demişti?” Maalesef, yukarıda arz ettiğim gibi Maraş’ın başına gelenleri ve perişanlığını saatlerce, belki 8–10 saat haber kanalları haber alıp da Türkiye’ye duyuramadı. Maraş’tan onlara haber gelmedi ki Türkiye’nin haberi olsun.

adsiz-v-001.png

6 Şubat 2023 tarihinde Maraş ve çevresinde o büyük felaketi yaşadık. Sabaha karşı saat: 04.17’de başlayan ve 65 saniye süren ama hiç bitmeyecek gibi hissettiren deprem bitince çocukları ve yaşlıları çıkarmaya çalışan komşuların feryat-figan sesleriyle ve “Allahü ekber” nidalarıyla aşağıya indik. Komşuları kontrol ettik, bizim buralarda Hürriyet Mahallesindeki Şeyh Edebâli Bulvarı ve civarındaki binalar sağlam ama elektrik yok, her taraf zifiri karanlık ve hava buz gibi soğuk. Kardeşlerimizi, can dostları, akrabaları aramak istiyoruz, telefon hatları kesik. İnsanlar umutsuzca arabalara doluşup güvenli bölgelere gitmek istiyor ama herkeste her yerde petrol yok;  can yoldaşım Hayriye Sultanla birlikte çaresizce bekliyoruz, arabada. Sabah namazı vakti girince seccade soranlar, Yasin-i Şerif cüzü soranlar oldu. Yandaki Vehbi Aslantürk Camii ve karşıdaki İklime Hatun Lisesi binası sağlam; bazı komşular oralara gitti. “Ne farkı var ki?” dedik,  o binalar da darbe aldı, yıkılmadı, oturduğumuz evler de. Oturduğumuz sitenin önünde kardeşlerimi beklerken Abdülkadir geldi, “Hocam arabada-nizamiyede beklemeyin, Babamlara gelebilirsiniz” dedi. “Sıddık Hoca’mın evinde kaç kişi var?” diye sordum, “50-60 kişi vardır” dedi. Bir eve daha kaç kişi sığabilir ki? Apartmanlarda oturanlar müstakil evlere sığınmıştı. Zaten öğleden sonra gelen ikinci depremde, birinci depremde ağır hasar alan binalar da yıkılmıştı.

                                     Münacaat

Depremler ve sonrasında yaşadıklarımız, sanki gidip de gören, sonra da dönen varmış gibi “âdeta kıyamet provası gibiydi” derler ya, işte onun gibiydi. Yaradan’ımızın eşsiz kudreti karşısında ne kadar zayıf, ne kadar âciz ve ne kadar çaresiz olduğumuzu bütün hücrelerimizle titreye titreye hissettik; tekrar tekrar hissettik, defalarca hissettik, haftalarca hissettik.    

Aman Ya Rabbî, sen Kâdir-i Mutlaksın. Bu kâinat senin; mülkünde yegâne tasarruf sahibi sensin ve sen hiç kimseyi ortak kabul etmezsin. Yapıp yapmadıkların konusunda hiç kimseye hesap vermezsin ama herkesten hesap sorabilirsin. “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi murad ettim ve kâinatı yarattım" buyurdun. Seni anlatması ve tanıtması için Habibini yarattın.  “Levlâke levlâk…” diyerek O’nu övdün ve “Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım”  buyurdun. Bizleri bağışla! Habib-i Edîbin hürmetine bağışla!

“Ben cinleri ve insanları başka bir sebeple değil, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurdun. Kulluk edemediğimiz için; bilip de yapmadıklarımız, bilmeden yaptıklarımız sebebiyle bizleri cezalandırma! Ya Rabbî bizlere imdat eyle! Ya Rabbî, Celâl’inden Cemâl’ine, adâletinden merhametine, senden yine sana sığınıyoruz. Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Ya Rabbî, Senden başka çalacak kapımız yok ki!

adsizz-001.png

 

                             Maraş yardıma muhtaç, Maraş yardım bekliyor                        

Depremde Maraş’a ulaşan yollar kapanınca Maraş’lı ilk günlerde aynen İstiklal Harbindeki gibi başının çaresine bakmak zorunda kaldı. Göçük altında kalan sevdiklerimiz bir yudum nefesin ne kadar kıymetli olduğunu bizzat yaşayarak günlerce hatta haftalarca kurtarılmayı bekledi… Depremde kurtulanlar eksi 10 derecede günlerce hatta haftalarca enkaz başında bekleyerek sevdiklerini, akrabalarını, dostlarını aradı; mahalleden mahalleye koştu, “acaba hâlâ yaşayan var mı?” diye çaresizce çabaladı; “Rabbimizden ümit kesilmez”  diye ümitvâr olmaya çalıştı. Sevdikleri sağ kurtulanlar yardıma koştu, yaşanan sevinçler gözyaşlarıyla çoğaldı… Günler haftalar geçince umutlar tükendi; bu defa da cenazesini bulanlar sevindi; “hiç değilse sevdiğimin mezarı var” diye…

Bursa’dan oğlum Ömer Safer aradı; “Babam,  birkaç arkadaşla yola çıkıyor, yardıma geliyoruz” dedi. Yollar kapalı, nasıl gelecekler ki? Gece yarısı Ankara’dan aradı: “Baba, Kayseri - Maraş arası tipiden kapanmış; Emniyet ekipleri AFAD yardım konvoyuna çıkış izin vermedi; bu gece buradayız; yarın sabah konvoyla yola çıkacağız”.  Konya’dan kızım Elif Hümeyra da gelecek.

                                 Mediha Anne ve Mahzun Hasan

Kâimbiraderim Türker, Zâkirbaşı Bahaeddin Ağabeyim, Candan yengem ve kızları Zeyno bizim sokağa geldi, “ayrılmayalım” dedik.  Ağabeyim “Mis Apartmanı çökmüş, Kâimvalidem Mediha Anne ve kâimbiraderim Hasan göçük altındaymış, Necmi enkaz başında bekliyor” dedi.  Necmi de Hasan’ın ağabeyi; Annesini ve kardeşini bekliyormuş. Eyvah ki eyvah. İki gün sonra da enkaz altındaki naaşlarına ulaşıldı ve gece yarısı Kapıçam’da defnedildi. Bizimkiler gözyaşlarıyla anlattı: “Kapıçam Mezarlığı mahşer yeri gibi, her saat yüzlerce cenaze getiriliyor, iş makinaları mezar kazıyor, teyemmüm ettirilen cenazeler defnediliyor. 24 saat hiç durmadan defin var.” Ah, Mediha Abla ah, sen ne güzel bir insandın; seninle çay-cigara muhabbeti yapmak da güzeldi, tarhana yemek de. Cenâb-ı Pîr Nureddin Cerrahî Hazretleri’nin Maraş’taki ilk dervişelerinden biriydin. Ya Hasan, sen her zaman mütevâzı, her zaman mahcup, her zaman mahzun gülümserdin.  Giderken hüznünü de mi götürdün?

                                Yardımlar Gelmeye Başladı

KSÜ’den eşim Hayriye hocayı aramışlar. Yurt dışından gelen arama-kurtarma ekipleri, arabası olan, Maraş’ı tanıyan ve yabancı dil bilen rehberler arıyormuş. Türkoğlu’na gitti; İsrail ekibine rehberlik yapacak. Ertesi gün görevi başka bir gönüllüye devrederek gelince anlatmaya başladı: “Çok organizeler, tam donanımlılar. Önlerinde Maraş’ın uydu haritaları, şehir planları ve bazı evlerin kat planları vardı. Bir kozmik odaları var, beni oraya almadılar. Yetkililerden biri kendilerine yardımcı olan Türk personeli “nasıl olsa ücretinizi biz ödüyoruz” diye azarlayınca İngilizce bağırdım, ‘bana bakın, hiçbir ücret almıyorum, buraya yardıma geldiniz diye hakaret edemezsiniz, haddinizi bilin’ dedim. Kavgayı duyan ekip lideri bizden özür diledi, o adamı da azarladı”

                           Ve Adanır’lar Ve Hızır Gibi Yetişen Yiğitler

Her taraftan acı haberler geliyordu. Çocukluk-gençlik arkadaşlarım Mesut Akben ve ailesi, Ahmet Can ve ailesi, Ali Avgın ve ailesi, Mustafa Yalım’dan da haber alamadım. Fatih Adanır ve ailesi de…

Ertesi sabah Efendi Hazretlerine gittim. Büyükşehir Belediyesi’nde Şube Müdürü olan Fatih Adanır biraderinin evinin önünde bekliyordu. NFK Kültür Merkezinin arkasındaki sitede oturduğu D blok tamamen çökmüş; Fatih Baba, eşi Yurdaşen Bacı, Begüm kızımız göçük altında kalmıştı. Efendi Hazretleri “Mediha Hanım ve Hasan bey defnedildiğine göre yanımdan ayrılma” dedi. Karagümrük Nureddin Tekkesi Sokağı’ndaki Türk Tasavvuf Mûsikisi ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı’ndan ve Bursa’daki Vakıf’tan yiğitler geldi; Cenâb-ı Pîr Nureddin Cerrahî Hazretlerinin evlatları Hızır gibi yetiştiler. Hasan Efendi aradı, Orhan Baba aradı, Zeki Baba aradı, Hüseyin Bey aradı; defalarca aradılar, sordular; “Ne yapabiliriz? Nasıl yardım edebiliriz? “Ahmet Efendi Hazretleri emir buyurdu; yardım tırları yolda” dediler.  Seyyar mutfak kurulacak, yüzlerce kişiye her gün 2 öğün yemek ikram edilecek.  Dernek merkezi,  yatakhane ve erzak deposuna dönüştürüldü, seyyar mutfak kuruldu. Derneğin mescidi / meydan-ı şerifi olarak kullandığımız büyük salonu modüler ve çok amaçlı bir yer oldu. Adana’dan, Mersin’den, Kayseri’den Gaziantep’den kardeşlerimiz yardıma geldi.

Fatih Baba, şehrimizdeki tarihi eserlerin restore edilmesini kendine görev kabul etmiş bir Maraş sevdalısıydı. Belediye bünyesinde KUDEB’i kurdu; gece gündüz çalıştı. Birkaç defa gece yarısına doğru aradığımda “Abi, hâlâ Kapalıçarşı’dayım, ekipler çalışıyor, onları bırakamıyorum” demişti. Meslektaşlarından bir ekip kurarak Maraş’ın bütün eski yapılarının ve mahallelerinin hikâyesini kitaplaştırdı.

Kapucu Fatih Baba, bizim Kahramanmaraş Hz. Mevlânâ Kültürü; Tasavvuf Mûsıkîsi ve Folklorünü Araştırma ve Yaşatma Derneği’nde Denetleme Kurulu Başkanıydı. 30 yıllık arkadaşım, can yoldaşım, dert ortağımdı. Beraber çok seyahatimiz olmuştu. Ehl-i keyif, ehl-i muhabbetti.  Bazen arar, “hadi Adana’ya veya Anteb’e dostları ziyarete gidelim, yemek yiyelim, dolaşalım” derdi. Bazı akşamlar arar, çat-kapı kahve içmeye gelirdi, eşi Yurdaşen hanımla birlikte. Ya da arar, “hadi bize gelin de nargile içelim” derdi. Nargile değil ama sohbetini içmeye giderdik. Cömertti, ikramı severdi, sofrası genişti. Begüm kızımızla göz göze geldiğimizde hep gülümserdi. “Çok şirinsin, bu şirinlik Baba’dan mı? Anneden mi?” dediğimde tuzağa düşmez, çocukluğundan beri hep aynı cevabı verirdi; “her ikisinden”.

 

                                              “Aşağıda kimse var mı?”

Hava sıcaklığı geceleri eksiye düşse bile arama kurtarma çalışmaları 24 saat devam ediyordu. Her taraftan iş makinası sesleri geliyor, soğuktan ağızlarından buhar fışkıran görevliler-gönüllüler enkaz altından ‘Hazret-i İnsan’ı kurtarmaya çalışıyordu. Cihazlar enkazdan bir ısı algılarsa hep beraber bağrışmalar karanlığı deliyordu: “Sessizlik, sessizlik, sessizlik”. Çevre enkazlardaki bütün iş makinaları susturuluyor ve enkazın üstündeki kahramanlar korosu tekrar 3 defa sesleniyordu: “Aşağıda kimse var mı? Aşağıda kimse var mı? Aşağıda kimse var mı?”  Eğer enkaz altından bir can daha çıkarılırsa alkış-kıyamet, tevhid, salavat, Allahü ekber” nidaları bir birine karışıyor, gözyaşları sel oluyordu:  “Öldürmeyen Rabbimiz öldürmez”  Bazı vakitler sadece iş makinaları ve arama-kurtarma ekipleri değil ambülanslar bile dinlenmeye fırsat bulamıyordu.

                                         “Babam, Fatih Babayı Bulduk”

Depremden 6 gün sonra,  gece saat 02.00’yi geçiyordu.  Antalya (Jandarma Arama Kurtarma) JAK ekibi ve Eskişehir’den gelen AKUT ekibiyle birlikte enkazda çabalayan bizim semazenler nöbete devam ediyordu; Alaeddin’ler, Alperen’ler, Oğulcan’lar, Sabri’ler, Sinan’lar, Peksoy’lar, Mustafa’lar, Sami’ler, Sebahattin’ler, Fehmi’ler, Arslanhan’lar, Burak’lar, Enes’ler, Mehmet’ler, Ömer Safer’ler… Mehmet Efendi arabada istirahat ediyordu. Oğlum Ömer Safer aradı: “Babam, tavanda açılan delikten Fatih Babayı gördük”  Peş peşe sıraladım; “Açılan deliği biraz daha büyütün, tekrar bakın, emin olunca tekrar arayın, Yurdaşen Bacıyı gördün mü? Begüm nerede?” Birazdan tekrar aradı: “Babam, Fatih Baba ve Yurdaşen Teyzeyi bulduk, kesin”

Arabanın kapısını açarak Efendi Hazretlerine niyaz ettim ve durumu arz etmek istedim ama cümle kurmakta zorlandım; sadece “Ömer Safer aradı, bulmuşlar; İnnâlillahveinnâileyhirâciûn” diyebildim.”  5-10 dakika konuşamadan bekledik.

“Sükût, dünyanın en uzun cümlesidir” sözünü üstad Nuri Pakdil mi söylemişti?

                          Sabaha karşı  -10 Derecede Cenâze Namazı

Mehmet Efendim  “Begüm’ü de alalım, biraz bekleyelim” dedi. Bekledik, yukarıdan telefon geldi: “Babam, Begüm Ablayı da bulduk”. Zamana karşı yarış başladı. Ekibi ikiye ayırdık. Resul Baba’ya “Efendi Hazretlerini yalnız bırakma, cenazelerimiz için defin iznini sen al” dedim. Kendi rahatlarını feda ederek Maraş’a yardıma koşan Karagümrük’lü yiğit kardeşlerimiz, bizim gençlerle birlikte mezarları kazmaya gitti. Cenazeler, aile fertlerinin üzerine defnedilecekti. Geriye kalan ihvanla birlikte arabalara doluştuk ve Şeyh Adil Mezarlığında buluştuk. Aradan birkaç saat daha geçmişti. Eksi bilmem kaç derecede, toprak soğuktan beton olmuş, elektrik yok, zifiri karanlık. Sadece bir ampül yanıyor, o da bizimkilerin mezarların üstündeki direkte. Tevafuk işte… Galiba saat: 04.00-05.00 gibiydi… Efendi Hazretleri önce teker teker cenaze namazlarını kıldırdı, sonra definler başladı: Begüm kızımız, Babaannesi Hatice Validenin kucağına; Fatih Baba, peder-i âlisi İsmail Efendinin kucağına; Yurdaşen Bacı, Gülseren Hatunun kucağına sırlandı. Hatimler indirildi, gülbang çekildi; “Allah Allah eyvallah, evvel Allah, âhir Allah, zâhir Allah, bâtın Allah, nasrün minallahi ve fethün karîb ve beşşirilmu'miniyne Ya Muhammed (SAV)...”  Gün doğamadan Derneğe vâsıl olduk…

Oğulları Ahmet Arif ve kızları Zeynep Hüma’yla kucaklaştık. Kişi,  babası vefat ettiğinde büyürmüş. Onlar, Babalarının yanı sıra hem Annelerini hem de kardeşlerinin ebedi âleme uğurladılar. Rabbim onların ve yakınlarını ahirete yolcu eden herkesin metanetini ve gücünü artırsın, inşallah.

Daha önce arz etmiştim ya: “sevdiklerinin cenazesini bulanlar sevindi; ‘hiç değilse sevdiğimin mezarı var’ diye”…

                                              1. Bölümün sonu.

                                                                                                                          

Bu haber toplam 1053 defa okunmuştur
  • Yorumlar 3
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim