• İstanbul 13 °C
  • Ankara 15 °C

Şehir Araştırmacısı Gözüyle San’ata San’atkâra Musıkîye Bakış

M. Ali ABAKAY

İnsan hayatında musıkî, sevinci olduğu kadar hüznü, paylaşmaktır topluluklarla beraber. Düne kadar, musıkîyi icrâ edenlerin mesleği dışında bu sanata saygı duyduğunu, sanatın icrasında mesleğin adabına, erkânına uyduğunu, günümüzdeki medyatik saplantılardan uzak bir tavır içinde olduklarını hatırlatsak mı?

Daha önce okuyucu olarak unvan alanların, bu gün “San’atçı” adıyla ifadesini garipsediklerini söyleyelim mi?

San’atkâr olmanın musıkîde san’ata saygıyı ifade ettiğini belirtelim mi?

Yaşadığımız zaman içinde sesten, yorumdan çok beden dilinin hakîm olduğu, görselliğin ön plâna getirildiği, metalik seslerle itibar kazanıldığı, sesin kimi cihazlarla farklılaştırıldığını belirtmenin biz, araştırmacılar için “Kral çıplak!..” demekle aynı olduğunu ifade edelim mi?

Sözlerin çoğunun mana taşımaktan uzak olduğu, halkımızın duygularını ve düşüncelerini taşımadığını, sanat adına değer özelliklere sahip olmayan günümüzde icrâ edilen bir çok musıkî (!) dalının, daha çok cinselliği ön plâna alan ve gençlere yönelik istismarın, bilerek kimilerince yönlendirildiğini söyleme, tepki alan bir ifade tarzı olarak anlaşılır mı?

Sevincin herkesle paylaşıldığı, üzüntünün aynı oranda bölüşülerek hafifletildiği musıkînin gıda olmaktan öte zehre dönüşen yapısının sinema ile kol kola girmesi karşısında toplumda oluşturduğu derin fay hatlarının genç kuşaklar üzerinde bıraktığı olumsuz etkilerin kitaplara, tezlere konu olduğu ülkemizde göründüğü kadarıyla hataların halen devam ettiğine kanaat getirdiğimiz musıkî’de öncelikle san’attan ve san’atkâr vasfından uzak olanların “San’atçı” şeklinde kabul edilmemesi gerekir.

Televizyonlarda ve radyolarda, sanal ortamlarda şarkı ve türkü okuyanların, diğer müzik dallarında olanların “San’atçı” şeklinde nitelendirilmesi, diğer alanlardaki san’atçı-san’atkâr unvanına hakkıyla sahip olması gerekenleri, bu tanımlamanın dışına itmektedir.

Mesleğine ömrünü veren bir profesörün san’atçı olma yönü söz konusu değildir.

Kırk-elli sene öğrenci yetiştiren öğretmenin san’atçı vasfı reddedilmektedir.

Bir kuyumcunun, mücevheratçının san’atçı yönü bilinmez.

Bir hat san’atkârının değeri anlaşılmaz.

Ömrünü ilme, kitaplara adamış bilgine-âlime san’atçı gözüyle bakılmaz.

Topluma hayırlı evlat yetiştiren anne, san’atçı değildir!..

Bu hususa dair emsal olacakları fazlaca sıralamanın manası ne ola?

Bir tezhipçinin, mimarın, mühendisin san’atçı olması düşünülebilir mi, bu yaşantıda?

Mimar Sinan’a “San’atkâr” denildiğinde genç kuşağın, alay edercesine, “O, mimardır, sanatçı değildir.” itirazını canlı duyar gibiyiz.

Peki, o halde san’at ve san’atçı kavramını, şarkı-türkü söyleyene has bir çerçeveye hapsettiğimiz zaman, genç kuşağa sanatın ve sanatçının özelliklerini nasıl anlatacağız?

Halk oyunlarını bilirsiniz… Televizyon ekranlarında bir alt yazı: Folklor Ekibi…

Gazetelerde, televizyonlarda yer alan alt yazının açılımını veren haberlerde aynı fecaat!..

Halk oyunu oyuncularına Folklor Ekibi denilmeyeceğini bilmekten uzak olanların olduğu ortamda kendilerini “Folklor Araştırmacısı” olarak ifade edenlere ne demeliyiz?

“Şehir Araştırmacısı” olarak san’ata ve san’atçıya hak ettiği değerin verilmesinin önünde engellerin kaldırılması gerektiğini, musıkînin gereken adaba, erkâna göre icrasının gerekliliğini belirtmenin sonrasında çıkacak itirazlara cevabımızın olduğu bilinmelidir.

Musıkî, çakır-keyf kafalara, mezeyle donatılmış masalarda bulunanlara hoşça vakit geçirmek için ortaya konmuş bir durum değildir.

Musıkî, gençleri uyuşturucuya, ahlâksızlığa iletme aracı olamaz.

Musıkî, toplumları miskinleştiren, mevcut durumu kabullenme aracı olamaz.

Musıkî, ideolojinin katı kurallarına amade kılınamaz.

Musıkî, ruhun gıdası olarak düşünülürken zehrine dönüştürülemez.

Şehir araştırmalarımızda bir dal olan musıkî hakkında birçok incelememiz yayınlandı. Halen plâk dinleme merakımız söz konusudur. Kasetleri dinlemeyi bırakanların sanal ortamda olan eserlerle övündüğü demde, bu sanatı icra edenlere saygıda kusur etmeyiz, böyle bir adâb ile edeb ile büyüdük.

Bir dönem arabeskin ortaya çıkma sebeplerini araştırmayanların eleştirilerindeki haksızlıkların da farkındayız.

Batı kaynaklı müziğin gençlere neden hoş geldiğini, neden hoşlarına gidecek şekle dönüştürüldüğünü bilenlerdeniz.

Bu ülkede halk musıkîsinin sanat müziğiyle bir dönem yasaklandığını, radyolarda çalınmadığını unutmadık.

Gazinolarda icra edilen müziğin gelenekle, tarihle, inançla, örfle, yaşantıyla, ahlâkla çoğunlukla bağdaşmadığını bilmiyor, değiliz.

Okuyucuya eşlik eden sazcılar, san’atçı değil midir?

Saz, sadece telli çalgı olarak düşünülemez.

Neyzen Tevfik, ney üstadı değil midir?

Hattat Hamid, hat san’atının son dönem san’atkârı değil midir?

Bu iki ismi, san’atçı-san’atkâr kabul etmeyenler, Dertli’yi, Emrah’ı, Karac’oğlan’ı, Yunus Emre’yi, Mevlana’yi, Hacı Bektaş’ı nasıl san’atçı kabul eder?

Bizim nazarımızda topluma, insanlığa faydalı bir şeyler sunan herkes, San’atçı’dır.

Topluma faydalı çalışmalar sunan, insanlığa hizmeti geçen herkes “San’atçı” unvanına layıktır.

“Ses Sanatçısı”, “Pop Sanatçısı”, “Sinema Sanatçısı”, “Moda Sanatçısı”, “Televizyon Sanatçısı” ve eften püften medeniyetin makyajı düşmüş, demode olan yaşantısına uygun birçok san’at çeşidi. Önemli konularda görüş belirten bu zevat, bir de toplum adına kendisinde konuşma hakkı buluyor, söylediğinin herkesi bağlar durumu, gazetelerde, ekranlarda yer almıyor mu? Cinnet, burada devreye giriyor!..

Utanmazlığın diz boyu olduğu ortamda düzeltmek istediğimiz birçok yanlış ve hata, üzerimize çamur sıçratmaya müsait durumlar içredir…

San’ata ve san’atçıya saygının olmadığı günümüzde ideal olandan yanayız, keşmekeşliğin girdabında boğulan, tenin önde yer aldığı birçok san’at anlayışına dur demenin gerekliliğini belirtiyoruz.  

San’atsa san’atı icra etmenin yolu, insan bedenini müptezel biçimde rant aracı haline getirmek olmamalıdır. Bu doğrultuda olanlar sadece para kazanmayı amaçlamaz, toplumun ve dolayısıyla diğer hususlarda oluşturdukları tahribata çanak tuttuklarını örtbas etmekten vazgeçmelidir. Amaçlarını ve hedeflerini bildiğimiz doğrultuda neyi saklayacaklarıdır, artık.

Sinema ve musıkî arasındaki ilişkiyi farklı makalede ele alacağımız gibi, romana, şiire, hikâyeye, gazeteciliğe değinmelerimiz, Şehir araştırmaları çerçevesinde devam edecek.      

Belki önyargılı-art niyetli bazılarının bizi kendi dünyalarına ters düşüncelerimizle alışıla gelmiş şablonlarla karalaması söz konusu olabilir.

Yaşadığımız dönemde hangi okuyucular, unutulmamıştır?

Birkaç eser okumayla el üstünde tutulanlardan kaçı, akla gelir?

Özel hayatlarında efendice yaşayanlardan hangisi eleştirilebilir?

San’atını icra ederken hangi kişiler, özel hayatlarındaki olumsuzluklar sebebiyle bu piyasadan çekilmiştir?

Uyuşturucu batağında debelenenlerden kaçı altın vuruşla dünya değiştirmiştir? 

Bu genç kuşağa rol model olarak gösterilenlerden hangi şarkıcı-türkücü, hak ettiği biçimde rol modeldir?

Yazmayalım isteseniz, makalenin devamını… Söyleyeceklerimiz belli, aslında. San’atçı-San’atkâr ile günümüzdeki şarkıcı-türkücü arasında hatırı sayılır oranda az isim kalmıştır. Beş-on-yirmi sene sonra onların gidişiyle musıkî dünyamızda hiçbir şey kalmayacak, bu gidişle.

Eline mikrofon verilenin söylediği eserin yorumunu dinleyeceğimiz yerde eğer dansını seyre dalıyorsak, san’atçıdan, san’attan söz etmek, konu hakkında muhattap bulamamak demektir.

Şehir araştırmalarımızda musıkîye böyle bakıyoruz, bir yönüyle.

Hayatta her şey istediğimiz gibi olmayacak. Bu bizim mevcut olanı kabul ettiğimiz manasını taşımaz, yalnız.

Şehir araştırmaları, ideale giden yolda atılan ilk adımlarıdır, medeniyetin yeniden ihyası için.

Şehri bilmek, tanımak için kişinin başvurduğu bir kaynak da musıkîsidir, şehrin.

Musıkîsiz gününüz olmasın.

Bir dönem, minarelerde ezan, her vakit, ayrı bir makamla okunurdu, haberiniz var mıydı?

Sabah Ezanı, “Saba” ile, Öğle Ezanı “Rast”, İkindi Ezanı “Hicaz”, Akşam Ezanı genelde “Segâh”, Yatsı Ezanı “Uşşak” veya “Beyâtî” Makamı ile okunurdu. Günümüzde bunun farkında olmayanlar, kalkıp musıkîden bahsetmesin.

Dün, bakırcımızla demircimiz bakıra ve demire şekil verirken, her inip kalkan çekicini örse vururken, kişi o ahenge kulak kesilirdi.

Şehir araştırmalarında nelere tanıklık etmiyoruz ki musıkî alanında?

Son döneme bakıldığında birçok nadide eserin icrâcısı olarak müzezzinlikten musıkîye dönenleri görmekteyiz.

Ne kadar kısa sürede musıkînin inanç ekseninde ortadan kalktığına tanıklık ediyoruz!.. Mevlevî, Bektaşî, Melamî, Nakşibendî, Kadirî meşrep ehlinde musıkî yok muydu? Musıkînin can damarını oluşturan bu dergâhlardan olmasaydı, musıkînin anladığımız manada nevş û nemâ bulması mümkün müydü?  

Adeta musıkî’nin sadece gazinolarda, açık konserlerde icrâ edildiğini sanıyoruz.

 

Sinema San’atını, bizde musıkî olmadan düşünmek olmaz. Doğu kültürünün etki alanına giren her sinema eserinde musıkî, bir mühür misalidir.

Elbette sinemaya dair şehir araştırmaları makalemizde konuya dair düşüncelerimizi ifade edeceğiz, şimdi değil.  

Araştırıp bakmak lazım, bakınca görmek gerekir. 

Efendim, musıkîde san’ata ve san’atkâra saygının esas olduğu dünyamıza hoş geldiniz!..  

Bu yazı toplam 750 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim