Fahri Tuna: On Günde Kırk Güzel Adam-I

Fahri Tuna: On Günde Kırk Güzel Adam-I
Yeni bir sefere daha çıkıyorduk. Urum eline… Diğer yarımıza* gidiyorduk yine. Daha önce 58 (yazıyla elli sekiz) kez gitmiştim Balkanlar’a, ama yine heyecanlıydım.

Balkanlar fetih demek, Balkanlar mutluluk demek, Balkanlar huzur demekti benim için. Balkanlar arınma, öze dönüş, aslına rücu demekti. Hüzün olduğu kadar da umut, hicran olduğu kadar de onur, mağlubiyet olduğu kadar da vuslattı, evet. İçim kıpır-kıpırdı yine.

Pîrimiz, başımız, büyüğümüz D. Mehmet Doğan, daha iki bin on yedi sonbaharında ’40. Yılda 40 yazar Balkanlar’a gidiyoruz. Adı Edirne’den Mostar’a Kültür Kervanı. Organizasyon görevi senin… Hazırlıklara başlayabilirsin kardeşim” dediğinde başlamıştı gönlümdeki sevinç sürur ve kıpırdanma. 

Edirne’den Sarajevo’ya; on günde, Balkanlardaki yirmi beş şehrimizden geçtik. On günde Urum elini yaşadık.

Edirne güldü, güller şehriydi bizim için, Kırcaali çisil- çisil Türkçe. Filibe hâlâ Osmanlı Gümülcine biz, bizden, bizimle. İskeçe hicran ve hüzün yumağıydı. Kavala koylar prensesi. Selanik yabanıldı bize artık. Manastır sırtımızın yere yapıştığı şehir. Resne misafirperverlikti, Ohri tarihle güzelliğin valsi. Struga şiir ve doğanın evliliği, Gostivar Türkçenin son kalesi. Kalkandelen rengârenk dündü bizim için, Üsküp iki dünyaya kurulan köprü. Priştina zafer ve Murad Hüdavendigârdı da Prizren sokakları sofraları gönülleri gül kokulu şehir demekti. İşkodra yeşille tarih evliliği, Bar, kalede cami ve tekke. Budva tarih kokan sokaklardı, Kotor şatoda kayboluş demekti. Trebinya hüzün. Poçitelli buram-buram Türk köyüydü. Blagay Tekkesi, yaşayan Sarı Saltuk. Mostar trajedi demekti. Sarajevo Aliakent yahut Alia yüzlü şehir; evet yirmi beş şehir buydu bizler için.

Ayniyle vakiydi; görülmüştü, yaşanmıştı, hissedilmişti.

Her şehir ayrı bir rüya, her şehir ayrı bir masal, her şehir ayrı bir şiirdi…

Çok güzel bir coğrafyadır Balkanlar. Yeryüzü cennetidir adeta. Amenna. Hiç kuşku yok. Buna katılan kırk şair yazar da bihakkın şahitlik eder zannındayız. Ama zor coğrafyadır da Balkanlar. Bin bir güzelliği kadar bin bir zorlukları da yaşamadık değil; arazileri engebeli, yolları dar, mesafeleri çoktur. Olsun; gönül coğrafyamızın genişliği ve derinliği, sabırla bezenmiş meraklarımız, yeni keşif ve fetihlere ayarlı bakışlarımız, o zorlukları bir-bir aşmamızı sağladı.

Hiçbir ciddi problem yaşamadan tamamladık seferimizi, şükür.

Bunda sefere çıkanların sabır sebat metanetleri kadar, D. Mehmet Doğan’ın mevcudiyetinin büyük payı da var elbette ki.

Benim için en anlamlısı, en güzeli, en mutlu edeni bu son seferimdi, yani elli dokuzuncu seferimdi.

Balkanlar hep anlamlıydı, hep güzeldi, hep mutlu ediciydi zaten, amenna ona ne şüphe. Her gidişimizde tatmıştık bunu zaten. Ama kırk yazarla birlikte seyahat, öncekileri adeta taçlandırdı.

Sözün özü Birlikte daha bir güzel olmuştuk.

On günlük seferde - hemen her birini eskiden beri tanıdığım- dostlarımı daha bir daha yeniden ve daha yakından tanıma imkânına kavuştum.

İzniniz olursa onların kısa kısa portrelerini paylaşmak isterim.

* Öykücü Sedat Sayın’ın Rumeli için söylediği söz.

Türkiye Yazarlar Birliği’nin 40. Yılında

Edirne’den Mostar’a Kültür Kervanından Kısa Portreler:

1.abdullah-harmanci.jpg

Abdullah Harmancı: Mahalle Mektebi’mizde öyküsünün profesörüydü, biliyorduk. Biliyor okuyor beğeniyorduk. Şimdi bir yüklem daha eklendi bunlara: Tanıyoruz. Ve bir tane daha: Seviyoruz da. Gonya‘nın yanık yüzlü genci, içinin aydınlığıyla gonuşuyor aslında. Başarıları (kitapları) oranında mütevazı da... Hatta hayalleri bile-; bunlara duaları mı desek- mütevazı. Öykücüler Masası’nın sağ arka bacağıydı daima. Akyavaşlığı, Gonya durağanlığından, sağlamcılığından. Kırk düşünüp bir adım atıyor Abdullah. Sevdik onu. 

2-aykut-ertugrul.jpg

Aykut Ertuğrul: Upuzun sarışın sakalları bilgiç bakışlarıyla kâh Sefillerini yazan Hugo, kâh Beyaz Gecelerini yazan Dostoyevski görünümüyle dolaştı, on gün boyuncu aramızda. İyi öykücüdür, biliyorduk zaten. Candır, sempatiktir, güleç yüzlüdür, onu da biliyorduk. Ama bu seyahatte daha bir tanıdık ve daha bir sevdik onu. Kompleksiz kaprissiz tekellüfsüz hâli bir başka güzeldi; Sarajevo’da bir kahve içmek için yağmurlu bir gece yarısı on kilometrelik maceraya - bizimle birlikte- koyulması hayat doluluğunun delili sayılmalıdır. Öykücüler Masası’nın sol arka bacağıydı, Abdullah Harmancı’nın simetriği. İyimserliği ve Hugovariliğiyle iz bıraktı en çok zihinlerde.       

img_9591.jpg                                      

Bedir Acar: Telefonlaşırdık zaman zaman. Ama rûberu ilk kez karşılaştık Bedir ile. Ve kısa zamanda kafilenin - ve tabii ki de benim - kırk yıllık dostum oluverdi çıktı. Temiz güler yüzlü bir simaya sahip, sempatik yumuşak kadife gibi bir kalbi var. Sesi de öyle. Gözleri gülüyor. Bir şeyleri eleştirirken bile güler yüzlü. Gözlerinin içi gülen adam... Varlığıyla edebiyle kibirsiz tafrasız tavırlarıyla sevdik onu. Ki sonrasında sayfasında seferimizle ve kervanımızdaki bazı şair yazar ve akademisyenlerin çalışmalarıyla ilgili yayınlarıyla da vefa adamı olduğunu gösterdi acar kardeşimiz. Bedir gibi, sağlam güvenilir samimi bir dost o.

4.-bekir-siddik-soysal.jpg

Bekir Sıddık Soysal: Bekir Baba. Haza baba. Sanatçı baba. Baba sanatçı. Müşfik, mükrim, mükemmeliyetçi... Konuşurken de yazarken de yaparken de hakiki bir Türkçe öğretmeniydi hepimize. Kafilenin en şanslısı da bu satırların sahibiydi, Neden mi? Yan yana oturduk onunla on gün boyunca. Az devlet mi az saadet mi bu. Zarafet estetik ve hassasiyet abidesi ağabey… Sefer boyunca gittiğimiz kurum yetkilisi ve şairlere/yazarlara hediye edilen tablolar birer anlam şaheseri. Anlam ve estetik… Onun eserleri hepsi. İkramlarıyla da meşhurdur Bekir Baba. İkramları kadar gurmeliğiyle de… Lezzetleri onun için - neredeyse- şehirler kadar önemli. Gezi boyunca bir kez daha nüfuz ettik bunlara. Teneffüs, telezzüz, tevarüs... Dostluğu bahtiyarlıktır, yol arkadaşlığı da. ‘Bir süredir isim hafızamda rekâket var. Karine ile ulaşabiliyorum ancak’ sözü de hatıra kaldı bu seyahatte ondan bizlere. Türkçe şaheseri bir cümle olarak... Bekir Baba, D. Mehmet Doğan için de bizler için de seyahatlerimizin olmazsa olmazlarındandır. Böyle biline.

3-bunyamin-yilmaz.jpg

Bünyamin Yılmaz: Seyahatin en çekeni ve en çekilmeyeni. Seyahatin olmazsa olmazlarından… O bir portre ustası. Eğer o olmasaydı kültür kervanımıza katılan şair ve yazarların portre fotoğrafları eksik olacaktı. Bu arada ben portre fotoğrafımda çok suratsız çıkmışım. Bünyamin’e küskünüm. (Ben suratsızsam Bünyamin ne yapsın, değil mi ama) Şaka bir yana bu tonton delikanlı kafilemizin en şeker en tatlı en sevimli adamıydı. Onu hep sadece yalnızca çekerken gördük. Hem de en iyileri çekerken. Problemsiz adam… Her seyahate lazım adam… Mahmut Bıyıklı’nın daim yar-ı vefakârı. Mahmut siyasete kaçınca (yarıda İstanbul’a dönünce) Cihat’ın ekürisi. Gezinin rengi. Renklendireni. Güzelleştireni. Tartışmasız kanaat şu: Bu Balkan seferinden geriye en çok Bünyamin’in fotoğrafları kalacak. Caner Arabacı’nın fotoğraflarını henüz görmedik. Küçük bir ihtiyatla söylemiş olalım bunu.

6.-caner-arabaci.jpg

Caner Arabacı: Profesörmüş dediler, inanmadım tabii. Profesöre benzer hiçbir tarafı yoktu. Tamam, ağırbaşlıydı, tamam oturaklıydı, tamam sözü dinleniyordu. Ama elindeki fotoğraf makinasıyla düzeyli ilişkisine bakılırsa fotoğrafla nikâhlıydı. İç Anadolu yanıklığındaki yüzünü çerçeveleyen beyaz saç ve sakalları da Anadolulu bir sanatçıyı işaret ediyor gibiydi. Ve on gün boyunca- neredeyse- hiçbir fotoğraf karesine girmedi. Zira o çekilen değil çeken olmaktan haz alıyordu, belli ki. Tevazuu, içtenliği, yardım severliği ve digergamlığıyla her geçen gün kendisine olan sevgimizi kat be kat arttırdı. Sonunda demeden edemedim: ‘Sahiden dedikleri gibi profesör müsün?’ ‘Evet, tarih profesörüyüm”, “- Olamaz’ ‘Neden ki?’ ‘Korkarım bu gidişle bize profesörleri sevdireceksin.’ Beyaz saç ve sakalına, tebessümüne mütemmim beyaz dişleri de eklendi mi bu beyazların ihtişamında tecessüm eden bir güzel çehre. Beyaz kalpli adam o. Hatta beyaz profesör.

7.-cemal-sakar.jpg

Cemal Şakar: Yüzüne baksan bedbin mutsuz keyifsiz adam sanırsın; üç beş günlük sakalı da bunu katmerleştiriyor doğrusu. Bu görüntü aldatmasın sizi; - Necip Tosun’un anılarından da biliriz ki – iyi öykücü olduğu kadar iyi adamdır da. Öykücüler Masası’nın sağ ön bacağıydı on gün boyunca; filmin senaristiydi adeta. Necip’in (Tosun) ayakdaşı elbette. Sarajevo’da Başçarşı’da ahşap tabureler üzerinde Türk çayı eşliğindeki - en doğal-  Öykücüler Medeniyet Söyleşmesinin yıldızıydı, - çaktırmadan - şahidim. Filmini bile çektim, inkâr edene gösterebilirim. Ha unutmadan; Pomak’mış bizim Cemal. Rodop Dağları eteklerinden, atalarının topraklarından geçerken pek heyecanlandığını da göremedik. Zaten heyecan pek tanıdığı bir duygu değilmiş gibi duruyor Cemal Şakar’da. İyi adam. İyi öykücü. İyi dost.

8.-cihat-zafer.jpg

Cihat Zafer: Kardeşim o benim. Hakkı çok üzerimde... Yıllar önce yazdığım portresinin başlığı şuydu: ‘Güzel konuşan güzel yazan güzel adam.’ Asmaaltı Selahaddin Şimşek Akademisinin yıldızı o. Kültür seferimizin de. (İzin verin azıcık da öğüneyim: Geziye - D. Mehmet Doğan’a - ben tavsiye ettim onu.)  Sekiz ayrı şehirdeki; edebiyat fasıllarını, panelleri, konferansları sunuşuyla hem bütün bu programları yıldızlaştırdı, hem kendi yıldızlaştı. Derin bir müktesebat ve entelektüel birikim, fasih bir Türkçe ve belagat, alanının ustalarını imrendirecek bir diksiyon, değme tiyatro adamını kıskandıracak artistik eda ve nefis bir vücut dili. Bunlara iş disiplini, edep, tevazu ve samimiyet ekleyin lütfen: İşte size Cihat Zafer. Sekiz ülke sekiz şehirde yarısı yerelden 100’ün üzerinde şiir/öykü/deneme/portre sunumuna, ihatalı değerlendirmeler ve kadife bir sesle kattıklarıyla, bir tekemmül ustası o. Cihat Zafer bir şeyi daha ortaya koydu aslında: İyi bir sunucu programın yarısıdır. Etkiyi bir kat artırır. Sunucunuz iyi değilse yarı yarıya azalır etki. (Her şehirde bu fakirin şehir portrelerinin üç beş cümlesini kullanarak beni tebcil ettiğin için, şahsi teşekkürleri sunuyorum aziz kardeşim sana.) Onu yetiştiren ilk hocası Selim Gündüzalp ve son hocası Selahaddin Şimşek’in ruhları şâd olsun. İyi varsın ve iyi ki geldin Cihat. Sekiz ülkede Türkçe resitali sundun. Eyvallah kardeşim benim. Mezkûr vasıf ve gayretlerinle, eminim ki Türkiye Yazarlar Birliği’nin müesses hafızasına derin izlerle nakşolundun.

9.d.mehmet-dogan.jpg

D. Mehmet Doğan: Pîr. Pîr-i Ankara. Pîr-i TYB. Pîr-i Türkçe. Pîr-i kervan. Varlığı yetti. 12 Eylülün lekelediği huzur ve güven ortamı kavramını, gerçek, olumlu anlamda gezi boyunca tesis edeni. Banisi. Doğal lider. Az karışıyor. Çoğu kez renk vermediği mimikleriyle yönetti geziyi. Geziyi 7 yıldızlı Ulvi Palasta geçirdi aslında. Yani Ulvi Yavuz’un komşuluğunda… Kâh uyudu, kâh onu uyuttu. Uyumluydu. Uyumsuzlar ona bakarak törpülediler uyumsuzluklarını. Her güne - yola mı desek- onun (kendi tabiriyle) Sabah Vaazlarıyla uyandık, aydınlandık. Derin müktesebatına bir kez daha şahitlik etmenin saadetini yaşadık, on gün boyunca. Her şehir ve her şehrin uluları hakkında - neredeyse birer konferanslık- bilgiler aktarması, gezinin belli başlı zenginlik ve güzelliklerindendi. 40 şair-yazarın on gün boyunca bir otobüste yolculuğu 40 bin probleme mütemayil olsa da tek problem yaşanmamasının yegâne sebebi, onun mevcudiyetiydi. İyi ki bizim D. Mehmet Doğan’ımız var. İyi ki bu ülkenin D. Mehmet Doğan’ı var. Ve o bizim, camiamızın Ağabeyi. Zaman zaman serdettiği ince esprileriyle kahkaha tufanına de neden olduğunu söylemeliyim.

10.fahri-tuna-001.jpg

Fahri Tuna: Yazmaya değmez. İnsanın en yazmaması gereken kişi, kendisi. Aynaya bakmaya tahammülümüz yok zira. Hakkında kayda değer ilk cümle D. Mehmet Doğan’ın her şehirde birkaç Fahriyan-ı Rumeli’yle, Fahri’nin gençleriyle karşılaşmak mutluluk vericiydi cümlesi olabilir. İkincisi de kendisinin Edirne Edebiyat Faslı’nda söylediği: Adım Anadolu, soyadım Rumeli; kaderim ismimden belli: Fahri Tuna, iki coğrafya için yaratılmışım zaten. Şaşılacak ne var ki yaptıklarımda cümlesi. Her bir şehre girişte, geçmişte orada yaşadıklarıyla ilgili anlattığı ilginç anekdotları da kayda değer sayılabilir. Biraz da Cihat Zafer’in her şehirde ondan okuduğu üç beş cümlelik şehir portreleri ile hissettirdi varlığını. Yeter de artar bile bu kadar not ona.

Bu haber toplam 1894 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim