• İstanbul 18 °C
  • Ankara 23 °C

Adem Çaylak'tan: Muhafazakarlığın Kent Kapitalizmi

Adem Çaylak'tan: Muhafazakarlığın Kent Kapitalizmi
13 Mayıs 2014’te yaşanan Soma faciası, kent eksenli bir istilaya dönüşen “muhafazakar kapitalizm”in geldiği nokta açısından sadece bir “sonuç”tur.
ademcaylak

13 Mayıs 2014’te yaşanan Soma faciası, kent eksenli bir istilaya dönüşen “muhafazakar kapitalizm”in geldiği nokta açısından sadece bir “sonuç”tur. Soma travmasında gerek suçu olanlar gerek suçlu arayanlar, sorunun nedenini yanlış yerden tartışmaktadır. Başka bir deyişle, yanlış sorulardan doğru cevapların üretilmesi mümkün değildir. İş sağlığı, işçi güvenliği, risk durumu, işletme denetimi, emek hakkı ve sömürüsü gibi pabuççu muştası kabilinden yapılan tartışmalar, sorunun ve sonucun hakiki sebebini anlaşılmaz kılmaktan ya da gölgelemekten başka bir şeye hizmet etmemektedir. Binlerce insanı, bu zor ve riskli işte çalışmaya mahkum eden, “mesleğin fıtratında ölüm vardır” sözlerini söyleten ve kent merkezli üretimi körükleyen kapitalizm ve kapitalist üretim ve toplumsal ilişkiler ağını perdelemeye matuf muhafazakarlaşmayı masaya yatırmadan sorun ortadan kalkmayacak ve acılarımız dinmeyecektir. Başka bir deyişle, kapitalizmle özdeşleşen ve onu meşrulaştıran kent merkezli üretimin doğası ve maddesi, kendine uygun form yaratmakla kalmayıp her geçen gün kendini yeni şartlarda üretmektedir.

Kapitalist üretim ilişkiler ağının filizlendiği 16. YY’dan bu yana kentler, kapitalizmin birer “dölyatağı” haline gelmeye başlamıştır.Kent merkezli üretim, son dört yüzyıllık macerasında insanlık için “ölüm” saçmaya başlamıştır. Kapitalizmin yarattığı kent merkezli üretim ağından kaynaklı sömürü ilişkileri, liberal ve sosyalist siyasal ideolojileri ortaya çıkaran şartlar da olduğu gibi, sözüm ona “düzen içinde değişimi” öngören muhafazakar siyasi ideolojiyle görünmez kılındı. Aslına bakılırsa bu haliylemuhafazakarlık, kent kapitalizminden kaynaklı sorunları görünmez kılmaya hizmet ederek kent emeğini tutsak eden şartlarda, insanların sığındıkları, kendilerini teskin ettikleri “rahatlatıcı” ideolojiden başka bir şey değildir. 19. YY’dan bu yana kapitalist dünya-ekonomi sistemle eklemlenmeye başlayan Türkiye gibi ülkelerde ortaya çıkan kapitalist kent merkezli yaşam ve üretim, her geçen gün esaret zincirlerinden bir nebze olsun azade olmak isteyen insanların sığındıkları “muhafazakar modernleşme”yi körükledi. Başka bir deyişle, kent kapitalizmi çekilmez hale geldikçe, onu yeni şartlarda üretmeye hizmet etmekten başka bir sonuç vermeyen “kent muhafazakarlığı” da ayyuka çıkmıştır. Ak Parti’nin kent merkezli siyasetteki başarısına bir de bu açıdan bakmak, ne demek istediğimizi daha iyi açıklar sanırım.

Kapitalist üretim ve toplumsal ilişkiler ağının nüvelendiği ve nemalandığı kentler artık, ne Farabi’nin “erdemli ve olgun toplanma” yeri, ne de İbn Haldun’un medeniyetle ilintili “ümran” merkezleridir.Kent ya da şehir insanı özgür kılar” ifadesi, kapitalizmin “döl yatağı” haline gelmiş bugünkü kentlerde bir efsaneye dönüşmüştür. Bugün kentler, özgürlüğün değil, “gönüllü modern köleliğin” mekanları haline gelmiştir. “Yeryüzünün lanetlileri”nin içtikleri “kan”la ve dökülmesine sebep oldukları “ter”le, insanların emeklerini ve kendilerini satmak zorunda kaldıkları kapitalist kentlerin inşa edilmesi, ölmektense sıtmaya razı edilen modern köleler üretmektedir.

Günümüz kapitalist kentleri, “Yer”delen ve “Gök”delen tasallutuna dönüşerek, insanların Allah’la buluşmaları önünde engel olmaya ve doğal özgürlüklerini hepten yok etmeye dönüşen mekanlar haline gelmiştir. Doğal ve yerel bağlamından kopup gelen kentin insanı, kapitalizmin üretim mekanında yaşayabilmek için kimi zaman, “Yer”i, kimi zaman “Gök”ü delmek zorunda kalmaktadır. Adeta, “Gökdelenler yükseldikçe Allah’ın şehri terk ettiği” ve insanların hayatta kalmak adına “Yer”i deldiği bir sıkışmışlık halinden kurtulmanın yolu, “yeryüzünün lanetlisi” haline gelen kapitalist kentleri terk etmekten geçmektedir. Her birimizin yaşamak zorunda kaldığı ve hayatta kalmak adına “nelere katlandığı” bugünkü kentler, her geçen gün birbirimizi boğazladığımız “kapitalist tapınak mülkleri” haline gelmeye başlamıştır. Kapitalist kentler, insanı, kendisi olmaktan çıkarmış, “öz”üne yabancılaştırmış ve en önemlisi de “başkaları” için yaşayan aparatlara dönüştürmüştür. Aslına bakılırsa günümüzün kapitalist kenti, “vahşi cazibesi” ile erkeği baştan çıkartan “afet kadına” benzer. Görüntüdeki “vahşi cazibeye” kapılan erkeğin, zamanla kendisine “afet” getirecek bir “kadın”a köle olması gibi kapitalist kente hayran kalan insan da, kent tarafından sömürüldükçe mahkumiyeti artmaktadır.

Bu yüzden, muhafazakar kapitalizmin kent merkezli üretim örgütlenmesinin “cazibesi”nden kurtulup, doğal, yerel ve kır merkezli üretim örgütlenmesinin kendiliğindenliğine kendimizi bırakmanın zamanı gelmiştir. Tarım ve hayvancılığın zayıfladığı, el işlemesi ürün ve el emeği besin kaynakları üretiminin durmak noktasına geldiği, insanlara her daim ölümü hatırlatma işlevi ve aynı zamanda sağlık içinde yaşamalarının vesilesi “toprak”la bağının koptuğu, vahşi cazibe veren AVM’ler süslenmiş “beton” yığınlar altında “ev”i değil, bankaya ipotekli ya da kredi bağımlı “konut”ları ve “araba”ları olduğunu sanan biz insanların yaşadığı kapitalist kentler, “ışığın cazibesi”nde can veren pervane böceklerine dönmektedir. Aslına bakılırsa kapitalist kentin insanı, ipotekli/kredili “kon”utu ve arabası ile “kon”ar göçer”dir (konut ve araba metaforu). Sığınacağı ve huzur bulacağı bir “ev”i dahi yoktur. Apartmanlaştıkça “betonlaşan” insanların birbiri üstüne yaşadığı “konut”lar, insanı “ev” ya da “mesken” sahibi yapmaktan uzaktır.

Artık muhafazakar koşullarda bile üretilen ve insanları her geçen gün birbirine yabancılaştırıp birbirini boğazlattıran kapitalist üretim ve toplumsal ilişkiler ağını kırmak için, kapitalizmin “döl yatağı” olan kentleri terk edip bedenimizi “mülk”, emeğimizi “satılık mal” halinden kurtaracak “yer”el ve “kır”al üretimin, insanın “öz”ünü “gür” kılan sadelik ve masumluğuna geri dönmemiz elzemdir. Nasıl ki, tarihte kapitalist uygarlık, kentlerde neşvünema bulduysa ve kentler ona yardım ve yataklık ettiyse (tersi de doğrudur), kapitalist kentte ortaya çıkan Somavari faciaların kısır döngüsünü kırmak ve “yeryüzünün lanetlisi” haline gelen vahşi kapitalizmden kurtulmak için kentleri terk etmek elzemdir. Başka bir deyişle, artık insanı bitiren “tersine göç”ten (kırdan kente), insana hayat veren “doğru hicret”e (kapitalist kentten tabiatla buluşan “kır”ala) yönelik bir adım atılmadır. Aksi taktirde, kapitalist kentte “hayat” bulmadan “yaşayan” bir “ölü”ye dönüşeceğimiz kesindir. Kentler terk edildikçe kapitalizmin beli bükülecektir. Kentin kucağında büyüyen kapitalizm, kucaktan mahrum bebeğin durumuna benzer. Muhafazakarlıkla, kapitalizmden kurtuluş yoktur. Olsa olsa onu yeniden üretirsiniz. Bizden söylemesi…

19.05.2014 Milat 

Bu haber toplam 1774 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim