• İstanbul 15 °C
  • Ankara 17 °C

Fahri Tuna'dan: Hüseyin Su: Edebiyatımızın Çalar Saati

Fahri Tuna'dan: Hüseyin Su: Edebiyatımızın Çalar Saati
Edebiyatımızın aydınlık yüzü.

Edebiyatımızın aydınlık yüzü.

Yüzünde, sözünde ve sesinde Anadolu’nun hüznü var; hüznü, vakarı ve bilinci...

İnanç ve düşünceyi, bilinç süzgecinden geçirerek ‘bir’leyen, ‘bütün’leyen, ‘bir’leştiren yürektir Hüseyin Su.

Ezelî ve ebedî aşka ‘bağlanmış’lığın ve ‘adanmış’lığın türküsüdür onun hayatı.

‘Güvenli bir duruş, aydınlık bir bakış, geniş bir ufuk, zengin bir donanım’; işte, Hüseyin Su!..

Kabul edelim ki, insanlığımız pas tutmuş bizim: Hüseyin Su, yazdıkları, yaptıkları, yaşattıklarıyla bir ‘pas silici’ olarak var edebiyatımızda.

Bakmayın sükûnet âbidesi gibi durduğuna çoğu zaman; o, bir ünlemdir, bir çığlıktır, bir uyarıştır, upuzun boyuyla. Bakmayın öykücü olduğuna; onun hayatı da yazıkları ve yaptıkları da ‘şiirsel bir çaba’dan ibarettir. Bakmayın farklı farklı meslekler icra ettiğine bir ömür; öğretmenimizdir o bir ömür: Duruşuyla, bakışıyla, yorumlayışıyla hayatı...

Hayatı ‘yürümekten’ ibârettir onun.

Kırşehir’de doğdu, Kırıkkale’de büyüdü, Ankara’da kemâle erdi.

Ankara’ya İbrahim Çelik olarak gelmişti ya, Nuri Pakdil’in ‘Bilinç Otağı’nda kalem kuşandı; Pakdil’in eli, dili, sözü değdikten sonra Hüseyin Su oldu; sadra şifa, gönüllere deva, dimağlara lezzetti artık.

Hece hece heceletti hayatı bize; hece hece zenginleştirdi, hece hece telezzüz eyledi on sekiz yıl boyunca bizleri; iki yüz on üç sayı aylık edebiyat dergisi, altmış dört sayı iki aylık öykü dergisi ve birbirinden değerli üç yüz otuz kitap, her biri tek başına ansiklopedi hacminde yirmi dokuz özle sayı: Düşünün artık başında bulunduğu ‘Hece’nin hayatımızdaki yerini ve ağırlığını…

Edebiyatımızın muhtarıdır âdeta; şehir şehir, şahıs şahıs, dergi dergi takip eder; Güray Süngü’yü Bursa’da iktisat öğrencisiyken keşfeden de odur, Edirne’de ilk kez yüz yüze geldiği Sedat Sayın’a ‘edebiyatımızın uçbeyi; seni yirmi yıldır öykü öykü takip ediyorum’ diyen de.

Bir medeniyet sevdalısı, bir medeniyet gönüllüsü, bir medeniyet çilekeşi olarak sadece Anadolu Coğrafyasının değil, Rumeli’den Türkî cumhuriyetlere, nerede Türkçe konuşuluyor yaşanıyor ve yazılıyorsa, yakinen takipçisidir o.    

Bu ülkede ‘Aşkın Hâlleri’ de ondan sorulur, ‘Öykümüzün Hikâyesi’ de. ‘Ana Üşümesi’ yaşayan insanımıza ‘Gülşefdeli Yemeni’ler armağan ederek gönüllerine su serpen ‘Halakız’ların yeğenidir; bir ömür ‘Tüneller’ geçerek gelmiştir.  

Yazgısı yazı, yazısı yazgısıdır Hüseyin Su’nun.

 ‘Yol’ ve ‘yolcu’dur o.

‘Yol’umuzun işaret taşlarındandır Hüseyin Su Ağabey.

Bin düşünür, bir konuşur, bir yazar; sözü dokuz boğumdan geçirmeden söylemeyen insandır o!

Tek kelime fazla konuşmaz, tek kelime eksik konuşmadığı gibi. Tek kelime fazla yazmaz, tek kelime eksik yazmadığı gibi. Ölçü, ölçüt, denge adamıdır da ondan.

Çevresinde, edebiyat dünyasında olup bitenleri, kendisi de aynı dünyanın içinde değilmiş gibi izler. Hiç kimseye küsmeden küskün bir hayata, hiç kimseye darılmadan dargın bir gönle sahiptir aslında. İçten içe kırgın ve sessiz bir üğünüşün ayrımına bin kere varan, fırtınaları içinde yaşayan adamdır Hüseyin Su.

Yazdığı ‘Gülşefdeli Yemeni’ öyküsündeki ‘Halakız’ın erkek olanıdır Hüseyin Su; ‘sonuna kadar sabırla dinleyen’, ‘yüzünden hiç eksik etmediği süzgün tebessümü’, ‘hayat karşısındaki mazlûmiyeti’, ‘ışıltılı ama dokunaklı bakışı’, ‘çifte kavrulmuş kalbi’, ‘acı ve hasretle yanacak kadar göyünmüşlüğü’, ‘yüksünmeden yaşayıp gidişi’, ‘ardından koştuğu bir şey olmayışı’; tamı tamına odur; eksiği var fazlası yok türünden...

Çatal bir yüreğin, gözü kara bir duruşun adamıdır o.

Edebiyat filmine sessiz ve vakur karelerle katıldı daima!

Yüzünün ‘tunçtan bir heykelmiş’çesine yanık rengi Kırşehir’den, yüreğinin aydınlığı, bin yıllık Anadolu Medeniyetinin ruhundan gelir.

Bozkır mahrumiyettir, evet; bozkır mazlûmiyettir, evet; bozkır masumiyettir, evet: Bozkır, bilene, anlayana, düşünene mekteptir, medresedir, medeniyettir de...

Hüseyin Su, bozkırı zenginliğe dönüştürenlerdendir.

Bize Bozkırın ‘yaban başkenti’ Ankara’yı sevdiren üç beş kale/m/den biri; tıpkı Pakdil, tıpkı Özdenören, tıpkı D.Mehmet Doğan, tıpkı üç beş başka dost gibi. Yoksa, siyasetin, bürokrasinin Bizanslaştırdığı başkent için, bir Selanik türküsünden mülhem biz de;

‘Ankara Ankara viran olasın / Taşını topracığını seller alasın’ sitemlerini söyleyeceğiz. 

İzzet ve onur; duyarlık ve bilinç; umut ve gönül; işte Hüseyin Su!..

Edebiyatımızın ‘çalar saati’ o.

Edebiyatımızın ve düşüncemizin...

Yani, bilincimizin...

30.01.2015 

 

huseyin-su-ftuna-s.sayin-2013-edirne.jpg

Bu haber toplam 1148 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim