Kocaman bir kadındı Haççe Teyze. Ağır ağır yürürdü.
Kolunda da büyük bir saat taşırdı.
Zamanı hiç şaşırmaz, ders başlangıcında ve bitiminde temizlik işlerine ara vererek, dolaptaki zili eline alır, yukarı kaldırarak çalmaya başlardı.
Okulun her yerinden duyulurdu o elde çalınan zilin sesi.
Bütün sınıflardaki öğrenciler, öğretmelerin işaretiyle kapıları hızla açar, deli danalar gibi dışarıya koşardı.
Asıl koşuşturma o zaman başlardı.
*
Teneffüs çabucak biter ve biz yanaklar kırmızı halde derse dönerdik.
Terli su içenin vay hâline.
Öksürük hemen gelir bulurdu.
Kimin terliyken su içtiğini bilir, sanki takip ederek yakalardı.
Çok fazla öksüren, en çok koşmuş, en çok su içmiş olandı.
Eve gidince öksürmeler devam ederse, üç gün yatması kaçınılmazdı. Yanında hediyesi ateş.
*
Haççe Teyze bazen okul duvarının üstünde veya büyük kapının girişine koyduğu tabureye oturur, zil vakti gelince Selahattin Abi’ye seslenir, zil çalmak görevini ona devrederdi.
Haççe Teyze ne kadar kiloluysa, Selahattin Abi de o kadar zayıf biriydi. İki yanağında çukur vardı.
Devamı: https://www.yenisafak.com/yazarlar/mehmetseker/insanin-kendini-bilme-yolculugu-2052738
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.