• İstanbul 19 °C
  • Ankara 22 °C

Bakan Selçuk: Yazılı, sözlü materyallerde ölçümüz “Yaşayan Türkçe”dir

Bakan Selçuk: Yazılı, sözlü materyallerde ölçümüz “Yaşayan Türkçe”dir
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Türkiye Yazarlar Birliği’nin dil, edebiyat ve sosyal bilimler dergisi TYB Akademi’ye özel açıklamalarda bulundu.

Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya SELÇUK ile Türkçe üzerine mülakat, mülakatı gerçekleştiren Doç. Dr. Muhammed Enes KALA

 

Sayın Bakanım,

Öncelikle bu önemli konu ile ilgili mülakatı kabul ettiğiniziçin çok teşekkür ederim.

TYB Akademi dergimiz ülkemizde 10 yılını geride bırakan nâdir hakemli dergilerdendir.  Mayıs 2020’de çıkaracağımız 29. sayımızın dosya konusunu “21. Yüzyılda Türkçe” olarak belirledik. Her sayımızla söylenmedik kalıcı ve değerli şeyler söylemenin derdindeyiz. 29. sayımızın da bu mânadasözümüzü taşımasını murat ederek, mülakata başlamak istiyorum

20. Yüzyılımızın önemli düşünürlerinden Said Halim Paşa, maddî vatanla birlikte manevi vatandan bahseder. Manevîvatanın taşıyıcı kolanları da öyle görülüyor ki milli ve manevi değerlerimizin tamamıdır. Milli ve manevi değerlerimizin taşıyıcısı ve muhafaza edicisi ise en başta güzel Türkçemizdir. Türkçemiz sizin için ne anlam ifade ediyor?

Hiç şüphe yok ki Türkçemiz, dünyanın en köklü ve zengin dillerinden biri. Bunun en büyük ispatı, Orhun Yazıtları’dır. Yazıtlardaki gramer yapısına, sözcük çeşitliliğine ve anlatım zenginliğine baktığımızda görüyoruz ki Türkçemiz, tarihin en eski dillerinden... Milletçe İslamiyetle şereflenmemiz, Türkçemizde bir başka zenginlik merhalesi oluyor. Toplumlar birbiriyle bir al-ver ilişkisi içindeyse bundan ilk etkilenen kültür unsurlarından biri olan dil de bundan etkilenir. Dolayısıyla biz, Kur’an dilinin etkisiyle Arapçayla, Farsçayla bir etkileşim içinde olmuşuz. Bu da muazzam bir sözcük kapasitesi, anlatım zenginliği getirmiş dilimize. Ben Türkçe deyince işte bu dil ve edebiyat zenginliğini, Orta Asya steplerinden Anadolu’ya muhteşem bir tarih ve kültür göçünü algılıyorum.

Tabii bir de Türkçenin ustaları, mimarları, gönüllü elçileri var. Bugün bile milletçe hâlâ bizi birbirimize bağlayan en kuvvetli mayalardan, en önemli birleştirici çimentomuz olan Yunus mesela... Bu gönüllü dil elçilerinin başında geliyor.

Yunus’un dilimizi, kültürümüzü, inancımızı şekillendiren kurucu metinleri olarak ilahileri Türkçemizin tadının, anlatım zenginliğinin mihenk taşlarıdır. 1300’lü yıllardan beri Yunus Türkçesidir bizim Türkçemiz. Anadolu’da her yaştan insanın anladığı, anlaştığı bir dildir Yunus Türkçesi. Din, tasavvuf, sanat, kültür dili olarak Türkçenin zeminini oluşturan ilahiler sanki bugün söylenmiş kadar sade, sağlam, açık ve içtendir.

Yunus’un açtığı yoldan ilerleyen Mevlid’i de Türkçenin kurucu, esaslı metinlerden kabul ederiz. Çünkü o da ister ümmi olsun ister okuryazar, milletimizi bir çatı toplamayı başarmış bir dil ürünüdür.

Arada tabii ki dönemine göre zenginleşen, zenginleştikçe renklenen, gittiği yerlere söz varlığı taşıdığı gibi, oralardan almaktan da geri durmayan bir ilim, bir kültür dilimiz var. Bu dil iledir ki Fuzuli, Baki, Nedim, Nef’i, Şeyh Galip gibi klasik şairlerimizin gazellerini terennüm eder halkımız. Divan şiiri; “Dili, söz varlığı sebebi ile anlaşılmıyor.” iddiasını çürütüyor Kazancı Bedih’in Fuzuli’den okuduğu gazeller.      

Tabii ki Mehmet Akif ve Safahat’ın Türkçesi var bir de saymadan geçemeyeceğim. Safahat’ın Türkçesi hem halk dilidir hem Ziya Gökalp’in bahsettiği İstanbul konuşmasıdır; hem ilim dilidir, hem devlet dilidir. Bu konuda Yahya Kemal’den daha güzel, daha derinlikli bir cevap vermek isterdim. Ancak buna gücümüzün yetmediğini itiraf ile, Yahya Kemal’in bu konudaki düşünceleri bizim de düşüncelerimizdir diyerek cevap vermek istiyorum. Diyorum ki “Bu dil ağzımda anamın ak sütüdür. Bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçedir, bu bağ öyle metîn bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar. Türkçenin çekilmediği yerler vatandır. Vatanın gövde ve rûhu da Türkçedir.”

Sadece nesirle değil; Türkçe sevgisini, Türkçe hassasiyetini dile getiren şairlerimizin duyguları, terennümleri de bizim duygularımız, bizim terennümlerimizdir. Şairlerimiz tabiat, insan, vatan sevgisi gibi değerlerde olduğu gibi dil bahsinde de bizim sözcülerimizdir, bizim duygularımızı terennüm eder.  Meselâ, Ziya Gökalp’in Lisan manzumesinde söylediği gibi:

“Güzel dil Türkçe bize

Başka dil gece bize

İstanbul konuşması

En saf, en ince bize”

Gökalp’in bu dörtlüğü bizim de düşüncemizi dile getirir. Tabii burada şairin “İstanbul konuşması” derken günümüz İstanbul’undan bahsetmediğini, Türkçemizi bütün incelikleri, güzellikleri, derinlikleri, telaffuzu ile yaşatan o geleneksel İstanbul’dan bahsettiğini hatırlatmama bilmem gerek var mı? 

Türkçe denilince tabii ki Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı da hatırlamalıyız. Çünkü onun:

“Seslenir seni bana ovam, dağım

Nere gitsem bulur beni arınmış

Bir çağ ki akar ötelere

Bir ak ki yüce atalar, bir al ki ulu oğullar

Türkçem, benim ses bayrağım”

dizelerindeki düşünceleri, Türkçe sevgisi, bizim de düşüncelerimiz bizim de sevgimizdir. Türkçe sadece sevgimizi ifade ettiğimiz bir değer değildir, İstiklal Marşı’mız nasıl millî mutabakat metnimiz ise Türkçe de o mutabakatımızın esaslarındandır. Türkçemiz,  İstiklal Marşımız gibi sınır taşlarımızdan biridir. Çünkü biz istiklalimizi bu dil ile ilan ettik. Bu dil ile terennüm ediyoruz.

Maddi ve manevi vatandan söz açtığımızda söz dolaşıp, cephelere geliyor. Güvenlik birimlerimiz olabildiğince tüm dikkatleriyle vatanımızın sınırlarını korumaya, mazlumları müdafaa etmeye ve Türkiye’mize gelebilecek tehlikeler karşısında cansiperane bir şekilde mücadele etmeye devam etmektedirler. Vatan savunması için maddi cephe son derece mühimdir ancak o, mütemmimi olan manevi cephedeki mücadeleyle tamama erer. Kuşkusuz manevi cephenin müdafileri ise ilim, sanat ve kültür insanlarımızdır, bu kişilerin elindeki en önemli azık ve sermaye ise Türkçemizdir. Siz, ilim, kültür ve sanat alanında Türkçemize olan katkıları nasıl görüyorsunuz? Var olan eksikler için daha neler yapılabilir?

Bilim, kültür, sanat alanlarında eser veren kişilerin kendilerince, idealleri doğrultusunda yaptıkları her türlü katkıya öncelikle teşekkür ediyorum. Bilindiği gibi bu alanlarda hizmet üretmek tamamen kişisel sorumluluk duygusu ile ilgili bir şeydir. Her bir yazarımız, şairimiz, kültür ve ilim insanımız yasal görevi olduğu için değil, kendini bu millete borçlu hissettiği için, kendinden önce bu sorumluluğu yerine getirmiş öncülerine sadakat adına, onlarla birlikte anılmak, öncülerin ürettikleri değerlere yeni değerler eklemek için eser veriyorlar.

Maddi bir beklenti içinde olmadan üretilen bu değerlere sahip çıkmak, bunun için şükranlarımızı ifade etmek bizim için bir bir zaruriyettir. Bizler, mümkün olduğu kadar öğrencilerimizi, öğretmen ve velilerimizi bu değerlerle tanıştırmaya çalışıyoruz. Okullara davet ediliyorlar. Öğrencilerimizle, öğretmenlerimizle, yöneticilerimizle iş birliği yapıyorlar; konferanslar, paneller, imza günleri düzenleniyor vs. İçerik olarak bizi ve insanı zenginleştiren, ufuk açan, maddi-manevi irtifa kazandırmayı amaçlayan her esere, her isme duyarlıyız, açığız.

Yeterlilik konusuna gelince... Bu konuyu ehline bırakmakta fayda var, derim. Eserlerin içerik olarak birebir yeterli olup olmadığını bu alanın yetkilileri söylemeli. Çünkü hemen her alanda yüzlerce, binlerce metin üretiliyor, topluma arz ediliyor. Sinemadan müziğe, çizgi filmden romana, bilgisayar oyunlarından modern masallara, spor türlerinden bilimsel çalışmalara kadar hemen her alanda kayda değer eserlerimiz var. Öğrencilerimizin, velilerimizin, öğretmenlerimizin; ufuklarını açacak, becerilerini ortaya koymalarına vesile olacak hemen her husus takibimizdedir.

Türkçemizin bir ilim dili olup olmayacağı konusunu hâlâ tartışanlar var. Türkçe devletin dilidir, bu öncelikle eğitim ve öğretim dili demek değil midir? Bu konuda Türkçenin konumunu nasıl değerlendirirsiniz? 

Türkçe bin yılı aşkın bizim konuşma dilimiz olduğu kadar, yazı dilimiz olduğu kadar, şiirlerde, türkülerde, masallarda, halk hikâyelerinde ruhumuzun bütün inceliklerini dile getirdiğimiz sanat dilimiz olduğu kadar, olay ve olgulardaki bütün nüansları ifade ettiğimiz, edebildiğimiz, dalı ne olursa olsun her gelişmeyi, keşfi, icadı ifade ettiğimiz, edebildiğimiz bir ilim dilidir.

Bunun en güzel örneklerinden biri değerli ilim adamı İsmail Kara’nın “Bir Felsefe Dili Kurmak” adlı eseridir. Merhum Babanzâde Ahmet Naim’in Dâr’ülfünûn’da felsefe dersleri verdiği yıllarda Batı dillerinden yararlandığı felsefi kaynaklardaki terimleri, kavramları kendi öz dilimizde, Türkçemizle nasıl ifade ederiz, bu konuda geçmiş münevverlerimiz, ilim adamlarımız hangi kavramları kullanmışlar diyerek onları süzen, o eserlerden kelimeler ve kavramlar taşıyan Ahmed Naim Bey; eğer geçmişte o kavram yok ise hemen kavramları, terimleri olduğu gibi alma yolunu benimsemiyor, onlara Türkçe yeni karşılıklar teklif ediyor. Naim Bey’in talebesi olan Macit Gökberk hatıralarında bu olayı zikretmeden geçemez. Bu eser bize gösteriyor ki Türkçe, felsefe gibi soyut bir alanın hemen bütün kavramlarını karşılayabilecek bir esnekliğe, bir söz varlığına, bir imkâna sahiptir. Bütün mesele bunun farkında olmak ve bu hassasiyeti devam ettirmektir. Bilim adamlarımız, yazarlarımız, şairlerimiz, aydınlarımız bu hassasiyet çevresinde konuşup, yazıp eser verdikleri müddetçe, Millî Eğitim Bakanlığı ailesinin her bir öğrencisi, öğretmeni hayatın bir safhasında o eserlerle mutlaka tanışacaktır. Böylece Türkçenin üzerindeki bu şüphe bulutu kalkmış olacaktır diye düşünüyorum.

Şehir merkezleri, insanların ihtiyaçlarını giderdikleri yerler olarak karşımıza çıkar. Oralarda özellikle ticaret merkezlerinin öbeklendiğini görürüz. Ancak ticarethanelerin tabelalarına baktığımızda kendimizi evimizde değil de yabancı bir memleketin sokaklarında dolaşıyor buluruz. Bu durumun kuşkusuz çok sayıda nedeni var. Ancak özellikle toplumumuzda bu konuya dair bir hissiyatın oluştuğundan söz edebilmek mümkün müdür? Bu soruyla bağlantılı olarak acaba toplumumuzda Türkçeye karşı bir dikkat ve hassasiyet solmasından söz edilebilir mi? Türkçemizin kuşkusuz diğer dillerle iletişime girmesi, dillerden kelime alıp kelime vermesi olağandır. Ancak bu konuda sanki bir dikkate ve özel bir hassasiyete ihtiyacımız var. Zira gelişigüzel, ıstılahlarından ve kendi dünyalarından kopartılarak giren yabancı kelimelerin dilimizi tahrip edebileceğini ifade edebiliriz. Dilimize giren yabancı kelimelerin dilimizi tahrip etmemeleri için neler yapılabilir? Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığının bir çalışması var mıdır?

Bakanlık olarak bu konuda gereken hassasiyeti gösteriyoruz. Elbette kimi zaman biz de hatalı kullanımlar yapıyoruz. Ancak önemli olan istikamettir. Öğretmenlerimizin, öğrencilerimizin özel dikkat ve hassasiyet göstermeleri için gereken uyarı ve yönlendirmeler de yapılıyor. Türkçe öğretim programlarımız, buna yönelik kazanımlar içermekte. Ama ne var ki bu konu sadece eğitimin yetki alanında değil. Eğitimin bileşenleri olarak adlandırabileceğimiz, basın yayın organları olarak televizyonlar, yazılı basın kaynakları, sosyal medya vs. de bu konularda belirleyici, yönlendirici olabiliyor. Öğrencilerimiz sadece öğretmenlerin söz varlığından değil, evde anne-baba başta olmak üzere diğer aile bireylerinin de söz varlığına besleniyor. Sokakta ki günümüzde bunun adı sosyal medya oldu, izledikleri filmlerde, dinledikleri müziklerde toplumca aynı duyarlığı göstermeliyiz ki istediğimiz dil bilinci, Türkçe hassasiyeti gelişebilsin. Resmî yazışmalar dâhil olmak üzere ders kitaplarındaki ve diğer materyallerdeki dil tutumumuz  “Yaşayan Türkçe”dir. Bilindiği gibi bilim, teknoloji, sanat gibi her bir alan kendi kavramları, kendi terminolojisi ile geliyor, gelişiyor. Bu hususta Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarını, tekliflerini takip ediyoruz. Özel yayınevleri de aynı tutumu izliyor. Ders kitaplarında ve eğitim araçlarında din, tarih, fizik, biyoloji, kimya ve matematik gibi köklü bir ifade, imla ve telaffuz sistemi oturmuş olan disiplinlerin alanlarına müdahale etmiyoruz. Dönemsel olarak kullanıma girmiş, yazarın, şairin tercihi olarak yer alan imla, noktalama gibi hususlara da dokunmuyoruz. Bu durumdaki metinler için aslına sadık kalınmasını, ancak dipnot olarak bu tercihin döneme, yazara ait olduğunun belirtilmesini istiyoruz. Öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz böylece dilin canlı bir varlık olduğunu, sentaksın, imlanın, noktalamanın zamanla değiştiğini, dönüştüğünü somut olarak görmüş oluyorlar. 

Kelam son derece önemlidir. Yunus Emre bu konuda da oldukça güzel şeyler söylüyor:

Söz ola kese savaşı

Söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı

Yağ ile bal ide bir söz

Sözün ehemmiyeti onu taşıyan kelimelerin gücünden ayrılamaz. Kelimeler ise bağlı oldukları dilin birikimi ve direnciyle hayat bulabilirler. Yahya Kemal, “Türkçe ağzımda annemin sütü gibidir.” der. Biliyoruz ki insan için en büyük maddi besin ana sütüdür. O, aynı zamanda bağışıklık sistemimizi güçlendirir ve direncimizi arttırır. O halde Yahya Kemal’den mülhem diyebiliriz ki, toplumlar için de ana sütünün yaptığı tesiri anadilleri yapar. Tüm bunlardan çıkaracağımız sonuç öyle görünüyor ki, kelamımızdaki tesiri ve anlam gücünü artırabilmek için kelimelerimize dönüp bakmamız gerektiğidir. Bu konuda kelime hazinemiz ise çok önemlidir. Takip edebildiğimiz kadarıyla Millî Eğitim Bakanlığı’nın Türkçenin söz varlığına ilişkin çok önemli çalışmaları var. Bu konudaki görüşlerinizle birlikte çalışma hakkında bilgi verebilir misiniz?

Biz, eğitimi, bir millet ödevi olarak görüyoruz. Bu millet ödevimizin en önemli merhalesi, bizi millet yapan dilimizdir. Milletin tanımını yaparken “dil ve tarih birliği içinde olan” diye bir ifade kullanırız. İşte bu yüzden 2023 Eğitim Vizyonu’muzun en önemli basamaklarından biridir Türkçe Söz Varlığı Projesi.

İlgililer hatırlayacaklardır, söz varlığımızı derleme çalışması ilk kez 21 Kasım 1932 tarihinde kabul edilen Söz Derleme Talimatnamesi’nin gereği olarak başlatıldı ve halk ağzından yeni kelime derlenmesine ağırlık verildi. 1934’te bu bağlamda halk ağzından derlenen sözlerle ilgili fiş sayısı 130.000’dir. Bu derlemenin amacı öncelikle Türkçeye yeni kelimeler kazandırmaktı. Bizim yürüttüğümüz Türkçe Söz Varlığı Projesi bu amaçtan farklı olarak öğrencilerimizin söz varlıklarını tespit etmektir. İlkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin yazılı dile dayalı olarak kullandıkları sözcüklerin belirlenmesi ve sınıflandırılması, sıklık listelerinin oluşturulması bize sadece bir söz varlığı haritası çizmeyecek, aynı zamanda gelişen teknolojiye bağlı olarak yapacağımız atılımla yapay zekâ uygulamalarına kaynaklık da edecek. Bu konuda akademisyenlerimiz dilbilimsel çözümlemelerini yapacaklar.

Bunun için 200.000 öğrenciyi kapsayacak örneklem tablosu hazırlandı. Ana çalışmanın yapılacağı iller tespit edildi.  Bu illerimiz Adana, Ağrı, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Erzurum, Gaziantep, Hatay, İstanbul, İzmir, Kastamonu, Kayseri, Kırıkkale, Kocaeli, Konya, Malatya, Manisa, Mardin, Samsun, Şanlıurfa, Tekirdağ, Trabzon, Van ve Zonguldak’tır. Bu projeyi gerçekleştirmek üzere üniversitelerimizden 40 araştırmacı ve akademisyen ile sahadayız.  Proje kapsamında Eskişehir’de pilot uygulama yaptık.

Şahsımı ve Bakanlığımızı heyecanlandıran bu projenin ilk verileri bize gösteriyor ki çocuklarımız hiç de sanıldığı gibi birkaç yüz kelime ile ömür geçirmiyor, oldukça zengin bir söz varlıkları var. Bütün veriler toplanınca daha somut göreceğiz fakat eldeki sonuçlardan hareketle söyleyebiliriz ki Türkçemiz nicelik olarak zenginleşmiştir ve bu zenginlik ilkokuldan itibaren kendini göstermektedir. Böylece 1930’lu yıllardan sonra Türkçemiz ile ilgili en önemli çalışmayı Bakanlığımız gerçekleştirmiş olacak ki bu benim için ayrı bir mutluluk ve gurur kaynağıdır, diyebilirim.

Millî Eğitim Bakanlığında Türkçe hassasiyetini ne seviyede görüyorsunuz? Bir taraftan aşırı arıdilden kelimeler diğer taraftan yabancı dillerden alınan ve anlam alanı tam belirginleşmemiş kelimeler okul kitaplarında dolaşımda. Bu konuyu eğitimcilerin, dilcilerin ve edebiyatçıların katılacağı bir zeminde ele almayı düşünüyor musunuz?

Daha önce de belirttiğim üzere Bakanlık olarak ders kitapları başta olmak üzere yazılı, sözlü diğer materyallerde ölçümüz “Yaşayan Türkçe”dir. Fakat takdir edersiniz ki her dönemin yaşayan Türkçesi farklıdır. Zamanın ruhu denilen bir şey varsa zamanın kelimeleri, kavramları da vardır. Yani zamanın ruhunu oluşturan katmanlardan biri de konuşulan dildir. Bilim, teknoloji, sanat, kültür gibi alanlarda ortaya çıkan yeni durumlar, olgular, aletler, icatlara göre, dil kendini devamlı yeniliyor, yenileme ihtiyacı hissediyor. Bizim bu konudaki tavrımız dilimizin gösterdiği tavırdır. Dilimiz bir kelimeyi, kavramı benimsiyor, dolaşıma sokuyor, hayatımıza alıyor ise biz de dilimizi takip ediyoruz. Artık Ataç Türkçesi ile konuşmuyoruz, yazmıyoruz. Bu konudaki ısrar da bitti takip edebildiğim kadarıyla. Ders kitaplarını sadece biz yazmıyoruz Bakanlık olarak. İçinde üniversitelerden akademisyenlerin de olduğu özel yayınevleri de ders kitapları yazıyorlar. Onların da kitaplarını okutuyoruz.  Yazarların, yayınevlerinin önüne bir söz varlığı listesi vermedik. Bir yönlendirme veya kısıtlama söz konusu değil. Onların da yaşayan Türkçemiz doğrultusunda bir dil kullanımını tercih ettikleri söylenebilir. Bazı kitaplarda “arı dil” dediğinizi örnekleyen bazı kullanımlar olabilir. Onları da bir zenginlik olarak görüyoruz. Ders kitabı yazarının iktibas ettiği metindeki bir kelimenin varlığı üzerinden bir tartışma açmanın yerinde olmadığını düşünüyoruz. Bir veya birkaç kelime sebebiyle güzel, öğrencimize yararlı olacak şekilde hazırlanmış bir çalışmanın diğer sayfalarındaki metinlere, dil kullanımına halel gelsin istemeyiz.

Konunun tartışılacağı bir zemin tabii ki düşünülebilir. Bu zamana kadar bu ve benzeri konularda çalıştaylar, müzakereler yürüttük. Bundan böyle de yürütülebilir. Siz de takdir edersiniz ki bu tür zeminler yazarları, şairleri, akademisyenleri mekân olarak, ortam olarak bir araya getiriyor fakat düşünce, karar alma ve uygulama olarak bu birliktelik mümkün olmuyor. Herkesin ilmî olarak getirdiği bir birikim, bir bakış açısı,  kendince temellendirebildiği ilmî bir zemin var ve meseleye oradan bakıyor. Bakanlık olarak biz akademisyenlerin, yazarların tarafı veya karşı tarafı olmayız, olamayız. Söz varlığı, imlâ ve noktalama gibi temel dil kullanımımızda referans olarak Türk Dil Kurumu yayınları esas alınıyor. Belki işe buradan başlamak gerek.

Son yıllarda ülkemizde maddi alandaki kalkınma kendisini çok derinden hissettirmektedir. Özellikle savunma sanayiinde millileşme hamlelerini gıptayla takip etmekteyiz. Ancak tehlikelerin sadece maddi olmadığının farkında olmamız gerekiyor. Zihinlerin ve gönüllerin tehlikeler karşısında zarar görmemesi için milli ve manevi alandaki her bir hamlenin de önemsenmesi gerekiyor. Dil eğitimi bu manada çok önemli. Çocuklarımızın dedelerinin yazdıkları metinleri okuyup anlayamaması oldukça acıklı bir duruma işaret ediyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Millî Eğitim Bakanlığı dil eğitimi konusunda, ilk ve orta kademelerde bu açığı kapatmak için çalışmalar yapacak mı?

Çocuklarımızın dedelerinin yazdıkları metinleri okuyup anlayamaması olayını iki türlü değerlendirmek mümkün. Biri alfabe değişikliği ile ilgili. Bilindiği gibi bu kültürel kopmayı ortadan kaldırmak için okullarımıza Osmanlı Türkçesi dersi koyduk.  Sosyal bilimler liselerinde okuyan öğrencilerimiz zaten 2003 yılından bu yana Osmanlı Türkçesi dersleri alıyorlardı. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Erdoğan da ayrıca bir hassasiyet göstermişlerdir bu hususta. 2014’te, 19. Millî Eğitim Şurası’nda Osmanlı Türkçesinin ders olarak okutulması hususu benimsendi. 2016’dan beri de okul türü ayırmadan, isteyen tüm öğrencilerimize Osmanlı Türkçesi dersi veriyoruz. Böylece dede ile torunlarının arasına giren alfabe engeli kalkmış oldu.

Dilin kullanımı, söz varlığının değişmesi ile ilgili olarak okuduklarını anlamamak tespitine gelince... Ülke genelinde yürüttüğümüz Türkçenin Söz Varlığı Projesi’nden elde ettiğimiz verilerin bu konuda da işimizi kolaylaştıracağını düşünüyoruz. Öğrencilerimiz hangi kelime dağarcığına sahipler, altmışlı yıllara kadar tesirini gösteren “Yaşayan Türkçe”nin söz varlığı dağarcıklarında ne kadar var, Türkçenin sadeleştirilme çalışmalarından sonraki söz varlığına ne kadar sahipler? Mesela, aynı sınıftaki öğrencilerden bazıları  “imkân”ı, “şart”ı kullanırken başka öğrenciler  “olanak”ı, “koşul”u kullanıyorsa;  bunu, birinin kullandığı Türkçeyi diğeri anlamıyor diye yorumlayabilecek miyiz?  Bazıları “imkân”ı bilmiyor bazıları da “olanak”ı bilmiyor mu demek gerek; yoksa başka tespitler mi yapma ihtiyacı doğacak. Bunu akademisyen arkadaşlarımız, araştırmacılar tespit edecek.

Bütün bu sorular ülkemizde dil konusunda bir otoritenin, belirleyici bir yapının olmadığı noktasına kadar götürülüyor.  Bu otorite yokluğunun öncelikle eğitim-öğretim sistemimizi etkilediğini ifade etmek mümkündür. Bu konuda bazı adımlar atılması gerekir mi?

Eğitimin bileşenleri diyebileceğimiz kurumlardan söz ediyorsunuz. Üniversiteler, basın yayın kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, Türk Dil Kurumu, Kültür Bakanlığı, TRT ve özel televizyonlar, internet dünyası vs. Bu ve benzeri kurum ve kuruluşlar zaman zaman ortak hizmet alanlarında birbirinden yararlanıyor, ortak projeler hazırlıyorlar,  iş birliği protokolleri vs. Bunları basından takip ediyor olmalısınız. Yeterli olmadığı açık. Bundan böyle ihtiyaç duyulan alanlarda benzer ve daha somut çalışmalar yapılacaktır. Yapılmalıdır.   

Son sorumuz, 21. Yüzyılda Türkçe nerede duruyor ve dünya insanlığına neler vaat ediyor?

Ünlü düşünür Wittgenstein “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır'  der. Biz bir coğrafyada ikamet ediyoruz, burası bizim vatanımız. Vatanımızın sınırlarına karşılık bir de gönül coğrafyamız var ve dilimizin sınırları bu gönül coğrafyamızla ilgili. Üç kıtada kurduğumuz medeniyetin dilinden, kültüründen bir şeyler taşıyoruz onların dillerine. İletişim hâlindeki milletlerin sanatlarına, kültürlerine de tesirimiz olmuş. Günümüz iletişim çağında bu sınırların daha da genişlediği ve hatta sanallaştığı, ortadan kalktığı söylenebilir. Türkçenin dünyaya, insanlığa katkısı; üreteceğimiz bilim, sanat, teknoloji gibi artı değerlerle paralel olacaktır. Çünkü ürettiğimiz değerleri taşıyacak öncelikli vasıtamız dil olacaktır. Hem bölgesinde hem coğrafyasının dışında siyasi, kültürel, ekonomik olarak büyük atılımlar yapan bir ülkeyiz, bir Türkiye’yiz.  Bu vizyon bizi dünyanın en önemli ülkeleri arasındaki yerimize götürecektir. İşte o zaman Türkçe de Türk kültürü de olması gereken zirvede olacaktır.

Ben çocuklarımızdan, gençlerimizden umutluyum. Yunusların, Karacaoğlanların, Bakilerin, Fuzulilerin, Mehmet Akiflerin, Yahya Kemallerin, Ziya Gökalplerin diliyle konuşacak; kendi zamanlarının ruhunu, manevi heybelerine bu gönüllerden koydukları çıkınlarla zenginleştirecekler, bundan asla şüphem yok.

Biz, 2023 Eğitim Vizyonu’muzda tam da buna işaret ettik. Tek kanatla kuş uçmaz, dedik. Çocuklarımızı çift kanatlı yetiştirmek için bir merhale belirledik. Bir kanatta madde, bir kanatta mana olsun istedik. Bu denge için var gücümüzle çalışıyoruz.

Çok değerli zamanınızı ayırıp, sorularımıza içtenlikle cevaplar verdiğiniz için en kalbi şükranlarımızı arz ediyorum.

Bu keyifli mülakat için bizi bir araya getiren Türkçemizin nice bin yıllar bilim, felsefe, sanat ve gönül dilimiz olması dileğiyle sizin şahsınızda, kuruluş ve varlık amacıyla bu temennimize pek çok katkı sunan Türkiye Yazarlar Birliği’nin her bir gönüllüsüne selam ve sevgilerimi iletiyorum.

 

TYB Akademi 29 / Mayıs 2020 / 21. Yüzyılda Türkçe

Bu haber toplam 1541 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim