İran, Soğuk Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Sovyetler Birliği’ne karşı Orta Doğu’daki kurduğu mukavemet noktalarından birisi olması nedeniyle önemli bir ülke olmuştur. Ayrıca İran’daki petrol varlığı ve stratejik olarak önemli coğrafi konumu ülkeyi ABD için önemli hale getiren diğer nedenlerdir. ABD için böylesine önemli bir ülkede 1979 yılında meydana gelen İslam devrimi ile köklü politik ve sosyal değişim ve dönüşüm gerçekleşmiş ve ABD bu dönüşümü öngörememiştir. Bu süreç ABD çıkarlarına tamamen ters yönde ilerleyecek bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bundan sonra artık İran ABD ilişkileri birbirinin hilafına olmuştur. ABD böylece bölgedeki en önemli müttefikini kaybetmiştir. O günden itibaren 1979, istihbarat literatüründe ABD açısından bir istihbarat başarısızlığı olarak nitelendirilmektedir.
İstihbarat başarısızlığı en yalın haliyle bir devletin gelecekte karşı karşıya kalacağı kısa, orta ve uzun vadeli tehditleri veya zarar verici olayları önceden fark edememesi veya bunlara karşı önlem alamaması olarak tanımlanabilir. Bu perspektiften bakıldığında, bir ülkenin sınırları içinde meydana gelen terör saldırıları ya da önemli bir komşu devlette veya dost bir ülkede yaşanan rejim değişikliğinin öngörülememesi, istihbarat başarısızlığı kapsamında değerlendirilir. Sonuçları açısından düşünüldüğünde 1979 İran İslam Devrimi ABD için stratejik düzeyde bir istihbarat başarısızlığıdır.
Bu başarısızlığın oluşmasında çeşitli etmenler rol oynamıştır. Bu çalışma gizliliği kaldıran istihbarat belgelerini (CIA ülke raporları, Tahran elçiliğinden çekilen telgraflar, dışişleri bakanlığı raporları gibi) esas alarak doküman incelemesi yoluyla bu başarısızlığın nasıl açıklanabileceğini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla burada sadece odaklanılan kurum CIA değil, tüm Amerikan istihbarat topluluğudur. Birçok faktör 1979 Devriminin öngörülememesinde rol oynamış gözükmektedir.
İlk olarak Amerikan istihbarat topluluğu devrime giden sürecin başlarında İran’daki vaziyete duyarsız kalmıştır. Bunda Amerikan istihbarat topluluğunun muhalif grupların potansiyelini kavrayamayışı ve şahın idareyi kaybetmeyeceği şeklinde yanlış analizleri rol oynamıştır. Amerikan istihbaratı, özellikle Humeyni’nin rolü ve potansiyelini de kavrayamayarak istihbarat başarısızlığına giden süreçte önemli bir hata yapmıştır. Devrim sürecinde özellikle 1978 sonrası bölgeden gönderilen raporlar, durumun ciddiyetinin farkına varıldığını ortaya koysa da bu sefer politika yapıcılar bu raporları göz ardı etmişlerdir. Tüm bu hataların sonucunda ABD stratejik düzeyde bir istihbarat başarısızlığı tecrübe etmiştir.
Wolhlsletter’in Pearl Harbor başarısızlığını açıklamaya çalışan eserinden (Wohlstetter, 1962) itibaren istihbarat başarısızlığı özellikle Amerikan literatüründe üzerinde durulan bir alan haline gelmiştir. Farklı ekoller istihbarat başarısızlıklarını farklı bakış açılarından (istihbarat çarkındaki farklı aşamalara odaklanarak) açıklamaya çalışmışlardır. Bu çalışmada da istihbarat başarısızlıklarını açıklayan ekollerden yararlanılacak ve 1979’un en iyi nasıl anlaşılabileceği ortaya konmaya çalışılacaktır.
Amerikan istihbaratının 1979 stratejik istihbarat başarısızlığı yaşamasındaki nedenlerin ortaya konulmaya çalışıldığı bu çalışmada ilk olarak stratejik istihbarat başarısızlığının teorik olarak tartışılması ile konu hakkında genel bir çerçeve sunulacaktır. Böylelikle istihbarat başarısızlığını açıklayan geleneksel ekol, reformist ekol, toplama eksikliği ekolü ve eyleme geçirilebilir istihbarat ekolü açıklanacaktır. Bağlamın anlaşılması amacıyla 1979 İran İslam Devrimi hakkında tarihî arka plan verilecektir. Son olarak ise 1979 Devrimi istihbarat başarısızlığı bağlamında ele alınacaktır. Her çalışmada olduğu gibi bu çalışma da sınırlılıklara sahiptir. Zaman açısından incelenen belgeler 1973-1979 aralığına odaklanmaktadır. Kapsam açısından ise çalışma istihbarat başarısızlığına odaklandığından, dış politik, ekonomik ve askerî konular çalışmanın kapsamı dışındadır.
Stratejik İstihbarat Başarısızlığı
Stratejik istihbarat, ulusal politikaların temelini oluşturmakla birlikte ülke çıkarlarının ve hedeflerinin zarar görmesini engellemekten sorumludur. Stratejik istihbaratın coğrafi kapsamı dış ülkeler, zaman açısından odağı ise gelecektir. Kavramın isim babası Sherman Kent stratejik istihbaratı yüksek düzey dış pozitif istihbarat olarak tanımlamıştır (Kent, 2003). Stratejik istihbarat, politika yapıcılar ve siyasi liderlere hitap eden, uzun vadeli planlamaları ve meseleri ele alan istihbarattır (C. J. Jensen vd., 2013). Bu bağlamda stratejik istihbarat, karar alıcıların kriz zamanlarında ya da belirsizlik durumlarında sürprizle karşılaşma olasılığını düşürmek için onların karar alma yeteneklerini arttırmayı amaçlamaktadır zamanında kararlar alabilmesi için nesnel ve anlaşılır ürünler ortaya koymayı hedefler (Hudoğlu, 2023).
Kavramın anlamından ve amacından hareketle öngörülerdeki büyük hatalar stratejik düzeyde istihbarat başarısızlığına neden olacaktır. Nitekim 20. yüzyıl birçok stratejik istihbarat başarısızlığına sahne olmuş (Başak & Taban, 2023) ve hatta 21. yüzyıl 11 Eylül gibi paradigma değiştirici bir istihbarat başarısızlığı ile açılmıştır. Bu başarısızlıkları teorik düzlemde ele almak, tarihî olarak nedenlerini ve etkilerini incelemek istihbarat çalışmaları literatürüne katkı sağlaması açısından önemlidir. Zira, istihbarat sürecinde meydana gelen birçok hata, yapı ve süreçlerdeki kaçınılmaz ödünleşimlerin sonucudur. Bu ödünleşimleri ve neden oldukları patolojileri anlamak için tarihî perspektif önemlidir (Marrin, 2004). Pearl Harbor ve 11 Eylül gibi 1979 İran İslam devrimi de ABD açısından tarihteki önemli stratejik istihbarat başarısızlıklarından birisi olmuştur. Bu nedenle kavramın tanımlamasından öteye geçilerek teorik olarak istihbarat başarısızlıklarının anlaşılması gerekmektedir.
Teorik Çerçeve
İstihbarat başarısızlığı, istihbarat teşkilatlarının ve analistlerinin önlerine gelen sinyal ve uyarıları anlamakta başarısız olmalarından meydana gelir. Eski bir CIA personeli ve istihbarat yazınına büyük katkıları olan Mark Lowenthal, istihbarat başarısızlıklarını istihbarat çarkındaki aşamaların herhangi bir kısmında yaşanan hatalar olarak ele almıştır (Lowenthal, 1985). Genel anlamda istihbarat başarısızlığının politik, psikolojik ve daha sıklıkla da örgütsel meselelerden kaynaklandığı düşünülmektedir (Betts, 1978). Bu açıdan başarısızlıklar ele alınırken sadece istihbarat üretim sürecine değil aynı zamanda istihbarat ve politika ilişkisine odaklanmak önemlidir. Zira, istihbarat ve politika ilişkisi de başarısızlıklarında rol oynayan etmenlerden biridir. Nitekim istihbarat ve politika dünyasındaki bağlantısızlık, tarihte Barbarossa Harekatı’nın ve Kore Savaşı’nın sürpriz şekilde cereyan etmesine neden olmuştur (Marrin, 2004). Nasıl ki uluslararası ilişkiler sistem, devlet ve birey düzeyinde analiz edilebilirse, istihbarat başarısızlıkları da yapı, çark ve birey düzeyinde ele alınabilir.
Yapısal olarak bakıldığında ilk olarak istihbarat topluluğu ve politik karar alıcılar arasında kurulamayan efektif bir bağlantı veya istihbarat toplumun siyasallaşması farklı sorunlar yaratmıştır. Öncelikle istihbaratı politika oluşturma sürecine dahil etmek yakın bir çalışma ilişkisi doğurabilmekte, iki grup arasındaki koordinasyonu geliştirebilmekte ve politik karar alıcıların sürprizle karşılaşması önlenebilmektedir. Ancak, istihbarat görevlilerinin ve politik karar alıcıların arasında kurulacak yakın ilişki eğer çok yakın olursa istihbaratın siyasallaşması meselesi meydana gelebilmektedir. Bu durumda da eldeki verilerin mevcut siyasi söylemlerin etkisiyle manipüle olması mümkündür. Bu noktada bu ilişkinin belli bir denge üzerine tesis edilmesi gerekmektedir (Marrin, 2004). Diğer bir deyişle eğer istihbarat topluluğu, belli bir politikacı grubu tarafından domine edilirse, istihbarat birimleri onların görüşleri, inançları ve dogmaları doğrultusunda hareket etmeye başlar ve elde ettiği objektif bulgular dikkate alınmaz (Shlaim, 1976).
İstihbarat uzmanlarının, karar alıcıların siyasi gündemine göre ya da düşüncelerine göre mevcut istihbaratı eğip bükmesi ve çarpıtması çok büyük problemler doğurabilmektedir (Jensen, 2012). Öyle ki istihbarat literatürünün önemli isimlerinden Loch K. Johnson bu bilgilerin çarpıtılması durumunu stratejik istihbaratın yedi büyük günahından birisi olarak görmektedir. Ona göre bu durum istihbaratın düştüğü büyük hatalardan birisidir (Johnson, 1989). Böylesi durumlarda beklenen saldırı ya da güvenlik problemi hususunda elde veriler olsa bile bunlar etkili şekilde komuta zincirine dahil olamazlar. Zira karar alıcılar bazı emareleri algılamakta güçlük çekerler çünkü bu kanıtlar stratejik tutum veya tahminlerle çeliştiğinde bunu kabul etmek istemezler (Betts, 1978). Karar alıcılar, eldeki karara yardımcı olabilecek istihbaratı sağlam şekilde değerlendirmeye zaman ayırmadıklarında, istihbarat personeline çıkan ürünlerin daha iyi nasıl olabileceği hususunda geri bildirim yapmadıklarında, istihbaratın sınırlarını anlamak ve karar vermekte mütereddit kaldıklarında ya da uyarıldıkları zaman gerekli önlemleri almadıklarında olumsuz bir durumu istihbarat başarısızlığına çevirebilirler (Jensen, 2012). Böyle bir durumda büyük sürprizler yani istihbarat başarısızlıkları kaçınılmaz olacaktır çünkü sürpriz istihbarat ve güvenlik açısından istenilmeyen bir durumdur.
Öte yandan, başarısızlıklara istihbarat çarkının üretim sürecinde meydana gelen hatalar kaynaklı bakış açıları da vardır. Pearl Harbor analiz aşamasındaki hatalar açısından ele alınan başarısızlıklardan biridir (Dahl, 2013). Analiz aşamasından kaynaklı istihbarat başarısızlığına yaratıcılığın azlığı, grup düşüncesi ve verinin yanlış algılanması gibi durumlar sebep olabilmektedir. Ayrıca yetersiz kaynak doğrulaması ve noktalar arasındaki kurulan alakasız bağlantılar da başarısızlığı besler ve ortaya çıkarılan istihbari ürün ne kadar kusursuz hazırlanırsa hazırlansın hiçbir işe yaramaz. Bunlar arasında alakasız, geç gelen veya sorulara doğrudan cevap vermeyen veya istenen öngörüyü sağlayamayan ürünler yer alır (Jensen, 2012).
Başarısızlıklara birey düzeyinde bakıldığında, psikolojik faktörler karşımıza çıkmaktadır. Özellikle karar merciindeki kişilerin psikolojik ve karakteristik özellikleri dikkat çekmektedir. Kişilik bozukluğu, komutanın verimsizliği ve algılamada yetersizlik gibi durumlar istihbarat uyarılarına rağmen uyarıların dikkate alınmasını engeller (Wirtz, 2024). Örneğin Yom Kippur Savaşı öncesinde AMAN başkanı Eli Zeira’nın gelen istihbarat değerlendirmelerine karşı tutumu olumsuz olmuş ve bu raporları dinlememe eğiliminde bir tavır sergilemiştir. Bu durumu Bar Joseph ve McDermott, yüksek bilişsel kapalılık olarak açıklamıştır (Bar-Joseph & McDermott, 2017).
Bireyler, yeni bilgileri kendi var olan ön kabullerine uydurma eğiliminde olurlar (Bar-Joseph & McDermott, 2017: 31). Üst yönetimdeki kişilerin, uyarı nitelikli raporları göz ardı etmesi ve istişareden yoksunluk istihbarat başarısızlığını kaçınılmaz kılar. Diğer bir taraftan ise Handel istihbarat başarısızlıklarının çoğu nedeninin insan doğasının psikolojik sınırlılıkları olarak görmüştür. Çoğu istihbarat başarısızlığı, istihbarat analistinin ya da karar vericilerin kendi konseptlerini yeni bilgilere uyarlayamamasından kaynaklanmıştır (Handel, 1980).
Yapı, çark ve birey düzeyi açıklamalardan farkı olarak Dahl 2013 yılında kaleme aldığı çalışmasında istihbarat başarısızlıklarını açıklayan üç farklı düşünce ekolünü geleneksel, reformist, toplama eksikliği (muhalif ekol) olarak sınıflandırmakta ve kendisi de eyleme geçirilebilir istihbarat teorisini ortaya koymaktadır (Dahl, 2013a). Bu çalışmada da Dahl’ın sınıflandırması kabul edilmekle birlikte eyleme geçirilebilir istihbarat teorisi dördüncü bir ekol olarak kabul edilmektedir.
Geleneksel ekole sahip düşünürler genel olarak istihbarat başarısızlığının doğasına odaklanır ve başarısızlığın doğal ve kaçınılmaz bir süreç olduğunu düşünürler. Bu açıdan düşünüldüğünde geleneksel ekol istihbarat başarısızlığının önlenebilirliği konusunda pesimisttir (Dahl, 2013a). Wohlstetter ve Betts bu ekolün önde gelen düşünürleridir. Başarısızlıklar doğal olduğu için gelenekselciler çoğu başarısızlıktan istihbarat yetkililerinin sorumlu tutulması gerektiğine inanmazlar.
Her ne kadar sürpriz bir saldırıdan önce gerilim arttıkça her zaman bazı uyarıların ortaya çıkacağına inansalar da geleneksel istihbarat başarısızlığı teorisyenleri, olaydan sonra düşünüldüğünde bile bu uyarıların hiçbirinin olacaklara dair açık ve kesin uyarılar olarak kabul edilemeyeceğini iddia etme eğilimindedir. Dolayısıyla analistlerin daha sonra oldukça açık görünen şeyleri gözden kaçırmış olmaları şaşırtıcı değildir (Dahl, 2013a). Bu bağlamda geleneksel ekol, istihbarat başarısızlığının istihbaratın doğasından ötürü doğal olduğuna odaklanır ve genellikle başarısızlığın karar alıcılar veya analistler tarafından yapılan hatalar kaynaklı olduğunu savunur (Betts, 2002).
Reformist ekol ise geleneksel ekolün başarısızlığın normal olduğu iddiasına karşı çıkar. Bu açıdan düşünüldüğünde gelenekselcilerin aksine istihbarat başarısızlığının önlenebilirliği konusunda optimistlerdir. Buradan hareketle, Amy Zeagart ve Harold Wilensky gibi alan uzmanları özellikle ABD istihbarat topluluğuna odaklanmışlar ve başarısızlıkları örgütsel ve bürokratik yapılardaki sorunlar açısından ele almışlardır (Wilensky, 2015; Zegart, 2000, 2005). Gelenekselciler analiz ve bilişin doğasında var olan sınırlamalar sebebiyle uyarıların gözden kaçırıldığına işaret ederken, reformistler ise problemin istihbaratın geniş istihbarat topluluğu ve hükümet bürokrasisi içerisinde yeterince paylaşılmaması ve koordinasyon eksikliği olduğuna inanmaktadır (Dahl, 2013b). Reformist ekole göre istihbarat başarısızlıklarının kökenleri istihbarat topluluğunun bürokratik yapısından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, bu perspektiften yaklaşan düşünürlere göre örgütsel anlamda yapılacak reformlar ile istihbarat başarısızlıkları önlenebilir (Dahl, 2008).
Gelenekselci ve reformist ekollere katılmayan üçüncü bir grup akademisyen ve istihbarat uzmanı daha vardır. Bu ekol istihbarat başarısızlıklarının çoğunlukla analiz ya da organizasyon sorunlarından ziyade istihbarat toplama başarısızlıklarından kaynaklandığını savunmaktadır. Onlara göre istihbarat başarısızlıklarının çoğunda sorun yeterli istihbaratın toplanamaması olmuştur. Levite ve Kahn gibi düşünürler sorunları örgüt yapısında veya karar alıcılarda aramak yerine toplamaya odaklanılması gerektiğini savunmaktadır (Kahn, 1991; Levite, 1983).
Dahl, tüm bu üç ekolü de sentezleyen ve her birinin boşluğundan yararlanarak kendi teorisini kuran ve istihbarat başarısızlıklarının açıklanması için istihbarat başarılarına da odaklanan bir teorik açıklama geliştirmiştir. 2008 yılındaki tez çalışmasında ve sonra 2013 yılındaki kitap çalılmasında Dahl, istihbaratın büyük terör saldırılarını önlemede faydalı olabilmesi için spesifik, taktiksel düzeyde uyarı vermesi ve politika yapıcıların da bu uyarıya açık olması gerektiğini ortaya koymaktadır (Dahl, 2008, 2013a). Bu iki koşul Dahl’ın eyleme geçirebilir istihbarat teorisi olarak adlandırdığı kavramı oluşturmaktadır (Dahl, 2008).
Dahl her ne kadar terör saldırıları üzerinden açıklamasını geliştirse de aslında stratejik düzeyde istihbarat başarısızlıklarını da açıklamaktadır. Dahl’ın eyleme geçirilebilir istihbarat teorisinde en önemli unsurlar taktik düzeyde uyarı ve siyasi duyarlılıktır. Bu iki unsur bir araya geldiğinde istihbarat başarısızlıkları veya sürprizler önlenecektir (Dahl, 2008). Bu iki unsurun yanına geçmiş olaylardan geçmişte yaşanan benzer olaylardan ders çıkarmanın da eklenmesiyle istihbarat başarısızlığının yaşanma ihtimalinin düşeceğini savunmaktadır (Dahl, 2008). Teorik bakış açısının anlaşılması bizi 1979 devriminim incelenmesinin ilk aşaması olan tarihî arka plana götürmektedir.
1979 İran İslam Devrimi’nin İncelenmesi
İran, yirminci yüzyılda ABD’nin Ortadoğu’daki en sadık müttefiklerinden biri olmuştur. Bunda ilk faktör bölgedeki Basra petrolünün varlığıdır. Petrolün varlığı ABD’nin İran üzerinde nüfuz kurmasına sebep olmuştur (Güzel, 2018). Öte yandan Sovyetler Birliği ile sınırlarının olması ülkeyi jeopolitik açıdan da önemli kılmıştır. Böylesi bir ülke II. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından işgale uğramıştır. Bununla birlikte Şah Rıza Pehlevi’nin yerine 1941 yılında oğlu Muhammed Rızâ Pehlevî geçmiştir (Kamrava, 2005). Muhammed Rıza, iktidarını ardındaki batılı güçlere dayandırmıştır. Zira 1953’te Başbakan Musaddık’a gerçekleştirilen darbeye ABD’nin destek vermesi ve şahın tahtı geri almasına yardım etmesi batı ile şah arasındaki karşılıklı ilişkinin boyutunu göstermesi açısından önemlidir (Arı, 2012).
İran şahı Musaddık’ın devrilmesinden sonra halk tarafından sevilmeyen bir kişiliğe dönüşmüştür. Gerçekleştirdiği batı yanlısı reformlar, din kurumunun tepkisini çeken dindışı uygulamalar, ekonomik darboğaz ve hükümet kurumlarındaki yozlaşmışlık, ülkedeki muhalif grupları 1960’lardan itibaren sokaklara dökmeye başlamış ve büyük kentlerde gösteriler meydana gelmiştir. Bu dönemde dinî muhalefet de diğer muhalefetle aynı oranda artmıştır. Din kurumunun radikal bir lideri olarak ortaya çıkan Ruhullah Humeyni, vaazlarında sık sık şah idaresini eleştirmiş ve dinî muhalefeti etkisi altına almıştır (Cleveland, 2008). 1970’lere gelindiğinde sokaklardaki gösterilerin dozu artmış, tepkinin büyümesi durdurulamamıştır. Bu sürecin sonunda İran şahı ülkeyi Ocak 1979’da terk etmiş ve bilahare İran’da bir İslam Cumhuriyeti ilan edilmiştir (Hobsbawm, 1996).
Bu sürecin gelişme sürecinde ABD istihbarat topluluğu ve karar alıcılar İran’daki gelişmeleri öngörmede etkisiz kalmış ve stratejik düzeyde istihbarat başarısızlığı yaşamıştır. ABD’li yetkililer bu sürecin neredeyse tamamında şahın iktidarını sürdüreceğini ve ülkeyi istikrara kavuşturacağını düşünmüştür. Hatta dönemin ABD Başkanı Carter (1977-1981) bile İran’ın şah idaresinde istikrara kavuşacağını söylemiştir (Donovan, 1997). Bu süreçte ABD karar alıcıları, Humeyni’nin politik tecrübesizliğinden hareketle, Humeyni ile ilişki kurulması kararına (başta Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brezizinski olmak üzere), şahın iktidarını sürdüreceğini düşünerek karşı çıkmıştır (Keddie vd., 2006). Ancak durum böyle olmamıştır. İran’da şah idaresi yıkılmış daha sonra İslami esaslara dayanan bir idare kurulmuştur. Bu meyanda İran’da gerçekleşen İslam devrimi, ABD için şok etkisi yaratmış ve bölgedeki önemli bir partnerini yitirmesine neden olmuştur. ABD-İran ilişkileri bu yıldan sonra birbirlerinin hilafına olacak şekilde seyretmiştir (Güzel, 2018).
Şah Rıza Pehlevi, 1925 yılında kendisini şah ilan ederek İran tarihinde önemli bir süreci başlatmıştır. Bu dönemde İran, modernleşme dönemine girmiştir (Levis, 2006: 401). Modern kılık kıyafet reformu, kadınların sosyal hayata katılımının arttırılması ve eğitim reformu gibi yeniliklerle modern İran’ı kurmaya çalışmıştır (Arı, 2012: 415). II. Dünya Savaşı’nda İran, Sovyetler Birliği ve İngiltere tarafından işgale uğramıştır. Bulunduğu konumdan dolayı ve yeraltı kaynaklarından dolayı ABD tarafından önemli görülmüş, dolayısıyla ABD de bu işgale destek vermiştir. İran, zengin petrol rezervlerine sahip olmasının yanı sıra Sovyetler Birliği’ne doğrudan kara yolu bağlantısı sağlamaktadır. Kuzeydeki Arhangelsk limanının yılın büyük kısmında donuk olması, İran’ı Sovyetler Birliği açısından Basra Körfezi’ne çıkış sağlayan önemli bir koridor haline getirmiştir (Abrahamian, 2008: 97). Britanya ve Sovyet askerî birlikleri büyük kentlerde kontrolü ele geçirmiş ve iletişim hatlarına savaşta kullanmak üzere el koymuştur. Müttefikler, bölgeyi Almanlardan uzak tutmak, petrol üretiminin devamlılığını sağlamak ve savaş araç gereçlerinin buradan Sovyetler Birliği’ne ulaştırılmasını sağlamak için çalışmıştır (Hambly, 1991:244).
İşgal ile beraber İran şahı Rıza, 1941 yılında tahtını oğluna bırakmıştır (Kamrava, 2005:61). Tahta çıkan yeni şah Muhammed Rıza, devlet bürokrasisi ve kendine sadık gruplar üzerindeki kontrolünü sağlayamamış, 1953 yılına kadar, iktidarını tek bir merkezde toplayamamıştır. Bu dönemde soylu sınıfın ülkede idareyi eline aldığı söylenebilir. Meclis ve kabine soyluların etkisinde kalmıştır (Abrahamian, 2008:99-100). İran petrol kaynakları üzerindeki İngiliz egemenliği, ülkedeki milliyetçi muhalif grupları Muhammed Musaddık önderliğinde birleştirmiştir. Mart 1951’de milletvekili olan Muhammed Musaddık, petrolün millileştirilmesi için yasa teklifi vermiş, bu teklif parlamento ve senatodan geçmiştir. Nisan 1951’de Başbakanlığa geçen Musaddık, Ulusal İran Petrol Şirketi’ni kurarak Anglo-İran Petrol Şirketi’nin sahip olduğu haklara el koymuştur (Kamrava, 2005: 143). Buna mukabil İngiltere, İran ile diplomatik ilişkilerini koparmış, buradaki iktisadi varlıklarını dondurmuştur. Basra Körfezi’ndeki donanma mevcudiyetini de arttırmıştır (Abrahamian, 2008: 117).
Petrolün millileştirilmesi ile birlikte ABD ve İngiltere bölgedeki çıkarlarının zarar göreceği endişesi ile beraber müdahale kararı almışlardır. İngiliz Gizli İstihbarat Servisi (SIS/MI6) ve Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA), bir darbe ortamı oluşturmak için ortak çalışmışlardır. CIA, bölgedeki isyancılara para ödeyerek, Musaddık’a karşı bir tertip organize etmiştir (Jeffreys-Jones, 2023: 76). Bu darbeyle Musaddık görevden uzaklaştırılmış ve monarşinin yeniden mutlak hakim olduğu bir düzen tesis edilmiştir (Arı, 2012: 430). Muhammed Rıza babası gibi, İran Anayasası’nın iktidarının önünde engel teşkil etmesine izin vermemiş, hükümlerini yok saymıştır. İran’ı yönetme yetkisinin neredeyse mutlak olduğuna inanmıştır (Rinehart, 1997: 55).
Batılı ülkeler başlarda İran’da demokratik reformları desteklese de Musaddık rejiminden sonra çıkarlarına zarar gelmemesi ve bölgenin komünizm tehdidiyle karşı karşıya kalmaması için daha merkezî ve güçlü liderliğe sahip bir İran’ı desteklemeye başlamıştır. İran’da batı ile ekonomik ilişkileri ortadan kaldıracak bir idarenin kurulmasını istememişlerdir (Keddie vd., 2006: 133). Zira bununla beraber ABD, çevreleme stratejisinden farklı olarak Sovyetler Birliği’ne karşı mukavemet noktaları oluşturmuştur. Bu anlamda Orta Doğu’da İsrail ve İran, ABD’nin Sovyetler’e karşı oluşturduğu mukavemet noktalarıdır (Gelvin, 2016: 346). ABD, otoriter rejimleri kullanarak bölgeyi yönetme stratejisinden hareketle, monarşik yapıları desteklemiş ve İran’da şah idaresi de ABD’nin yakın müttefiki olmuştur (Arı, 2012: 419). Şah, Musaddık darbesinden sonra ülkedeki idareyi tamamen ele almış ve siyasi özgürlükleri kısıtlamıştır. Muhalefetin tekrardan yükselmesini engellemek için de ABD ve İsrail desteğiyle, İran’da SAVAK (Sāzmān-e Ettelā'āt va Amniyat-e Keshvar/ İstihbarat ve Devlet Güvenlik Örgütü) istihbarat servisi kurulmuştur. (Cleveland, 2008: 326).
Şah Rıza, İran’da 1960’lı yıllardan başlayarak batılı anlamda bir dizi reform hareketini başlatmıştır. Ekonomik ve toplumsal yenilikleri içeren bu reformlar, ülkede modern bir toplum oluşturmaya çalışmıştır (Keddie vd., 2006: 133). Beyaz Devrim olarak adlandırılan süreç daha sonra Şah ve Halk Devrimi olarak da adlandırılmıştır (Kamrava, 2005: 145). Petrol gelirleri ile desteklenen ve sosyal hayatta birtakım reformları barındırmakla birlikte iktisadi alanda sanayileşmeyi hedefleyen bir kalkınma süreci olmuştur (Gelvin, 2011: 296). Bu meyanda beş yıllık kalkınma planı hazırlanmış, limanlar geliştirilmiş, büyük kentler arasında ulaşımı sağlayan ana yollar düzeltilmiş ve yeni demiryolları inşa edilmiştir (Abrahamian, 2008: 133). Eğitim ve kültür alanlarında da birçok reform yapılmış ve kadın hakları iyileştirilmeye çalışılmıştır. Ancak tüm bu yapılan reformlar, halkı şahın rejimine bağlayamamıştır (Cleveland, 2008: 330). Bu süreçte Fransa’daki 1968 öğrenci eylemlerinden etkilenmiş, hayli politize olmuş, dinî ve devrimci fikirlerle yetişmiş bir öğrenci nesli türemiştir. Bu öğrenciler, Beyaz Devrim’in eğitim reformlarının yanı sıra, şahın kendine has messiyanik liderliğinden etkilenmiştir. Fakat Şah bu grupların sadakatini kazanamamış, kendi tarafına çekememiştir. Bu durum kurduğu rejimin kırılganlığını göstermiştir (Ansari, 2008:249).
Öte yandan Şah, 1962 yılında tarım reformu için toprak kanunu çıkarmıştır. Toprak Kanunu ile büyük toprak sahiplerinin şahın idaresine boyun eğdirilmesi amaçlanmıştır (Cleveland, 2008: 328). Ancak, bu kanun çok sayıda ortakçı ve kiracının kentlere göç etmesine neden olmuş ve bu insan gruplarını kentlerde küçük işlerle ilgilenen veya işsiz insanlar haline getirmiştir. Tarım üretimi düşmüş, gıda maddeleri ithal edilmeye başlanmıştır. Ülkede ithalat artmış, enflasyon yükselmiştir (Hobsbawm, 1996: 520).
1973 yılındaki Arap-İsrail savaşı, yol açtığı petrol kriziyle petrol fiyatlarını dörde katlamıştır. İran’ın petrol gelirleri 1954-55 yılındaki otuz dört milyon dolardan 1973-74 yılında beş milyar dolara ulaşmış, bir sonraki yıl yirmi milyar dolara çıkmıştır. Şah, petrolden elde edilen parayı askerî harcamalara yatırmış ve batılı silah şirketlerinin önemli müşterilerinden biri olmuştur. Basra Körfezi’nin en büyük donanmasını, Batı Asya’nın en büyük hava kuvvetlerini, dünyanın en büyük beşinci ordusunu kurmuştur. Modern silah ve araç gereçlerle teçhiz edilen silahlı kuvvetler, bütçenin önemli gider kalemini oluşturmuştur (Abrahamian, 2008: 124). 1975 yılında bütçe 1,7 milyar dolar açık verirken, sonraki yılda bütçe açığı 2,4 milyar dolar olmuştur. Yanlış yönetim, kötü planlama ve yolsuzluk devletin temel problemi haline gelmiştir (Kamrava, 2005: 148).
Bu süreçte muhalefet, ülkedeki israfın hesabını sormakta, hükümetin yanlış politikalarını eleştirmekte, devletteki nepotizm ve yolsuzluğu ortaya çıkarmaktadır. Bununla beraber devlet bürokrasisi de işlerliğini kaybetmiştir (Amanat, 2017: 705). 1970’lerde hükümet ciddi bir toplumsal problemle karşı karşıya kalmıştır. Gelir adaletsizliği ve toplumsal eşitsizlik, başkent Tahran’da belirginleşmiştir. Zira zengin kesimler, Tahran’ın kuzeyindeki malikanelerde yaşarken, fakirler güneydeki gecekondu mahallelerinde yaşamaktadır. Bu toplumsal kriz, ülkedeki radikalliği daha da arttırmıştır. Entelejansiya, modern ve geleneksel orta sınıf ve ulema durumdan rahatsızdır (Abrahamian, 2008: 143).
Ülkedeki başlıca muhalefet dört gruptan oluşmuştur. Bunlardan ilki rejim aleyhtarı, milliyetçi Ulusal Cephe ile komünist Tudeh Partisidir. Bu partiler elli ve altmışlı yıllardaki gibi eski gücüne sahip değildir. İkinci grubu İslamcı gerilla örgütü Halkın Mücahitleri (Sāzmān-e Mojāhedin-e Khalq-e İrān) ve Maocu gerilla örgütü Halkın Fedaileri (Sāzmān-e Fedā'i-ye Khalq-e Iran) oluşturmuştur. Bu örgütlerin çoğunluğunu, genel olarak orta sınıfa mensup üniversite öğrencileri oluşturmuştur. Diğer grup ise herhangi bir örgüt ya da partiye bağlı olmayan bağımsız entelektüellerden müteşekkildir. Bunlar arasında Ali Şeriati ve Mehdi Bezirgan gibi aydın tabakadan insanlar vardır. Son grubu ise din adamları oluşturmuştur (Kamrava, 2005: 151).
Kamusal alanda etkin konumda olan Şii din adamlarının oluşturduğu ruhban, muhalefeti seferber etmeye muktedir grupların başında gelmiştir. Ayetullah Humeyni, vaazlarında monarşiyi hedef alarak gayri İslami olmakla suçlamıştır. Ülkede nasıl bir idarenin kurulması gerektiğini velayet-i fakih adını verdiği bir din adamının yüksek otoritesine dayalı bir sistemle açıklamıştır (Hobsbawm, 1996: 521). Bununla beraber çarşı esnafı (bazariler) da muhalefetin önemli bir kısmını oluşturmuştur. Ulemayla yakınlığı, çarşıları Şah’ın hedefi haline getirmiştir. Çarşılar, ekonomide modernleşme çalışmalarına rağmen ülkedeki iç ticaretin üçte ikisini, ve ithalatın yüzde otuzunu oluşturmakta, halı ve kuru meyve ticareti gibi faaliyetleri de kontrol etmektedir. Şah, çarşıların etkisini kırmak için çarşılardan uzak noktalara yeni cadde ve dükkanlar inşa etmiştir (Keddie vd., 2006: 228). 1975 yılındaki artan enflasyonla mücadele etmek için şah, pazarları hedef alarak temel ihtiyaç ürünlerine narh koymuş, piyasaya buğday, şeker ve et sürmüştür. Bununla beraber vurguncu olarak nitelendirdiği çarşı esnafını denetlemek için muhtesipler görevlendirmiştir (Abrahamian, 2008: 152).
Rejim, çarşı esnafının yanı sıra hatırı sayılır bir büyüklükte özerkliğe sahip ulemayı kontrol altına almak için dinî kurumlara saldırmaya başlamış, dinîn günlük hayattaki rolünü azaltmaya çalışmıştır (Cleveland, 2008: 468). 1971 yılında üç yüz milyon dolar harcayarak, Persepolis kentinde Ahameniş Hanedanlığı’nın kuruluşunun yıl dönümü görkemli şekilde kutlanmıştır. Bu pahalı ve şatafatlı kutlama, yoksul kesimlerin tepkisinin yanı sıra, İslamiyet öncesi ögelerin ön plana çıkarılması itibariyle dinî çevrelerin de tepkisini çekmiştir (Lesch, 2001: 30).
1975 yılından sonra cami cemaatinin sayısında artış meydana gelmiştir. İnşaat sektörünün çökmesiyle, daha çok inşaat işçileri dinî kurumlarda çalışmaya başlamıştır. Bu durum muhalif din adamları ile umutsuz ve hayal kırıklığına uğramış gruplar arasında bir bağ kurulmasına neden olmuştur. Din adamları muhalefet grubunda daha etkili olmaya başlamıştır (Kamrava, 2005: 151-152). Sürgündeki Ayetullah Humeyni’nin etkisinde İran kır ve taşra bölgelerinde devrimci fikirler yayılmıştır (Bozarslan vd., 2010: 146). Ulema şah rejiminin laik milliyetçiliğine ve Tudeh’in komünizmine karşı kültürel özgünlük söyleminden yola çıkarak takipçi kazanmıştır (Gelvin, 2011: 298)
Amerikan başkanı Jimmy Carter’ın insan haklarına saygı çağrısıyla, halk sesini yükseltmeye, memnuniyetsizliğini dile getirmeye başlamıştır. Büyük kentlerde grevler, sokak gösterileri ve toplantılar organize edilmiştir (Abrahamian, 2008: 159). Öğrenciler, solcu gerillalar, Tudeh Partisi üyeleri ve kadınlar da sokaklara çıkmıştır. (Gelvin, 2011: 298) 23 Ekim 1977’de Humeyni’nin büyük oğlu Mustafa, Kerbela’da öldürülmüş ve Humeyniciler bundan şahın istihbarat teşkilatı SAVAK’ı sorumlu tutmuştur. 7 Ocak 1978’de Etelaat gazetesinde çıkan makale muhalefetin öfkesini daha da arttırmıştır. Makalede Humeyni, İngiliz ajanı olmakla suçlanmıştır. Bunun üzerine Kum’da ve Tebriz’de gösteriler meydana gelmiştir (Buchan, 2013: 422).
Protestolara karşı sert tedbirler alan şah rejimi, kalabalıkları kanlı şekilde bastırmaya çalışmıştır. Her ölenin ardından gerçekleşen anma törenleri, şahın iktidarı giderek kaybettiğinin sinyallerini vermeye başlamıştır (Bozarslan vd., 2010: 148) . Ayrıca, Aralık 1978’de başlayan protestolarda, milyonlarca insan rejim aleyhine yürümüştür. Bununla birlikte, sürecin sonunda ülkedeki kontrolü ve iktidarını yitiren Muhammed Rıza Pehlevi 16 Ocak 1979’da ülkeyi terk etmiştir. 1 Şubat’ta Humeyni, sürgünden dönerek büyük kalabalıklar tarafından karşılanmıştır (Cleveland, 2008: 474). Pehlevi’nin iktidarını dayandırdığı üç temel yapı mağlup olmuştur. Ordu olayları bastırmakta başarısız olmuş, bürokrasi devrime destek vermiş, saray patronajı etkisiz kalmıştır (Abrahamian, 2008: 162). İran devrimi, dünya devrim tarihinde dinî ögeleri itibariyle farklı ve özgün bir yere sahiptir. Zira köktendincilik ilk defa devrim yapmıştır. İslam ülkelerinde artan nüfusla beraber orta sınıflar, bu devrimci hareketten etkilenmiştir. İslamcılık devrimci bir hal alarak diğer ülkeleri de etkilemiştir (Hobsbawm, 1996: 522). İran’da İslami hükümlere dayanan bir İslam Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Bütün bu olaylar olurken, ABD, İran İslam Devrimi’ni öngörmek hususunda başarısız olmuş ve bölgedeki en önemli müttefikini kaybetmiştir. Zira, kurulan yeni İslam rejimi, Amerikan aleyhtarı bir dış politika izlemiştir. ABD’nin bölgedeki çıkarlarını olumsuz etkilemiştir.
İran Devrimi Ve Stratejik İstihbarat Başarısızlığı
Bu dönem, Başkan Richard Nixon (1969-1973) ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger'ın İran'ı Amerika'nın Basra Körfezi'ndeki stratejisinin temel taşı olarak gördükleri dönemdir. ABD'li yöneticiler, tüm uyarıları görmezden gelerek, ordusunun kullanamayacağı ve ekonomisinin karşılayamayacağı halde Şah'a silah satmaya devam etmişlerdir. Vietnam'ın yıprattığı ABD, dünyanın kritik bölgelerinde kendi adına bekçilik yapabilecek müttefikler ve vekiller aradıkları bu dönemde Şah güvenli bir tercih olarak görülmüştür (Takeyh, 2021, s. 158).
İran’daki halk hareketleri, şah idaresi tarafından bastırılamayıp bir devrime dönüşmüştür. Devrimin karakteri ise İslami nitelikli olmuştur. Sürgünde olan din adamı Ruhullah Humeyni, İran’a gelerek İslam Cumhuriyeti’ni kurmuştur. ABD, bu olayla bölgedeki en büyük müttefikini kaybetmiştir. Bu açıdan bakıldığında ABD açısından, İran İslam Devrimi büyük bir stratejik istihbarat başarısızlığıdır (Connelly vd., 2021: 781). Burada ilk olarak değinilmesi gereken husus genel olarak dinî bir hareketin özel olarak ise devrimlerin özgün yapısıdır. Devrimleri tahmin etmek, doğal olarak, zor bir iştir. Gerçek devrimler doğaları gereği hızlı ve değişken siyasi, ideolojik ve sosyal değişimleri içerir, kaçınılmaz olarak önceden tahmin edilmekten ziyade sonradan anlaşılması daha kolay olan karmaşık bir olaylar sistemini temsil eder (Donovan, 1997b, s. 232). Keddie gibi bazı yazarlar, İran'daki devrimin doğası gereği öngörülemez olduğunu ileri sürmektedir (Keddie, 1995, s. 11). Fakat bu görüşler İran Devriminin ABD açısından stratejik seviyede bir istihbarat başarısızlığı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Jack Goldstone gibi uzmanlar ise analistlerin İran devrimini öngörememesinin, alan uzmanlarının devrimin nedenlerinden ziyade sürecini anlamamasından kaynaklandığını ileri sürmektedir (Goldstone, 1995, s. 43). Humeyni'nin velayet-i fakih adında dinî bir yönetimin başa geçirilmesi için yaptığı çağrının halk tarafından gördüğü destek, dindar bir Hıristiyan olan ABD Başkanı Jimmy Carter'ın bile kavrayışının ötesindeydi. Beyaz Saray'ın İran konusundaki yardımcısı Gary Sick daha sonra bunu şöyle kabul etmiştir: "Teokratik bir devletin kurulmasına yol açacak bir halk devrimi fikri saçma denecek kadar ihtimal dışı görünmüştü"(Andrew, 2018, s. 701). Gerçekten de İran Devrimi dünya tarihindeki en büyük halk ayaklanmalarından biriydi: İran nüfusunun yüzde 10'u ya da daha fazlası Şah Muhammed Rıza Pehlevi'yi deviren gösterilere ve genel greve katılmıştı. Karşılaştırmak gerekirse, Fransız Devrimi'ne nüfusun yüzde 2'sinden azı, Sovyet komünizminin devrilmesine ise yüzde 1'inden azı katılmıştı (Kurzman, 2005, s. 1). Nitekim dönemin CIA Direktörü Stansfield Turner İran İslam Devriminden hemen sonra yaptığı açıklamada bu durumu şu şekilde açıklamıştır:
“…İran söz konusu olduğunda daha iyisini yapmak isterdik. Aslında geçtiğimiz yaz ve sonbahar boyunca dinî, ekonomik, sosyal ve siyasi hoşnutsuzluk odaklarını rapor ediyorduk. Bunlar tek tek ele alındığında hükümetin durumu kontrol altına alma kapasitesi dahilinde görünüyordu. Öngöremediğimiz şey ise, 50 yılı aşkın bir süredir huzursuzluğu etkin bir şekilde kontrol eden bir monarşinin bunu tekrar yapmak için zamanında harekete geçmeyeceği ve 14 yıldır sürgünde olan 78 yaşındaki bir din adamının bu farklı muhalif grupların aniden bir araya gelmesine neden olacak bir katalizör haline geleceğiydi. Bunu hiçbir istihbarat servisi, hiçbir köşe yazarı, hiçbir akademisyen, ne Şah ne de sanırım Humeyni öngörmüştü.” (Central Intelligence Agency, 1979)
Bu istihbarat başarısızlığının oluşmasında devrimin özellikle dinî devrimin anlaşılmasının zorılığunun dışında çeşitli nedenler ileri sürülmüştür. Bar Joseph, ABD istihbarat topluluğunun İran’da gerekli bilgiyi elde edemediğini iddia etmiştir (Bar-Joseph, 2013). Jervis ise istihbarat çarkının analiz kısmında hata yapıldığını ve bu nedenle olayların seyrinin doğru tahmin edilemediğini belirtmiştir (Jervis, 2012). Donovan ise İran’dan gelen bilgilerin ve uyarıların, politikacılar tarafından göz ardı edildiği ve bu nedenle istihbarat başarısızlığının yaşandığını öne sürmektedir (Donovan, 1997a). James Bill ise bu başarısızlığı açıklamak için ABD hükümetinin yürütme organının en üst kademelerinde Şah'ın siyasi olarak yenilmez olduğu varsayımını tanımlamak için "Pehlevi varsayımı" kavramını kullanmaktadır. Bill'e göre istihbarat analistleri "her zaman 'Pehlevi varsayımının' gölgesi altında çalıştılar" ve bu varsayıma karşı çıkmakta başarısız oldular. Böylece siyaset kurumu ve istihbarat topluluğu İran'da birbirini güçlendiren bir başarısızlık döngüsüne kilitlenmiştir (Bill, 1988, s. 422)
Michael Ledeen ve William Lewis, istihbarat uzmanlarının İran'da potansiyel bir kriz olduğunu göremediklerini değil, kriz ortaya çıktığında bunu anlayamadıklarını ileri sürmektedir. Bu durum onlara göre, kısmen 1970'lerde istihbarat topluluğunun kötü yönetiminin bir ürünüydü. Düşük moral, kamuoyundaki kötü imaj ve Şah'ın istikrarına ilişkin eleştirel bakış açısına karşı hem siyaset kurumu hem de istihbarat topluluğu içinden gelen direnç, topluluğun siyaset yapıcıları bilgilendirme becerisini sekteye uğratmıştır (Ledeen & Lewis, 1982, s. 133). John Ranelagh ise İran Devrimindeki ABD'nin istihbarat başarısızlığına başta CIA olmak üzere ABD istihbarat teşkilatlarının geçirdiği dönüşüm bağlamında yaklaşmaktadır. Ranelagh'a göre devrim her yönüyle devasa bir istihbarat başarısızlığıdır ve Beyaz Saray'daki çekingenlik ve kararlılık eksikliği ile daha da kötüleşmiştir. Ranelagh'a göre bu, CIA içindeki değişimin bir ürünüdür ve teknik toplama sistemlerine artan güven, istihbarat teknokratlarının yükselişi ve kargaşaya doğru giden bir dünyayı fark edememe öne çıkan nedenlerdir (Ranelagh, 1986, s. 548).
Devrime giden sürece yakından bakıldığında öncelikle 1960 ve 1970’lerin ilk yılları boyunca İran’ın iç politik durumu hakkında yeterli bilgi toplanamadığı anlaşılmaktadır. Özellikle 1972-1973 dönemi İran'la ilgili istihbarat analizlerinin için en zayıf olduğu dönemdir. Genel olarak istihbarat topluluğunun yeniden organize edilmesi, özel olarak da CIA’nın itibarı ve Amerikan iç sorunlarının (özellikle Watergate skandalı ve bunun etkileri) bir sonucu olarak İran hakkındaki analizler zayıf kalmıştır (Donovan, 1997b, s. 205). Bu da sonraki yıllarda analiz ve değerlendirmeyi etkilemiştir. Ayrıca, ABD’deki yönetimler İran’da şah rejiminin istikrarlı ve etkili bir kontrol sağladığını düşünerek istihbarat topluluğunu İran’ın iç siyaseti hakkında bilgi toplamakla görevlendirmemiştir. Örneğin 1973 yılında Dış Bakanlığına Tahran’dan gönderilen değerlendirmede “Öngörülemeyen durumlar dışında, Şah öngörülebilir gelecekte de baskın konumunu koruyacak; İran siyaset sahnesinde bir dev gibi duracak, iktidarın tüm dizginleri onun elinde olacak ve hiçbir rakibi kabul etmeyecektir.” denilmektedir. Aynı belgede dinî grupların Şah’tan memnun olmadığı ve dinîn daha az eğitimli İranlıların kalpleri ve zihinleri üzerinde hala önemli bir etkiye sahip olduğu tespit edilmekle birlikte dinî bir etkiyle siyasi bir değişimin olası olmadığı belirtilmektedir (Department of State, 2012, ss. 2-6). Donovan’a göre bu dönemde İran'la ilgili üretilen istihbaratın zayıflığı yalnızca doğruluğundan değil, daha ziyade önyargılara açık olmasından kaynaklanıyordu. Şah'ın konumunu tartışmasız olarak niteleyen istihbarat değerlendirmeleri, Nixon yönetiminin İran şahının gücünü destekleme eğilimine hizmet etmiştir (Donovan, 1997b, s. 212).
1974-1976 yılları arasında İran'la ilgili rapor ve analizler gelişmeye başlamıştır. Elbette bu dönemde, yaklaşmakta olan felaket hakkında hiçbir öngörüde bulunulmamıştır. Raporlamadaki iyileşme kısmen ABD'de Şah'a verilen yüksek düzeydeki desteğin mantığını sorgulayan genel bir fikir birliğinin oluşmasının bir sonucudur (Donovan, 1997b, s. 213). Örneğin; 9 Mayıs 1975’de İran hakkında yayımladığı ülke raporunda gelecek birkaç yıl içinde Şah'ın İran'ın iç işleri ve programları üzerindeki otoriter kontrolüne ciddi bir meydan okuma olasılığını çok az gördüklerini fakat, Şah'ın karar alma tekeli ve muhalefeti daha fazla bastırma eğilimi belirli siyasi maliyetler doğuracağına dikkat çekmektedir. Aynı raporda “Muhalefetin önde gelenleri dinî liderler ve onlar aracılığıyla dinî kurumlardır. Dinî grupların reform yanlısı hükümdarlara karşı uzun süredir itirazları ve Pehlevi hanedanına karşı özel bir antipatileri vardır.” diyerek İran’daki dinî grupların etkisini anlamaya başlamışlardır (Department of State, 2012, s. 347).
Aynı şekilde Şubat 1976’de CIA tarafından hazırlanan araştırma raporunda da İran’daki dinî grupların etkisi ve Şah’a olan bakışı şu şekilde ortaya konulmuştur:
“Monarşi nüfusun büyük bir kısmı tarafından kabul edilse de, eğitimli azınlığın büyük bir kısmı için monarşi anlamını çoktan yitirmiştir. Eğer Şah Muhammed Rıza Pehlevi'yi kabul ediyorlarsa, bu, temsil ettiği kurumun saygınlığından başka kişisel güvenlik ve ilerleme arzusu ya da etkili bir alternatifin olmaması gibi nedenlerden dolayıdır. Din adamları muhtemelen monarşinin ortadan kaldırılmasını tercih etmeyeceklerdir ancak Şah'ın gittiğini görmekten mutlu olacaklardır. Onlar için laik bir hükümet en az mevcut Şah kadar tehlikeli olacaktır ancak dinî liderlerin gözünde Muhammed Rıza üstlendiği görevin temel unsurlarından biri olan İslam'ın korunmasına ihanet etmiştir. Dahası, şimdiki dinî liderler kuşağı, Şah'ın da kendisinden önceki babası gibi İran'da İslam'ı yok etmeye kararlı olduğuna inanmaktadır.” (Department of State, 2012, s. 487)
Şah'ın 25 yıl içinde ikinci kez ülkesinden utanç verici bir şekilde sürgün edilmesinden sadece iki yıl önce (28 Ocak 1977) yazılan rapor şöyle başlamaktadır: "İran'ın önümüzdeki birkaç yıl boyunca Şah'ın liderliği altında istikrarlı kalması muhtemeldir... İran'ın en azından 1980'lerin ortalarına kadar nispeten rahat bir dönem geçirmesi ihtimali yüksektir." (The Bureau of Intelligence and Research, 1977).
Tahran Büyükelçiliği'nin Dışişleri Bakanlığı'na 25 Temmuz 1977'de gönderdiği arka plan raporu, İran'daki muhalefete ilişkin bazı yararlı tarihî bilgiler sunarken, rejimin halkın mevcut hoşnutsuzluk ifadelerini nasıl ele aldığına ilişkin yeni bilgiler için de bir bağlam oluşturmaktadır. Bazı tarihçiler ve bazı eski yetkililer Şah'ın yeni gelen Carter yönetimine hükümetinin insan haklarını ciddiye aldığını göstermek istediğini belirtmişlerdir. İnsan haklarının desteklenmesi Carter için yüksek bir siyasi öncelikti ve çoğu anlatıma göre Şah bu gösteriyi gerekli ama iğrenç bir yük olarak görüyordu. Önceki Demokrat başkanlar Kennedy ve Johnson'dan gördüğü ve aşırı derecede patronluk tasladığını düşündüğü reform baskısından dolayı, Şah dışarıdan gelen müdahalelerden nefret ediyordu. Aynı baskıyı Carter'dan da bekliyordu. O dönemdeki değerlendirmelerin tipik bir örneği olarak, bu raporun yazarları bu konuda pembe bir gelecek görmeyi tercih etmiş ve önceki tahminlerini titizlikle korurken, "liberalleşme kapısı aralık gibi görünüyor" sonucuna varmışlardır (U.S. Embassy Tehran, William Sullivan Airgram to State Department, 1977).
Bu noktaya kadar anlaşıldığı üzere hem toplama hem de analiz kısmında birçok hata meydana gelmiştir. Ocak 1978’de yaşanan birtakım ayaklanma ve saldırılar, İran’ın güvenlik gündemini değiştirmiştir. Bunun üzerine Amerikan istihbarat topluluğu ve büyükelçilik çalışma alanını genişletmiştir. Genellikle şahın idaresi güçlü görülerek, elindeki güvenlik ve silahlı kuvvetler aygıtlarının büyüklüğünden dolayı olayları kontrol altına alacağı düşünülmüştür (Daugherty, 2001: 458). Böyle bir düşüncenin oluşmasında Pehlevi yanılgısı olarak adlandırılan durum etkili olmuştur. Bu düşünceye göre, İran şahı Pehlevi, beyaz devrim ile batılı idealleri bölgeye yaymış ve İran’ın modernizasyon süreci başarılı bir çerçeve çizmiştir. Bu da batılı gözlemcilerin gözünde İran şahını yüksek özgüven sahibi göstermiştir. Onlara göre şah muktedir ve güçlü bir figürdür. Bu düşünce ile şahın olayları bastırabilme kabiliyetinde olduğu, sorunların üstesinden gelebileceği düşünülmüştür (Balzer, 2019: 7).
Fakat 3 Şubat 1978 tarihli gizli gizlilik derecesiyle elçilikten ABD Dış İşleri Bakanlığına gönderilen analiz olayların anlaşılmaya başlandığına işaret etmektedir. Devrime hâkim olacak siyasi ve toplumsal güce dair bu etkileyici analiz, İran'daki Amerikan yetkililerin ülkedeki Şii olgusunun sanıldığından daha erken bir dönemde farkına vardıklarının bir göstergesidir. Analizde Ayetullah Humeyni özellikle muhalefetin "sembolik lideri" olarak anılmaktadır. Büyükelçilik personeli, "yeniden canlanan Şii dinî hareketini" daha iyi anlamak için "çaba sarf ettiklerini" itiraf ediyor ve sorunun bir kısmının, hükümet içindeki ve dışındaki İranlıların sürekli olarak "Humeyni'nin takipçilerinin çoğunlukla kripto Komünistler veya Marksist çizgideki solcular olduğu" görüşünü "yaymaları" olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Belgenin devamında Şiilik ve İran monarşisinin "İslami müesses nizama" yönelik kötü tutumu hakkında kısa bir inceleme yer almaktadır. Belgede özellikle "İslam'ın İran halkının büyük çoğunluğunun yaşamına derinden nüfuz ettiğinin aşikar hale geldiği" belirtilmiştir (U.S. Embassy Tehran, telegram to State Department, 1978).
Bu dönemde, öncelikli hedef kitlesi Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve askerî komutanlar olan Savunma İstihbarat Ajansı (DIA), 29 Mart 1978 tarihinde İran'daki Şiilik üzerine tasnif dışı bir rehber hazırlamıştır. DIA'nın yurtdışında kendi HUMINT kaynakları vardır ancak bu belge açıkça açık kaynaklardan elde edilen bilgilerden oluşmaktadır. Ancak konu seçimi, en azından İran toplumunda işleyen temel dinamiklerden birinin öneminin temel bir kabulünü göstermektedir. Fakat bu rehber de İran'da gerçekleşen olayların gidişatını tahmin etme girişiminde bulunmamaktadır (Defense Intelligence Agency, Intelligence Appraisal, 1978).
Halkın muhalefetinin dinî boyutunun bir başka göstergesi de bu 1 Ağustos 1978 tarihli Dışişleri Bakanlığına gönderilen Büyükelçilik raporunda ortaya çıkmaktadır. Ünlü İran uzmanı Charles Naas'ın telgrafı, ülkede huzursuzluk arttıkça üst düzey din adamları arasındaki bazı iç çekişmeleri anlatmakta, ancak aynı zamanda "okuma yazma bilmeyen nüfus kitlesi" arasında "neredeyse mistik bir saygıyı koruyan" Ayetullah Humeyni'nin üstünlüğüne işaret etmektedir. Dinî gösterilerle ilgili sorun o kadar kötü ki Naas, Şah'ın gelecekteki protestoları dağıtmak için orduya emir verecek ve gerçek mühimmat kullanımına izin verecek kadar "depresyonda" olduğunu bildirmektedir (U.S. Embassy Tehran, Charles Naas, Airgram to State Department, 1978).
Bu dönemde 31 Ağustos 1978 tarihinde CIA tarafından İran’daki durumu değerlendirme raporunun başlığının “Şah’ın Ardından İran” olması dikkat çekicidir. Raporda Şah’ın suikast veya doğal sebeplerle ölmesinin ardından yeni yönetimin ortaya çıkmasında etkili olabilecek kurumlar, kişiler ve diğer unsurlar ele alınmakta ve gelecekte önemli olacağı düşünülen kişilere yönelik biyografik istihbarat sağlamaktadır. Fakat rapor İran’ın devrim sürecinde veya devrim öncesi süreçte olduğunu kabul etmemekte, ülkede yaşanan protesto ve memnuniyetsizlik dalgasının Şah’ı tehdit edecek boyutta olmadığını savunmaktadır (Central Intelligence Agency, 1978a).
İlgili istihbarat kurumlarının katkılarıyla hazırlanmış olan 1 Eylül 1978 tarihli Ulusal İstihbarat Değerlendirmesi Taslağı, İran'daki iç siyasi durum hakkında önemli ayrıntılar sunmaktadır. Değerlendirme Şah'ın geleceği hakkında kasvetli bir tablo çizmekte ve en azından Pehlevi "hanedanının" büyük tavizler vermeden önümüzdeki birkaç ayı atlatamayabileceği ihtimaline yer vermektedir. Değerlendirme ayrıca dikkatli okuyucular için Şii din adamlarının "en etkili lideri" Ayetullah Humeyni'nin "yıllardır" Şah'ın devrilmesi ve "teokrasinin kurulması" çağrısında bulunduğuna işaret etmektedir. Bu taslağın son halinin hazırlanıp hazırlanmadığı ve politika yapıcılara dağıtılıp dağıtılmadığı bilinmemektedir (Central Intelligence Agency, 1978b).
31 Ekim 1978 gibi geç bir tarihte, Washington'da ve diğer Batı başkentlerinde İran'da işlerin tehlikeli bir yöne doğru gittiğine dair hala çok az görüş vardır. Tahran'daki ABD Büyükelçiliği'nden gelen telgrafta, aynı derecede vahim bir rapor Dışişleri Bakanlığı'nın dikkatini kamuoyunun birçok kesiminde gözle görülür bir tutum değişikliğine yöneltmektedir. Şah yanlısı ve karşıtı unsurların, Şah'ın kesin adımlar atmamasının durumu daha da kötüleştirdiği ve Şah'ın olayların kontrolünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu konusunda hemfikir oldukları bildirilmektedir (U.S. Embassy Tehran, Telegram to State Department, 1978).
Tahran Büyükelçiliği, 2 Kasım 1978'de Dışişleri Bakanlığına çektiği telgrafta "askerî seçenek" konusuna odaklanmış görünmektedir. Genel kanının askerî bir müdahalenin kaçınılmaz olduğu yönünde ve Büyükelçilikle temasta olan pek çok kişinin (özellikle de üst düzey askerî yetkililerin) bu fikri aktif bir şekilde desteklediği belirtilmektedir. Şah'ın Büyükelçi Sullivan'a askerî bir hükümet kurmayı düşündüğünü bizzat söylediğini kaydeden telgraf, böyle bir hareketin başarılı olabileceğini değerlendirmekle birlikte "uzun vadede maliyeti ağır olacağı" sonucuna vararak bu seçeneği desteklemekten kaçınmaktadır (U.S. Embassy Tehran, William Sullivan, Telegram to State Department, 1978).
Aynı tarihlerde 3 Kasım 1978 CIA tarafından da, İran’daki mevcut durum ve bunun petrol fiyatlarına etkisinin analiz edildiği bir rapor hazırlanmıştır. Raporda Humeyni’nin en etkili dinî lider olduğu ve Şah’ın Humeyni gibileri izole etmek için ılımlı muhaliflerle çalışacağını fakat Şah’ın Humeyni’yi etkisizleştirme ihtimalinin zayıf olduğu değerlendirilmektedir (Central Intelligence Agency, 1978c).
9 Kasım 1978 tarihli Büyükelçi William Sullivan tarafından çekilen telgraf tüm devrim döneminin en önemli belgelerinden biri olarak nitelendirilmektedir. Sullivan uzun süredir Şah'ın desteklenmesini savunmaktaydı ve bu da Dışişleri Bakanı'na gizli olarak gönderilen bu mesajın içeriğini Başkan Carter da dahil olmak üzere okuyanlar için daha da şaşırtıcı hale getiriyordu. Sullivan mesajında Şah'ın İran toplumundaki desteğinin dramatik bir şekilde azaldığını, sadece ordunun Şah'a destek vermeye devam ettiğini anlatmaktadır. Telgrafta ayrıca şahın tahtı terk etmesinin kötü bir şey olmayabileceğini öne süren olası bir olay senaryosu ortaya koymaktadır (U.S. Embassy Tehran, William Sullivan, Cable to State Department, 1978).
Yine bu dönemde CIA tarafından 20 Kasım 1978'de hazırlanan gizli gizlilik derecesine sahip raporda: "Humeyni, Şah'ı devirmeye kararlıdır ve herhangi bir uzlaşmayı kabul etmesi olası değildir. Humeyni'nin etkisi artık o kadar güçlü ki ne diğer din adamları ne de sivil muhalefet liderleri onun karşı çıktığı adımları atabilecek durumdadır." (Central Intelligence Agency, 1978d) denilerek yaklaşan fırtınayı haber vermektedir .
Fırtına yaklaşırken Kasım 1978'in sonlarında Başkan, Washington'daki deneyimli politika danışmanı George Ball'u olayların bağımsız bir değerlendirmesini ve bir dizi politika önerisini hazırlaması için görevlendirmiştir. 12 Aralık 1978 tarihli George Ball tarafından hazırlanan raporun tarihî açıdan asıl değeri, Başkan Carter'ın danışmanlarının İran konusunda bir uzlaşmaya varamamış olmasıdır. Ball, Şah'ın mevcut rolüyle ayakta kalamayacağını öngörüyordu. Ayrıca Ball, Brzezinski’nin aksine askerî bir çözüme karşı çıkıyor ve Humeyni'ye sessizce ulaşılmasını savunuyordu. Yeni bir hükümet konusunda ise Şah'ın, üyeleri ABD tarafından onaylanan ve iktidarı sorumlu bir kuruma devretmenin yolunu belirleyecek konsey kurması gerektiğini düşünüyordu (George Ball, Report to President Carter, 1978). Ball raporunun temelinde Şah'ın İran'ı yönetme konusunda bir geleceği olmadığı gerçeği yatıyordu. Bu raporun ABD karar alıcıları nezdinde neredeyse hiçbir etkisi olmamıştır
21 Kasım 1978’de CIA tarafından hazırlanan raporda, “Tahran'da 10 ve 11 Aralık 1978 tarihlerinde düzenlenen ve bir milyon kadar göstericiyi sokaklara döken protesto yürüyüşleri ustaca organize edilmiş ve kontrollü bir şekilde yönetilmiştir... Bu yerel kanaat önderlerinin, İslami din adamlarının direktifleri doğrultusunda çok sayıda insanı sokağa dökme becerisi, İran'daki dinî muhalefete, onu muhalefet içindeki diğer gruplardan ayıran örgütsel bir güç kazandırmaktadır.” diyerek kaçınılmaz olanın yaklaştığına işaret edilmektedir (Central Intelligence Agency’den aktaran (Donovan, 1997b, s. 282)
10 Ocak 1979'da Büyükelçi Sullivan'dan Dışişleri Bakanı Cyrus Vance'e gönderilen telgraf, devrimin bu gergin aşamasında ABD yetkilileri arasındaki duygu yoğunluğunu yansıtmaktadır. Sullivan olağanüstü açık bir dille Başkan Carter'ı, daha önce kararlaştırıldığı üzere Ayetullah Humeyni ile görüşmek üzere bir aracı göndermeyerek "büyük ve belki de telafisi mümkün olmayan bir hata" yapmakla suçlamaktadır. Dinî muhalefetin lideriyle temasa geçilip geçilmeyeceği konusu ayaklanmaya giden süreçte yetkililer tarafından defalarca gündeme getirilmiş ve dikkatler Şah döneminde ABD'nin (ve Batı'nın) İran'la ilişkilere yaklaşımının altında yatan sorunlardan birine odaklanmıştır (Embassy Tehran, William Sullivan, Eyes Only Telegram for the Secretary, 1979).
ABD istihbarat topluluğu bu süreçte devrimin öngörememenin ve Humeyni’nin etkisini anlayamamanın yanında İran silahlı kuvvetlerinin dağılmasını açıklamakta da başarısız olmuştur. Amerikalı analistlerin Şah'ın generallerinin de hükümdarın kendisi kadar yalpaladıklarının farkında olduklarına dair hiçbir belirti yoktur. Carter ve Brzezinski orduya olan güvenlerini hiç kaybetmemişler ve Şah'ın kararsızlıklarından bağımsız olarak generallerin düzeni yeniden sağlayabileceklerini varsaymışılardır. Hatta ABD yönetimi, General Robert Huyser'i Ocak ayında generalleri askerî bir yönetime hazırlaması için İran'a göndermiştir. Tüm bunlar 11 Şubat'ta silahlı kuvvetlerin tarafsızlığını ilan etmesiyle boşa çıkmış, Başbakan Bakhtiar ülkeden kaçmış ve en önemlisi Humeyni, sonraki kırk yıl boyunca ABD ve müttefiklerinin başına bela olacak İslam Cumhuriyeti'ni kurmuştur (Takeyh, 2021, s. 168).
Sonuç
İran Şahı Muhammet Rıza Pehlevi, iktidarında petrol gelirlerini kullanarak ülkede büyük bir kalkınma atılımı yapmayı hedeflemiş ve Beyaz devrim olarak adlandırılan bir dizi reform ve modernleşme adımları ile İran’ın çehresini batıya çevirmiştir. Eğitim ve bayındırlık alanlarında yapılan yenilikler, ülkenin kalkınması için önemli bir rol oynamıştır. Şah ayrıca petrol gelirlerini kullanarak kişisel servetini de büyütmüştür. Bu da halk tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Ülkede meydana gelen gelir eşitsizliği ve siyasi baskılar, halk yığınlarının şah idaresinden memnun olmamasına sebep olmuştur.
Muhalefetle karşılaşan Şah, İran’da siyasi özgürlükleri kısıtlamış ve baskıcı bir polis devleti oluşturmuştur. Bununla birlikte ABD’nin siyasi liberalleşme tavsiyesi doğrultusunda İran’da muhalefet hareketleri canlanmıştır. Muhalif kesimler, sokaklarda büyük yürüyüşler organize etmiş ve Şahın buna tepkisi ise sert olmuştur. En güçlü muhalif blok din kurumunun içinden radikal bir kol olarak ayrılan ve mevcut rejimin hilafına İslami bir idare kurulmasını isteyen aşırı dinci grup oluşturmuştur. Bu grubun başında önemli bir hatip olan Ruhullah Humeyni vardır. Vaazlarında sık sık şah idaresini hedef almıştır. Şah idaresinin artan şiddeti kalabalıkları dizginlemeye yetmemiş ve sonunda şahın ülkeyi terk etmesine neden olmuştur. İran’da Humeyni önderliğinde bir İslami idare kurulmuştur.
1979 İran Devrimi hem bölge ülkeleri hem de ABD için tarihte önemli bir dönüm noktası olmuştur. Orta Doğu’da ABD en sadık müttefikini kaybetmiştir. İran, hem doğal kaynakları ile hem de stratejik önemi haiz coğrafi konumu ile ABD için önemli bir ülke iken devrim sonrası tamamen ABD karşıtı bir konum almıştır. ABD’nin İran’daki varlığını kaybetmesi stratejik açıdan büyük bir başarısızlıktır.
1979’un istihbarat başarısızlığı olarak ortaya çıkmasına neden olan faktörlerden ilki Dahl’ın da kendi teorisinde üzerinde durduğu geçmişte yaşanan benzer olaylardan ders çıkarmanın gerekliliğidir (Dahl, 2008, s. 71). Fakat dinî bir devrim ne ABD ne de başka bir batılı istihbarat topluluğunun aşina olduğu bir olgudur. İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sırasında Batılı istihbarat teşkilatları Nazi ve Komünist ideolojisini iyi tanıyordu. Ancak yirminci yüzyılın sonlarında giderek sekülerleşen Batı, İslami köktendinciliğin cazibesini kavramakta çok daha fazla zorlanmıştır. Dinî aşırıcılığın siyasi gücü konusundaki yetersizliği, 1979'un başlarında İran'da Batı yanlısı Şah'ın devrilmesine ve 78 yaşındaki Şii Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin yükselişine yol açan kriz sırasında canlı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Humeyni'nin halkın desteğini alarak kazandığı zaferin Washington'u şaşırtmasının ardından bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi "Dinî kim ciddiye aldı ki?" diye soruyordu (Andrew, 2018, s. 9).
İran Devrimine yönelik incelenen raporlar ve dokümanlar, ABD açısından stratejik düzeyde gerçekleşen istihbarat başarısızlığında etkili olan en ikinci faktörün politik karar alıcıların sahadan gelen raporlara karşı takındıkları tavır olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle İran’da yaşanan protestolara ilişkin raporların karar alıcıların dikkatini çekecek kadar etkili olmadığını göstermektedir (Tarapore, 2023: 3). Connely ve diğerleri, politika yapıcıların son ana kadar bilgilendirildiklerini ortaya koymuştur. Ancak genellikle Vaşington’daki görevliler, gelen raporları göz ardı etmişlerdir (Connelly vd., 2021: 790). Hem 1978 sonrası belgeler hem de Büyükelçi Sullivan, anılarında devrimi öngöremediklerini ancak, sürekli olarak 1978'den itibaren Vaşington'u protestolar hakkında bilgilendirdiklerini işaret etmektedir. Ancak bu raporların cevapsız kaldığını ve kulak arkası edildiği anlaşılmaktadır (Connelly vd., 2021: 784).
Diğer bir husus ise toplama eksikliğidir. Amerikan istihbaratı özellikle Humeyni hakkında yeterli bilgiye sahip olamamıştır. Kent’in deyimiyle cari raporda biyografi unsuru ileride lider olarak çıkacak kişilerin öngörülmesinde fayda sağlar. Dolayısıyla istihbarat teşkilatları muhtemel lider adaylarını iyi şekilde takip etmelidir (Kent, 2003:25-26). Ancak, Humeyni’nin gelecekteki İran’ın lideri olacağı konusunda bir izlenim uyanmamıştır. Devrim öncesinde analistler devrimin lider Ayetullah Humeyni hakkında çok az bilgi sahibidir. Eldeki bilgiler, sadece gazetelerden duydukları bilgilerdi. Humeyni hakkındaki bilgilere odaklanılmamıştır (Jervis, 2010: 18). Bu durum Amerikan istihbaratının cari raporda başarısız olduğunu göstermiştir.
Toplamadaki eksiklik ve Pehlevi yanılgısı analize de yansımıştır. Şahın muktedir ve sağlam bir irade göstereceği düşüncesinden hareketle olayların bastırılacağı düşünülmüştür. Din kurumunun potansiyeli ise gözden kaçmıştır. Tüm bu toplama, analiz ve politik karar alıcılar düzeyinde gerçekleşen hatalar ABD açısından bir stratejik istihbarat başarısızlığı yaşanmasına neden olmuştur.
TYB Akademi 42 / Eylül 2024
Abrahamian, E. (2008). A history of modern Iran. Cambridge University Press.
Amanat, A. (2017). Iran: A modern history. Yale University Press.
Andrew, C. M. (2018). The secret world: A history of intelligence. Yale university press.
Ansari, A. M. (2008). Modern Iran: The Pahlavis and after (2. ed., [Nachdr.]). Pearson Longman.
Arı, T. (2012). Geçmişten günümüze Orta Doğu: Siyaset, savaş ve diplomasi (5. Baskı Ekim 2012). Mkm yayıncılık.
Avery, P. (Ed.). (1991). The Cambridge history of Iran. 7: From Nadir Shah to the Islamic Republic / ed. by Peter Avery (4. print). Cambridge Univ. Pr.
Bar-Joseph, U. (2013). Forecasting a Hurricane: Israeli and American Estimations of the Khomeini Revolution. Journal of Strategic Studies, 36(5), 718-742. https://doi.org/10.1080/01402390.2012.742009
Bar-Joseph, U., & McDermott, R. (2017). Intelligence success and failure: The human factor. Oxford University Press.
Başak, Ü., & Taban, M. H. (2023). 20. Yüzyıldaki İstihbarat Başarısızlıklarının Nedenleri Ve Düzeyleri. 161-190. https://www.jsga.edu.tr/kurumlar/jsga.edu.tr/Yayinlar/kitaplar-2023/Kitaplar/04_Cumhuriyetin-100-Yilinda-Jandarma-ve-Sahil-Guvenlik-Sempozyumu-Tam-Metin-Bildiri-Kitabi.pdf
Betts, R. K. (1978). Analysis, War, and Decision: Why Intelligence Failures Are Inevitable. World Politics, 31(1), 61-89. https://doi.org/10.2307/2009967
Betts, R. K. (2002). Fixing Intelligence. Foreign Affairs, 81(1), 43-59. https://doi.org/10.2307/20033002
Bill, J. A. (1988). The eagle and the lion: The tragedy of American-Iranian relations. Yale Univ. Press.
Bozarslan, H., Berktay, A., & Bozarslan, H. (2010). Ortadoğu: Bir şiddet tarihi: Osmanlı İmparatorluğu’nun sonundan El-Kaide’ye (1.baskı). İletişim Yayınları.
Buchan, J. (2013). THE IRANIAN REVOLUTION OF 1979. Asian Affairs, 44(3), 418-426. https://doi.org/10.1080/03068374.2013.826016
Central Intelligence Agency. (1978a, Ağustos 31). Iran After The Shah. https://www.cia.gov/readingroom/docs/iran%20after%20the%20shah%5B15401076%5D.pdf
Central Intelligence Agency. (1978b, Eylül 1). National Intelligence Estimate. https://nsarchive.gwu.edu/document/18201-national-security-archive-doc-06-central
Central Intelligence Agency. (1978c, Kasım 3). Memorandum for Director of Central Intelligence. https://www.cia.gov/readingroom/docs/CIA-RDP81B00401R002000120001-9.pdf
Central Intelligence Agency. (1978d, Kasım 20). Secret Intelligence Memorandum, “The Politics Of Ayatollah Ruhollah Khomeini”. https://www.cia.gov/readingroom/docs/CIA-RDP80T00634A000500010002-9.pdf
Central Intelligence Agency. (1979, Şubat 7). Notes From The Director No. 39.
Cleveland, W. L. (2008). Modern Orta Doğu Tarihi (M. Harmancı, Çev.; 1. Baskı). Agora Kitaplığı.
Connelly, M., Hicks, R., Jervis, R., & Spirling, A. (2021). New evidence and new methods for analyzing the Iranian revolution as an intelligence failure. Intelligence and National Security, 36(6), 781-806. https://doi.org/10.1080/02684527.2021.1946959
Dahl, E. J. (2008). Preventing Terrorist Attacks: Intelligence Warning And Policy Response. The Faculty Of The Fletcher School of Law and Diplomacy.
Dahl, E. J. (2013a). Intelligence and surprise attack: Failure and success from Pearl Harbor to 9/11 and beyond (1. publ). Georgetown Univ. Press.
Dahl, E. J. (2013b). Intelligence and surprise attack: Failure and success from Pearl Harbor to 9/11 and beyond. Georgetown University Press.
Defense Intelligence Agency, Intelligence Appraisal. (1978, Mart 29). Iran: Religious-Inspired Opposition. https://nsarchive.gwu.edu/document/18200-national-security-archive-doc-04-defense
Department of State. (2012). Foreign Relations of the United States, 1969–1976, Volume XXVII, Iran; Iraq, 1973–1976 (National Archives, RG 59, Central Files 1970–73, POL 1 IRAN). United States Government Printing Office Washington. https://static.history.state.gov/frus/frus1969-76v27/pdf/frus1969-76v27.pdf?_gl=1*152rsxa*_ga*MTEwODA2NzY0Ni4xNzE2NzI3MTY1*_ga_GWKX1LXFD1*MTcyMTU2Nzc0Ny4xLjEuMTcyMTU2Nzc5Ny4xMC4wLjA.
Donovan, M. (1997a). National intelligence and the Iranian revolution. Intelligence and National Security, 12(1), 143-163. https://doi.org/10.1080/02684529708432403
Donovan, M. (1997b). US Political Intelligence and American Policy on Iran, 1950-1979 [Yayımlanmamış Doktora Tezi]. The University of Edinburgh.
Embassy Tehran, William Sullivan, Eyes Only Telegram for the Secretary. (1979, Ocak 10). USG Policy Guidance. https://nsarchive.gwu.edu/document/18199-national-security-archive-doc-09-u-s-embassy
Gelvin, J. L. (2011). The modern Middle East: A history (3rd ed). Oxford University Press.
Gelvin, J. L. (2016). Modern Ortadoğu Tarihi (G. Ayas, Çev.; 1. Baskı). Timaş.
George Ball, Report to President Carter. (1978, Aralık 12). Issues and Implications of the Iranian Crisis. https://nsarchive.gwu.edu/document/18197-national-security-archive-doc-08-george-ball
Goldstone, J. A. (1995). Predicting Revolutions: Why We Could (And Should) Have Foreseen The Revolutions Of 1989-1991 In The USSR And Eastern Europe. Içinde N. R. Keddie (Ed.), Debating revolutions (ss. 39-64). New York Univ. Press.
Güzel, S. Ç. (2018). 1979 İRAN İSLAM DEVRİMİ’NİN ABD’NİN ORTADOĞU POLİTİKASINA ETKİSİ. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi. https://doi.org/10.17755/esosder.332110
Handel, M. I. (1980). Avoiding Political and Technological Surprise in the 1980s. İçinde R. Godson & Consortium for the Study of Intelligence (Ed.), Intelligence requirements for the 1980’s. 2: Analysis and estimates (ss. 85-112). National Strategy Information Center.
Hobsbawm, E. J., & Alogan, Y. (1996). Kısa 20. yüzyıl, 1914-1991: Aşırılıklar çağı. Sarmal Yayınevi.
Hudoğlu, M. (2023). Stratejik İstihbarat Analizini Anlamak: Bilimsel Araştırma ile Benzerlikleri ve Farkları. İstihbarat Çalışmaları ve Araştırmaları Dergisi, 1(1), 1-16. https://doi.org/10.29228/icad.8
Jeffreys-Jones, R. (2023). CIA Tarihi 1947-2022: Amerikan Gizli Servisi ve Faaliyetleri (A. Doğancı, Çev.; 1.Baskı). Kronik Kitap.
Jensen, M. A. (2012). Intelligence Failures: What Are They Really and What Do We Do about Them? Intelligence and National Security, 27(2), 261-282. https://doi.org/10.1080/02684527.2012.661646
Jensen III, C. J., McElreath, D. H., & Graves, M. (2013). Introduction to intelligence studies. CRC Press.
Jervis, R. (2010). Why intelligence fails: Lessons from the Iranian Revolution and the Iraq War. Cornell University Press.
Jervis, R. (2012). Why intelligence fails: Lessons from the Iranian revolution and the Iraq war (1. printing, Cornell paperbacks). Cornell University Press.
Johnson, L. K. (1989). America’s secret power: The CIA in a democratic society. Oxford University Press.
Kahn, D. (1991). The Intelligence Failure of Pearl Harbor. Foreign Affairs, 70(5), 138-152. https://doi.org/10.2307/20045008
Kamrava, M. (2005). The modern Middle East: A political history since the First World War. University of California Press.
Keddie, N. R. (1995). Can Revolutions Be Predicted; Can Their Causes Be Understood? Içinde N. R. Keddie (Ed.), Debating revolutions (ss. 3-26). New York Univ. Press.
Keddie, N. R., Richard, Y., & Keddie, N. R. (2006). Modern Iran: Roots and results of revolution (Updated ed). Yale University Press.
Kent, S. (2003). Stratejik İstihbarat (Y. Özbek & N. Şüküroğlu-Arıca, Çev.). Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayını.
Kurzman, C. (2005). The unthinkable revolution in Iran (First Harvard University Press paperback edition). Harvard University Press.
Ledeen, M. A., & Lewis, W. H. (1982). Debacle, the American failure in Iran (1st Vintage Books ed). Vintage Books.
Lesch, D. W. (2001). 1979: The year that shaped the modern Middle East. Westview Press.
Levis, B. (2006). Ortadoğu: İki Binyıllık Ortadoğu Tarihi (S. Y. Kölay, Çev.; 3. Baskı). Arkadaş.
Levite, A. (1983). Intelligence And Strategic Surprises. Cornell University.
Lowenthal, M. M. (1985). The Burdensome Concept of Failure. İçinde A. C. Maurer & M. D. Tunstall (Ed.), Intelligence: Policy and Process (ss. 44-57). Westview Press.
Marrin, S. (2004). Preventing Intelligence Failures by Learning from the Past. International Journal of Intelligence and CounterIntelligence, 17(4), 655-672. https://doi.org/10.1080/08850600490496452
Ranelagh, J. (1986). The agency: The rise and decline of the CIA. Simon and Schuster.
Rinehart, J. F. (1997). Revolution and the millennium: China, Mexico, and Iran. Praeger.
Shlaim, A. (1976). Failures in National Intelligence Estimates: The Case of the Yom Kippur War. World Politics, 28(3), 348-380. https://doi.org/10.2307/2009975
Takeyh, R. (2021). Did the US Intelligence Community Lose Iran? Survival, 63(2), 155-170. https://doi.org/10.1080/00396338.2021.1905999
Tarapore, A. (2023). The view from somewhere: Lessons from the intelligence failure in Iran. Intelligence and National Security, 38(1), 16-37. https://doi.org/10.1080/02684527.2022.2102327
The Bureau of Intelligence and Research. (1977, Ocak 28). The Future Of Iran: Implications For The US. https://nsarchive.gwu.edu/sites/default/files/documents/5734175/National-Security-Archive-Doc-01-State.pdf
U.S. Embassy Tehran, Charles Naas, Airgram to State Department. (1978, Ağustos 1). Uncertain Political Mood: Religious, Developments, Tougher Royal Line on Demonstrators. https://nsarchive.gwu.edu/document/18192-national-security-archive-doc-04-u-s-embassy
U.S. Embassy Tehran, telegram to State Department. (1978, Şubat 3). Iran: Understanding the Shi’ite Islamic Movement. https://nsarchive.gwu.edu/document/18191-national-security-archive-doc-03-u-s-embassy
U.S. Embassy Tehran, Telegram to State Department. (1978, Ekim 31). Looking Ahead: Shifting Iranian Public Attitudes. https://nsarchive.gwu.edu/document/18193-national-security-archive-doc-05-u-s-embassy
U.S. Embassy Tehran, William Sullivan Airgram to State Department. (1977, Temmuz 25). Straws in the Wind: Intellectual and Religious Opposition in Iran. https://nsarchive.gwu.edu/sites/default/files/documents/5734176/National-Security-Archive-Doc-02-U-S-Embassy.pdf
U.S. Embassy Tehran, William Sullivan, Cable to State Department. (1978, Kasım 7). Thinking the Unthinkable. https://nsarchive.gwu.edu/document/18195-national-security-archive-doc-07-u-s-embassy
U.S. Embassy Tehran, William Sullivan, Telegram to State Department. (1978, Kasım 2). Looking Ahead: The Military Option. https://nsarchive.gwu.edu/document/18194-national-security-archive-doc-06-telegram
Wilensky, H. L. (2015). Organizational intelligence: Knowledge and policy in government industry. Quid Pro Books.
Wirtz, J. J. (2024). Are Intelligence Failures Still Inevitable? International Journal of Intelligence and CounterIntelligence, 37(1), 307-330. https://doi.org/10.1080/08850607.2023.2214328
Wohlstetter, R. (1962). Pearl Harbor: Warning and decision. Stanford University Press.
Zegart, A. B. (2000). Flawed by design: The evolution of the CIA, JCS, and NSC (Nachdr.). Stanford Univ. Press.
Zegart, A. B. (2005). September 11 and the Adaptation Failure of U.S. Intelligence Agencies. International Security, 29(4), 78-111. https://doi.org/10.1162/isec.2005.29.4.78
Zegart, A. B. (2006). An Empirical Analysis of Failed Intelligence Reforms before September 11. Political Science Quarterly, 121(1), 33-60.































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.