Mescid-i Aksa, Filistin’in Kudüs şehrinde bulunan bir camidir. Bu kutsal mekanın adı İsra Suresi’nin ilk ayetinde geçer ve Allah’ın büyük peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya olan miracı ve gece yolculuğuna işaret eder. Vahiy diyarı olan Kudüs pek çok peygamberin insanlara yol göstermek için hidayet meşalesini yaktığı bir mekandır. Allah Resulü’nün Miraç gecesinde gittiği Mescid-i Aksa da Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs’te bulunmaktadır.
Pek çok delile rağmen Şii karşıtı hareketlerin propagandası nedeniyle bazıları Kudüs meselesinin Şiiler için sadece siyasi bir mesele olduğuna ve Filistin toprağına ve Filistinlilere verilen bu desteğin inanca dayanmadığına inanmaktadır. Dolayısıyla bu araştırmada, Kur’an-ı Kerim tefsirleri ve hadisler gibi kaynaklar incelenerek ve Şii âlimlerin Kudüs’ü savunma konusundaki sergiledikleri çabalar ele alınarak bu kutsal mekanın büyüklüğü ve kutsallığı hatırlatılmaya ve Kudüs’ün Şiiler için nedenli önemli olduğu ispatlanmaya çalışılacaktır.
Şii Belgeler (Müstenedât)
Şii belgeler birkaç kategoriye ayrılmaktadır. Birincisi Şii müfessir ve âlimlerin tüm Müslümanların ortak kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in tefsiri hakkında yazdıkları kitaplarda ele aldıkları delilllerdir. İkincisi farklı dönemlerde râviler tarafından Şii hadis kitaplarında toplanmış, Ehl-i Beyt’ten nakledilen farklı rivayetler ve hadislerdir. Üçüncüsü ise Kudüs’e gidip anılarını yazan kişilerin seyahatnameleri veya hatıralarıdır. Ayrıca İran İslam Devrimi’nin liderleri Ayetullah Humeyni ve Ayetullah Hamenei ile diğer yetkililerin bu konudaki konuşmaları ve bildirileri, keza Şii âlimlerin Kudüs ve Filistin meselesine ilişkin tutumları Şiilerin bu konudaki açık ve net duruşunu gösteren güçlü belgelerdir.
Tefsir Kaynaklı Deliller
Bu tür belgeler incelendiğinde, Kudüs meselesinin Kur’an ayetleri perspektifinden ele alınması konusunda geçmişten günümüze kadar pek çok tefsir kitabında benzer görüşler görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Mescid-i Aksa ile ilgili ayetler arasında İsra suresinin ilk ayeti de vardır:
«سُبْحانَ الَّذی اَسْری بِعَبْدِهِ لَیْلاً مِنَ الْمسجدالحرام اِلَی الْمسجدالاقصـی الَّذی بارَکْنا حَوْلَهُ لِنُرِیَهُ مِنْ آیاتِنا اِنَّهُ هُوَ السَّمیعُ الْبَصیر»
“Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.”[*]
Mescid-i Aksa’yı İslam tarihi ve öğretilerine bağlayan ayetlerden biri olan bu ayet, Peygamber Efendimiz’in Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya olan gece yolculuğunu konu almaktadır. Kur’an-ı Kerim’deki bu ayette Mescid-i Aksa’dan “Bârekne Havlehü” tabiriyle bahsedilmekte, bu da Mescid-i Aksa çevresinde maddi veya manevi bereketin veya her ikisinin bolluğunu ifade etmektedir (Tabersi, 1350-1363: C. 6, 218; Meclisi, 1403: C. 3, 106).
Şii tefsir belgeleri arasında yer alan Et-Tibyân fî Tefsiri’l-Kuran kitabı, Şeyh-i Tusi’nin (ö. 460/1067) Hicri beşinci yüzyılda derlediği en önemli eserlerinden biridir. Tibyan tefsiri, Kur’an’ın tüm konularını ve ilimlerini içeren kapsamlı ilk Şii tefsirlerden biridir. Bu kitapta Şeyh-i Tusi, İsra suresinin ilk ayetinin tefsirinde hadislere dayanarak, Kudüs’te bulunan caminin Mescid-i Aksa ile aynı olduğunu, Mescid-i Aksa adınıın ise Kudüs’ün Mekke’den uzak bir konumda oluşu nedeniyle verildiğini zikretmiştir. Ayrıca İsra suresi ayetlerinin tefsirinin devamında bu surenin 7. ayetindeki “وَ لِيَدخُلُوا المَسجِدَ” ibaresinin tefsirinde “و هو بيت المقدس” (ve orası Beytü’l-makdis/Kudüs’tür) demiştir ki kastettiği şey oradaki camidir (Şeyh-i Tusi, tarihsiz: C. 6, 450, 446). Aynı kitapta Şeyh-i Tusi, Tîn suresinin tefsirinde “Zeytûn”u Beytü’l-makdis olarak kabul etmektedir. Sadece tefsir kaynaklarında değil, hadis ve tarihî kaynaklarda da “ez-Zeytûn” ile Mescid-i Aksa’nın kastedildiği söylenilmektedir. Bu ise Kudüs’ün, Allah’ın seçip diğerlerine tercih ettiği topraklardan biri olduğuna işaret etmektedir (bkz. Şeyh-i Tusi, tarihsiz: C. 10, 375).
Şeyh Tabersi (ö. 548/1154), Meccemü’l-Beyan fi Ayetü’l-Kur’an adlı tefsirinde de Mescid-i Aksa’yı Beytü’l-makdis ile aynı saymaktadır. “مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرامِ” ibaresinin şerhinde diğer müfessirler gibi o da Ümmü Hani’nin evini Harem’in bir parçası olarak değerlendirmiştir. Çünkü Mescid-i Haram’dan maksat Mekke’dir ve Mekke ile Harem’in tamamen mescid olduğu aşikardır. O, “إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى” ibaresini açıklarken de Mescid-i Aksa ile Beytü’l-makdis’i aynı saymaktadır. Şeyh Tabersi de söz konusu mescide “Aksa” (uzak) denmesinin Mescid-i Haram’a olan uzaklığından kaynaklandığı kanaatindedir. Ayrıca İsra suresinin 60. Ayetinin şerhinde “وَ ما جَعَلْنَا الرُّؤْيَا الَّتِي أَرَيْناكَ إِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَ الشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْآنِ” (Sana gösterdiğimiz o rüyayı ve Kur’an’da lânetlenmiş ağacı, sadece insanları sınamak için meydana getirdik), miracın Mekke’den Mescid-i Aksa’ya, oradan da göklere yapıldığını vurgulanmaktadır (Tabersi, 1350-1363: C. 6, 218).
Hicri beşinci ve altıncı asrın Şii âlimlerinden Fettal Nişaburi de Ravzatü’l-vâizin ve Basiretü’l-mütte’ızin adlı kitabında Kur’an’da adı geçen Mescid-i Aksa’yı Beytü’l-makdis camii olarak kabul eder (Fettal Nişaburi, 1375: C. 2, 408).
Şiilerin çağdaş tefsirlerinden olan Tefsiru’l-mizân’da Allame Tabatabai (ö. 1981), İsra suresinin ilk ayetinin tefsirinde “الَّذِي بارَكْنا حَوْلَهُ” cümlesinden hareketle Mescid-i Aksa’nın Beytü’l-makdis olduğunu ve Aksa kelimesinin de uzaklık anlamında olan “قصو” maddesinden geldiğini söyler. Ona göre bu cami, Mescid-i Haram’ın bulnduğu Mekke’de yaşayan Resûlullah ve sahabelerinden çok uzak bir yerde bulunması nedeniyle bu adı almıştır (Tabatabai, 1374: C. 13, 6). Ayrıca Tabatabai, “يا قَوْمِ ادْخُلُوا الْأَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّتِي كَتَبَ اللَّهُ لَكُمْ...” (Maide suresi, 21. ayet. Burada Musa, İsrailoğullarına kutsal topraklara girmelerini emrediyor) ayetinin şerhinde, Allah’ın bu toprakları kutsal olarak tanımladığı kanaatinde olurken, bu kutsallığın kanyanağının da peygamberlerin ve müminlerin burada yaşamış olmaları dolayısıyla şirkten arındırılmışlık olduğuğu düşüncesindedir (Tabatabai, 1374: C. 5, 468).
Allame Tabatabai’ye göre Kur’an-ı Kerim’de “kutsal topraklar” ibaresini açıklayan ve bu toprakların neden kutsal olduğunu anlamamızı sağlayan hiçbir şey yoktur, fakat bu konuda şu iki ayete başvurulabilir: “إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بارَكْنا حَوْلَه” (İsra süresi, 1. ayet) ve “وَ أَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشارِقَ الْأَرْضِ وَ مَغارِبَهَا الَّتِي بارَكْنا فِيها” (Araf suresi, 137. ayet). Her iki ayette de Mescid-i Aksa mübarek topraklar olarak nitelendirilmiştir. Bu mübarekliğin sebebi ise Allah’ın o topraklarda hayr-ı kesîr bıraktığından başka bir şey değildir. Hayr-i kesîrden maksat ise dinin yaygınlaştırlması ve şirkin yok edilmesinden başka bir şey olamaz. Dolayısıyla bu tefsirlere dayanarak ve peygamberlerin bu topraklarda yaşadığından kaynaklı olarak Kudüs’ün genel kutsallığı ispatlanmış olmakta olup bu konuda herhangi bir şüpheye yer yoktur (Tabatabai, 1374: C. 5, 469).
Ayrıca Allame Tabatabai, Hz. Peygamber’in miracı meselesini de detaylı bir şekilde ele almış ve Hz. Peygamber’in miracı sırasında Mescid-i Aksa’ya girip orada namaz kıldığına dair görüşü kabul etmiştir. Tabatabai’ye göre Hz. Peygamber’in Kureyş’le yaptığı konuşmayı nakleden pek çok rivayet de bunu teyit etmektedir. Çünkü bu rivayetlerin genelinden anlaşıldığı üzere Resûlullah önceki gece yaşananları Kureyş’e anlatmış ve onlar bunu yalanlamıştı. Resûlullah, onlara bir işaret olarak Mescid-i Aksa’daki sütunların sayısını ve keza seyahat esnasında gözlemlediği bazı kervanlar hakkında bilgileri Kureyş’e anlatmıştı (Tabatabai, 1374: C. 13, 37).
Burada Kummi tefsirine de değinmemiz gerekir. Zira bazıları bu tefsire dayanarak Şiilerin Mescid-i Aksa’nın gökte olduğuna ve dolayısıyla Kudüs’teki camiye değer vermediklerine inanmakta. Kummi, tefsirinde İsmail Cu’fî’den şöyle bir rivayette bulunmuştur: İmam Bakır (a.s) Mescid-i Haram’da otururken İsra suresinin ilk ayetini üç kez tekrarladıktan sonra “Irak halkı bu ayet hakkında ne diyor?” diye sordu. “Allah, Resulünü Mescid-i Haram’dan Beyt’ül-makdis’e götürdü.” dedim. O da, “Onların söylediği gibi değil, lakin onu buradan buraya götürmüşler.” dedi ve eliyle gökyüzünü işaret ederek şöyle buyurdu: “İkisi arasında Harem bulunmaktadır.” (Kummi, 1404: C. 2, 243).
Allame Tabatabai bu rivayeti şöyle açıklamıştır: İmam “Onu buradan buraya götürdüler.” Dediğinde, Peygamber’i Kabe’den Beytü’l-mamûr’a götürdüler (ve Kabe ile Beytü’l-mamûr arasında Harem bulunmaktadır.) demek istemiş, Kabe’den Beytü’l-makdis’e gitmediğini söylemek istememiş. Zira pek çok rivayette Mescid-i Aksa ile Beytü’l-makdis’in aynı olduğu geçmektedir. O burada Mescid-i Aksa’yı Beyt’ül-Mamûr olarak yorumlamak istememiş, belki miracın son noktasının Beytü’l-makdis olmadığını ve Hz. Peygamber’in oradan da öteye gidip semalarda bulunan Beytü’l-mamâr’a götürüldüğünü söylemek istemiştir (Tabatabai, 1374: C. 13, 24-25).
Diğer bir çağdaş Şii tefsir olan Tefsir-i Mübin’de de Muhammed Cevad Muğniye, Allame Tabatabai’ye yakın bir görüşe sahip olmakla birlikte Hz. Peygamber’in gece yolculuğunu Mescid-i Haram’dan Filistin’de bulunan Beytü’l-makdis’e yapılmış şeklinde yorumlamış ve Aksa diye adlandırılmasının sebebini ise Mekke’den uzak bir mesafede bulunmasına bağlamıştir. Ayrıca orasının mübarek kılınmasının (بارَکْنا حَوْلَهُ) sebebini de o bölgede yaşayan peygamberlerden kaynaklandığını yazmıştır (Muğniye, tarihsiz: C. 1, 364).
Şii taklit mercilerinden Mekârim-i Şirazi de çağdaş Şii tefsirlerden biri olan Tefsir-i Numune’de İsra suresinin ilk ayetini yorumlarken Tabatabai ve diğer müfessirlerle aynı görüşü paylaşarak ayetteki Mescidü’l-aksa ile Beytü’l-makdis’te bulunan Mescid-i Aksa’yı aynı mekanlar olarak değerlendirmiş ve (بارَکْنا حَوْلَهُ) ibaresini hem maddi ve hem manevi açıdan çok mübarek ve değerli addetmiştir (Mekârim-i Şirazi, 1374: C. 12, 7-10). Mekârim-i Şirazi bütün rivayetleri değerlendirerek Miraç olayını şöyle özetlemiştir: Peygamber Efendimiz bu semavî yolculuğu birkaç aşamada yapmıştır. İlk aşama İsra suresinin ilk ayetinde de bahsedildiği gibi Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksa arasında gerçekleşmiştir. Buradan da Peygamber Efendimiz’in gökyüzü yolculuğu başlamış ve o yedi göğü peşpeşe gezmiş ve her gökte yeni manzarayla karşılaşmıştır. Yazar, Hz. Peygamber’in Mescid-i Aksa’da bulunması ve orada büyük peygamberlerin ruhlarıyla birlikte namaz kılmasını dikkate alarak mekanın kudsiyeti ve yüceliğine vurgu yapmıştır (Mekârim-i Şirazi, 1374: C. 22, 504).
Hadis Kaynaklı Deliller
Hadis kaynaklı Şii deliller birkaç kategoriye ayrılmakta ve her biri başka bir konuyu vurgulamaktadır. Bir takım hadisler Kudüs’ün genel anlamda kutsallığına vurgu yaparken bir kısmı da Beyt’ül-makdis Camii’nin (Mescid-i Aksa) kutsallığına vurgu yapmaktadır.
Eski Şii âlimlerden olan Ahmed bin Muhammed bin Halid Berki’nin (ö. 274/887) El-Mahâsin kitabında anlattığı bir rivayette Mısır Kıpti kralı Kudüs’ü yok etme niyetiyle yola koyulduğunda halk şikayetlerini Hazkiyâl-i Nebi’ye götürüyor (Berki, 1371: C. 2, 553). Eğer Kudüs’ün bir kutsallığı ve değeri olmasaydı insanlar orasının tahribini engellemek için Hizkiyâl-i Nebi’ye gitmezdi
Şia’nın büyük hadis âlimlerinden Şeyh Küleyni (ö. 329/941), El-Kâfi adlı kitabında Hz. Ali’den şöyle bir rivayet anlatmıştır: … ve Allah’ın on çamuru vardır, beşi cennetten, beşi ise yeryüzünden… Allah biz Ehl-i Beyt’i on çamurdan yaratmıştır. … Cennet çamuru Adn, Me’vâ, Na’im, Firdevs ve Huld cennetlerinden, yeryüzünün çamuru ise Mekke, Medine, Kufe, Beytü’l-makdis ve El-Hâ’ir’dendir (Şeyh Küleyni, 1362: C. 1, 389).
Şeyh Saduk (ö. 381/991), Emâlî adlı kitabında, Hz. Peygamber’in Burak’a binerek Cebrail’le birlikte Kudüs’e yaptığı gece yolculuğuyla ilgili olarak İmam Sadık’tan bir rivayet aktarmıştır. Burada Cebrail’in peygamberlerin ziyaretgâhını Hz. Peygamber’e göstermesinden bahsedilmiştir. Aynı rivayetin devamında, Peygamber Efendimiz’in Kureyş’e anlattığı Mihrâc olayı anlatılmıştır. Burada Ebû Cehil, Miraç olayının doğru olup olmadığını anlamak için Peygamber Efendimiz’e Beyt-ü’l-makdis’i (Mescid-i Aksa) sorar. Çünkü orada bulunan insanlardan bazısı daha önce Kudüs’e seyahat etmişlerdi. Ebu Cehil, Hz. Peygamber’den Beytü’l-makdis camiinin kaç sütunu, kaç kandili ve kaç mihrabı olduğunu anlatmasını ister. Bunun üzerine Cebrail gelip Kudüs’ün görüntüsünü Hz. Peygamber’in gözleri önünde canlandırır. Bunun üzereine Hz. Muhammed anlatmaya başlar. Dolayısıyla bu rivayet, Peygamber Efendimiz’in Mescid-i Haram’dan göklere yükseldiğinde önce Mescid-i Haram’dan Kudüs’e gittiğini, sonra da göklere çıktığını ispat etmektedir. Ayrıca bu rivayet, Kudüs’ün, peygamberlerin türbelerini ve evlerini barındırdığını ve bundan dolayı mübarek olduğunu, ayrıca sevgili Peygamberimizin orada namaz kılmasının da o mekanın bereketini ve kutsallığını çoğalttığını göstermektedir (İbn Babeveyh, 1376: C. 1, 533).
Şeyh Saduk’un Sevâbü’l-a’mâl ve İkâbü’l-a’mâl başlıklı diğer kitabında İmam Cafer Sadık’tan aktardığı bir rivayette ise Hz. Ali, Kudüs’te namaz kılmanın sevabına değinmiş ve orada namaz kılmanın sevabının diğer namazların bin katı olduğuna işaret etmiştir (İbn Babeveyh, 1406: 29). Ehl-i Beyt mektebinin bazı fakihleri bu rivayete dayanarak Mescid-i Aksa’da namaz kılmanın istihbâbı yönünde fetvalar vermişlerdir (Arafat, 1441: 24). Başka rivayetlerde ise Beytü’l-makdis camiinde namaz kılmanın sevabı hacca denktir denmiştir. Ebu Hamza Sumâli, İmam Muhammed Bakır’dan şöyle rivayet etmiştir: “(Büyük ve değerli) camiler dört tanedir: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Beytü’l-makdis ve Mescid-i Kûfe. Ey Ebu Hamza! Buralarda farz namazı kılmak bir temettü haccına, nâfile namazı kılmak da bir umre haccına denktir” (Hürr-i Âmil, 1413: C. 5, 289, H 6572). Cenâb-ı Hakk’ın seçilmiş evliyalarını ziyaret etmenin sevabıyla ilgili olarak, Şehid-i Evvel’in ed-Dürûsü’ş-şerʿiyye kitabında aktardığı bir rivayete göre her nerede olurlarsa olsunlar peygamberleri, özellikle İbrahim, İshak ve Yakup’u ve Arz-ı Mukaddes’te bulunan diğer peygamberleri ziyaret etmek müstehaptır, keza Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmek ve peygamberlerin türbesinde bulunmak, şehitlerin ve salihlerin kabirlerini ziyaret etmek de müstehaptır (Âmili, 1412: C. 2, 16).
Şeyh-i Tusi’nin Emâli adlı kitabında İmam Rıza’dan naklettiği bir rivayette Beytü’l-makdis camii dünyada bulunan dört cennet sarayından biri olarak nitelendirilmiştir (Şeyh-i Tusi, 1414: C. 1, 369). Bu rivayet Kur’an’ın içeriğiyle ve sünnetle çelişmemektedir. Aynı kitapta Şeyh-i Tusi, Hz. Peygamber’in Kudüs’e gittiğini ve gördüğü kayayı tarif ettiğini anlatan başka bir rivayete de yer vermiştir (Şeyh-i Tusi, 1414: C. 1, 643). Hadislerde Kudüs’ten seçilmiş toprak olarak bahsedilmiştir. Ebu’l-Hasan Musa bin Cafer’in babalarından rivayet ettiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Allah, şehirler arasından dört şehir seçti ve şöyle buyurdu: “والتین و الزیتون و طور سینین و هذا البلد الامین”. Tîn (incir) Medine şehri, Zeyûn Kudüs, Tûr-ı Sînîn Kûfe ve Beled-i Emîn ise Mekke şehri demektir (Hürr-i Âmil, 1413: C. 5, 282, H 6556). Ayrıca İbn Abbas, Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Allah yerlerden dört yeri seçti ve bu yerler Mekke, Medine, Beytü’l-makdis ve (Nuh tufanı sırasında) tandırın kaynadığı yer olan Kûfe’dir ve Mescid-i Haram’da (Mekke) namaz kılmak yüz bin rekât, Medine’de namaz kılmak yetmiş beş bin rekât, Beytü’l-makdis’te elli bin rekât ve Kûfe’de yirmi beş bin rekâte bedeldir (Muhaddis Nuri, 1408: C. 3, 431, H 3935).
Allame Meclisi (ö. 1110/1698-99 [?]) Bihâru’l-Envâr kitabının bir bölümünü Beytü’l-makdis’in faziletlerine ayırarak bu konuda bazı rivayetler nakletmiştir. Örneğin İmam Sadık’tan şöyle rivayet edilmiştir: “Yüce Allah birkaç şeye hürmet kâildir; örneğin Allah’ın kitabı olan Kur’an, Hz. Peygamber, Beytü’l-makdis ve müminler” (Meclisi, 1403: C. 71, 232). Bazı hadislerde Kudüs’ün İsa’nın gökten yeryüzüne ineceği ve Hz. Mehdi’nin arkasında namaz kılacağı yer olduğu kabul edilmektedir: “Mehdi’nin hükümeti dünyanın doğusunu ve batısını kapsayacaktır. Hz. İsa gökten inerek Mehdi’nin arkasında namaz kılacak ve “Beytü’l-makdis kapısını açın” diye seslenecek, kapıyı açacaklar” (Meclisi, 1403: C. 2, 5).
Bu konuda 13. yüzyılın Şii muhaddis, tarihçi, yazar ve şairi Bahaü’d-Din Erbili’nin Keşfü’l-Gumme adlı eserinde Ebû Said Hudri’nin şöyle anlattığı ifade edilmektedir: Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Ehl-i beytimden benim sünnetime uyacak bir adam çıkacaktır, Allah’ın gökten kendisine bereket gönderdiği ve yeryüzünün bereketlerini ona gösterdiği bir kimse. Onun sayesinde yeryüzü, nasıl haksızlıkla dolmuşsa, adaletle dolacaktır. O yedi yıl bu ümmete önderlik edecektir. O Kudüs’e girecektir” (Erbili, 1403: C. 2. 472).
Şii Tarihî Belgeler
Tarih boyunca Kudüs’ün Müslümanlar için kutsal bir şehir olması nedeniyle Hac mevsiminde veya başka zamanlarda ziyaretçi kemiştir. Deliller, Şiilerin diğer Müslümanlarla birlikte Kudüs’ü ziyaret etme arzusunda olduğunu göstermektedir. Bu konuda elimizdeki seyahatnamelerden biri Suriye ve Mısır seyahatnamesi’dir. Söz konusu seyahatnamenin yazarı Hac yolculuğu esnasında Osmanlı, Halep, Şam ve ardından da Kudüs’e seyahat eden Tebriz ahalisinden bir İranlıdır. Bu seyahatname Hicri 13. yüzyılın ellili yıllarında yazılmıştır. Yazar Kudüs’e girdiğinden itibaren gözlemlerini kaydetmiştir. Beytü’l-makdis’in binasından, şehrin mimarisinden ve yapılarından bahsetmiş ve Kubbetü’s-sahre’yi anlattıktan sonra Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmiş ve orasının güzelliğini övmüştür (Caferiyan, 1389: 745-784).
Hicri 13. yüzyılın ikinci yarısına ait olup Kaçarlarin önde gelen isimlerinden Abbas Mirza’nın oğlu Hüsâmü’s-Saltana Sultan Murad’ın Hac yolculuğu ile ilgili anılarını içeren ve mülazımlarından Mirza Rıza Münşi tarafından kaleme alınan bir seyahatnamede de Mescis-i Aksa ve diğer dinî mekanların ziyaretinden bahsedilmiştir. Söz konusu yolculuk Şaban 1297’de başlamış, Cemaziyelevvel 1298’e kadar sürmüştür (Hüsâmü’s-saltane Sultan Murad, 1389: 217-249).
Seyyed Fahruddin Cezâiri’nin seyahatnamesi de Kudüs eksenli diğer Şii seyahatnamelerden biridir. H.1305/M.1887’de doğan Hacı Seyyid Fahruddin, Tahran âlimlerinden biriydi. Seyahatnamesinde Kudüs’ü dünyanın ünlü büyük şehirlerinden biri olarak tanıtarak burasının dünyanın çeşitli milletlerinin ortak mabedi, Vadi-i Mukaddes peygamberlerinin peygamberliğe yükseltildiği ve meleklerin indiği ve pek çok peygamberin zuhur ettiği bir mekan olarak takdim etmiştir. Yazar Kudüs’te bulunan ziyaretgâhları ziyaret etmiş ve Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Beytüllahim’e de gitmiştir. O ayrıca bütün dinler ve milletlerce mukaddes ve saygın bir makam olarak bilinen Hz. Peygamber’in namaz ve Miraç mevkiini ziyaret etmiş ve okuyuculara tanıtmıştır (Cezâiri, 1389: 236-257).
Şii tarihî belgelerinde özellikle Beytü’l-makdis ve Mescid-i Aksa konusunu ele alan çok değerli kitap ve risaleler bulunmaktadır. Bazı ilahi peygamberlerin mezarı Kudüs’te bulunmaktadır, bu da Şiiler nezdinde bu kutsal mekanın kutsallığı ve şerefini artırmıştır. Peygamberler Şiiler tarafından büyük saygı görür ve mezarları ziyaret edilirken kutsal sayılır. Bu iddiaya ilişkin en önemli ve ilginç belgelerden biri de Muhammed Bakır bin Murtaza Hüseyni-i Halhali’nin Cennât-ı Semâniye adlı kitabıdır. Yazar bu kitabında İslam dünyasının sekiz kutsal ziyaretgahının tarihini ve coğrafyasını anlatmaya çalışmış ve bir bölümünde kutsal Beytü’l-makdis şehrini detaylı bir şekilde ele alarak oradaki peygamber türbelerini ayrıntılı bir şeklide anlatmıştır (Hüseyni-i Halhali, 1381: 268-398).
Burada Kudüs’ün diğer kutsal mekanlarla birlikte Şiiler nezdindeki statüsünü ve ihtişamını kanıtlayan açık bir belge sunulacaktır. Söz konusu belge 20. yüzyılın ilk çeyreğine ait bir ziyaret-reklam posteridir. Görüntüde de görüldüğü gibi Mekke, Medine ve Şii imamların türbelerinin yanı sıra Beytü’l-makdis de görünmektedir (bkz. görsel 1 ve 2).
|
Şii Alimlerin Kudüs Meselesine Dair Tutumları
Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs’ün işgalinden geçen süre boyunca büyük Şii alimler, diğer Müslüman liderlerle birlikte, her zaman Müslüman Filistinlileri desteklemiş ve Kudüs’ün özgürlüğe kavuşmasının gerektiğini vurgulamışlardır. Filistin’i ve Kudüs’ü savunmak farklı dönemlerde özellikle 1979 İslam Devrimi sonrası Şii âlim ve fakihlerin karekteristik özelliği olmuştur. İster İran’da ister İran’ın dışında Şii âlim ve merciler, pek çok defa açıklamalarında Filistinlileri ve Kudüs’ü savunmuşlardır.
1897 yılında düzenlenen Birinci Dünya Siyonist Kongresi sonucu Filistin topraklarında bir Yahudi devletin kurulması Siyonist hareketin ve dünya Yahudi birliklerinin faaliyetlerinin başında yer aldıktan sonra dünyanın her tarafından özellikle İran, Irak, Afganistan ve Orta Asya’dan pek çok Yahudi İran üzerinden Filistin’e göç etmiştir. Bu da İran’da halkın ve ulemanın protestolarına neden olmuştur (Recebi, 1385).
|
Filistin meselesine çok duyarlı düşünürlerden biri Abdülkerim Zencani’dir. Onun Mescid-i Aksa’daki konuşması “Hutbetü’n-nâriye” (ateşli konuşma) olarak anılmıştı (Han Muhammedi, 1388: 123). Aynı dönemde Seyyid Abdullah Bihbahani de dönemin parlamentosuna hitaben yazdığı bir mektupta, Filistin bölgesinde ve Kudüs çevresinde fitne, kaos ve kanlı savaşın sürdüğünü belirtmiş, İranlı Müslümanların da bu durumu kınadıklarının altını çizmiştir (Saadet-i Beşer, 1327: 1). 1958 yılında Tahran’da “Fedâiyan-ı İslam” örgütü, Milletvekili olan Mesudi, Âyin-i İslam dergisi ve diğer birkaç gazete Filistinli Müslümanların yararına çalışımış ve âlimlerden Bürûcerdi, Kaşani, Bihbahani ve diğerlerinin Filistin milletini destekleyen açıklamaları ülkenin farklı şehirlerinde dağıtılmıştı.
Seyyid Ruhullah Humeyni, 7 Haziran 1967’de Altı Gün Savaşı münasebetiyle yayınladığı bir mesajda, İslam devletleri ile İsrail arasındaki her türlü ticari ve siyasi ilişkinin, keza İslam ülkelerinde İsrail üretimi ürünlerin tüketilmesinin haram olduğunu söylemiştir. O, İsrail’i “fesadın özü” olarak nitelendirmiştir (Humeyni, 1385: C. 2, 139).
Irak ve İran’da bulunan büyük Şii merciler Hakim, Şirazi, Milani, Maraşi-i Necefi, Gülpaygani, Şeriatmedari ve Bihbahani, keza Kum medreselerinin din adamları ve talebeleri yayınladıkları bildirilerde İsrail’in saldırganlığını kınayarak savaşmakta olan Arap ülkeleri ve milletlerini desteklemişlerdir. Onlar ayrıca İran’ın Müslüman halkından Arap Müslüman kardeşlerine yardım etmelerini istediler ve nakdi yardımları toplamak için banka hesap numaraları açıklamışlardır. Ekim 1973’te Araplarla İsrail arasında gerçekleşen üçüncü savaşın başlaması ve Arap ülkelerinin başlangıçta önemli askeri zaferler kazanmasının ardından Ayetullah Humeyni Necef’ten İran halkına ve İslam ülke ve milletlerine iki önemli mesaj göndermiştir. Humeyni mesajlarında, başta Arap devletleri olmak üzere tüm Müslüman devletlerden, savaşa katılan Arap devletlerine yardım etmelerini ve Filistin’in kurtuluşu için bu “kutsal cihada” katılmalarını istemiştir (Humeyni, 1385: C. 3, 1-3).
İran ve Irak’ta bulunan âlim ve mercilerden Hoyi, Gülpaygani, Şeriatmedari ve Ruhani, bu saldırıyı kınayan bildiriler yayınlayarak, savaşa katılan Arap milletleri ve ülkelerinini desteklediklerini ifade ederek, İran Müslüman halkından onlara yardım etmelerini istemişlerdir (Esnâd-ı İnkılâb-ı İslami, 1374: C. 1, 361-368, C. 5, 155-157).
Dünya Kudüs Günü’nün İlanı
Ayetullah Humeyni, mübarek Ramazan ayının son Cuma gününün Kudüs Günü olarak ilan edilmesini teklif ettiği 1979 tarihli bildirisinin bir bölümünde aşağıdaki gibi yazmaktadır:
“Tüm dünya Müslümanlarını, Kadir gecelerinden biri olan ve Filistin halkının kaderini belirleyebilecek olan mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü Kudüs Günü olarak seçmeye ve Müslüman Filistin halkının yasal haklarını desteklemek adına uluslararası bir dayanışma töreni düzenlemeye davet ediyorum.” Başka bir açıklamasında ise “Kudüs Günü sadece Filistin’in günü değil, İslam’ın günüdür; İslam hakimiyetinin günüdür.” diyerek Kudüs Günü’nü İslam’ın ve Peygamber’in günü olarak adlandırmıştır (Humeyni, 1385: C. 9, 267, 278).
Necef âlimleri için de Kudüs meselesi her zaman önemli olmuş ve Filistin işgalinin başlangıcından bu yana işgalci İsrail rejimini kınamaktan ve Müslümanlara destek vermekten çekinmemişlerdir. Yaklaşık elli yıl öncesine ait olan aşağıdaki fotoğraf, Şii âlim ve mercilerin Filistin meselesine ve ümmet meselelerine olan ilgisini göstermektedir. Bu tarihî toplantı Irak’ın bazı ileri gelen isimleri ve Filistinli liderlerin katılımıyla Filistin’i destekleme adına 1973 yılında Hz. Ali’nin Necef’teki türbesinde gerçekleşmiştir (Khabaronline: 2023; bkz. fotoğraf 1).
Fotoğraf 1: Resimde bulunan şahıslar (sağdan): Şeyh Muhammed Taki Cevâhiri, Seyyid Nasrullah Müstenbit, Seyyid Muhammed Bakır Sadr, Seyyid Ali Hüseyni Sistani, Kerbela valisi Abdu’r-rezzak Habubi, Seyyid Abu’l-kasım Hoyi ve Seyyid Cemâleddin Hoyi.
|
Tabii, Filistin’i ve Kudüs’ü desteklemek amacıyla yapılan bu tür toplantıların geçmişi 1938 yılına kadar uzanır. Bağdat’ta basılan Arapça En-Nahar gazetesinin haberine göre 15 Haziran 1938 tarihinde Şii âlimler, Kâşifü’l-gıtâ önderliğinde Necef’te Hz. Ali’nin türbesinde toplanıp Siyonistlere ve onların destekçilerine karşı cihat ilanı konusunu görüşecek, ardından da alınan karar tüm âlimlerin imzasıyla ilan edilecekti. Aynı gazetenin verdiği bilgilere göre, Şii din adamları bu toplantıya Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır, Yemen, Basra Körfezi emirlikleri, Türkiye, Afganistan ve İran’dan âlimleri davet etmişlerdi. Toplantının ardından Ayetullah Şeyh Muhammed Hüseyin Kâşifü’l-gıtâ cihat hükmünü yayınlamıştı. Hükmün bir bölümünde alağıdaki ifadelere yer verilmekteydi:
“... Ey Müslümanlar ve ey Araplar, ey kardeşler ve ey insanlık! Başı kesilen Filistin’in geldiği durum herkese malumdur ve daha önce de söylediğimiz gibi Filistin meselesinin sadece Filistin’e özgü olmadığını bir kez daha söylüyoruz... Ey Araplar, Ey Müslümanlar, Ey insanlık! Filistin’de cihat, sadece Araplara ve Müslümanlara değil, her insanoğluna farzdır... Allah şahittir ki yaşım altmışı geçmiştir ve eğer hastalık ve acılar çürümüş kemiklerime saldırmasaydı, bu davete icabet eden ilk kişi ben olurdum” (Recebi, 1385).
Aralık 1931’deFilistin meselesini konuşmak amacıyla Beytü’l-makdis’te İslam dünyasından âlim ve düşünürlerin katıldığı bir konferans düzenlenmiştir. Bu konferansa Mısır’dan Reşid Rıza, Hindistan’dan İkbal Lahori ve Irak’tan Kâşifü’l-gıtâ gibi ünlü isimler katılmıştır. Filistin Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni’nin isteği üzerine Kâşifü’l-gıtâ, akşam ve yatsı namazları arasında bir konuşma yapmıştır. Filistin halkının ve topraklarının akıbetiyle ilgili endişelerini dile getirerek, Müslümanların siyasi durumunu anlatırken onları birlik, sabır ve nifaktan kaçınmaya davet etmiştir (Recebi, 1385).
Muhammed Hüseyin Kâşifü’l-gıtâ siyaset alanında faaliyet gösteren, sömürgeciliğe ve Siyonizm’e karşı mücadele eden ilim adamlarından biriydi. Bu husus onun en önemli düşünce özelliklerindendir. Örneğin gaspçı İsrail rejiminin Filistin’e saldırısı sırasında Amerika bir etkinlik düzenleyerek onu da davet etmişti fakat Kâşifü’l-gıtâ “Katılmam!” diye cevap vermiş ve bir bildiri yayınlayarak bu etkinliğe karşı sert bir duruş sergilemişti: “Ey Orta Doğu sevdalıları, Filistin’de işlediğiniz suçlar sizi itibarsızlaştırmadı mı? 900.000 Filistinli Arap’ı evsiz bıraktınız...” Kâşifü’l-gıtâ’nın cevabı “” başlığıyla söz konusu etkinlikte dağıtılmıştı. Lübnan gazeteleri de bunu yayınlamış böylelikleinsanlar, Kongre’nin hedeflerine vakıf olmuştu.
Kâşifü’l-gıtâ 1931 yılında Filistin Yüksek Meclisi’nin daveti üzerine Kudüs’te düzenlenen genel İslam konferansına katılmıştı. Dönemin ender olaylarından biri de Mescid-i Aksa’da Kâşifü’l-gıtâ’nın imamlığında farklı İslam mezheplerinin katılımıyla cemaatle namaz kılınmasıydı. Radyo Reuters aynı gece şunları söylemişti: Dünyada İslam’ın başlangıcından bu yana yaşanmamış şaşırtıcı bir olay da farklı Müslüman mezheplerine mensup kişilerin dini uygulamalardaki tüm farklılıklara rağmen Şii bir âlimin arkasında namaz kılmalarıdır (Kâşifü’l-gıtâ, 1399: 135-142; bkz. fotoğraf 2).
Kâşifü’l-gıtâ yaşamı boyunca Kudüs’ü savunmak için çeşitli yöntemlere başvurmuş ve insanları bu toprakları savunmaya çağırmıştır.
Fotoğraf 2: Kudüs’te düzenlenen İslam konferansında Kâşifü’l-gıtâ |
Çağdaş Şii taklit mercilerinin en büyüklerinden biri olan Ayetullah Bürûcerdi de Siyonistlerin zulmüne karşı sessiz kalmayı uygun bulmamış ve 1947 yılında yayınladığı bir bildiride Siyonistlerin yaklaşık on dört asır Müslümanların koruması altında kaldıktan sonra artık gördükleri bütün iyiliklerin intikamını almak istediğinin ve her türlü zulümden kaçınmadığının altını çizerek İslam ümmetini birlik ve direnişine çağırmıştır (Devvani, 1388: C. 12, 362).
1960’ta da ünlü fakihlerden Muhammed Taki Âmuli-i Tahrani, Seyyid Sadruddin Şüşteri ve diğer bir grup âlimle birlikte Şah rejiminin Kudüs’ün işgalcisi olan İsrail’i tanımasıyla ilgili protestolarını sert bir dille dünyaya duyurmuşlardır (Esnâd-ı İnkılâb-ı İslami, 1374: C. 3, 119).
Seyyid Muhammed Hadi Milani, siyasi ve sosyal alanlarda da faaliyet gösteren önde gelen Şii âlim ve fakihlerden biriydi. Siyonistlerin çirkin ve kabul edilemez çabaları ile eş zamanlı olarak Seyyid Musa Sadr, Milani’ye hitaben yazdığı bir mektupta ondan yardım istemiştir. Buna yanıt olarak Milani de Kudüs’ün ve Filistinlilerin savunulması için her türlü yardımın gerekli olduğunu belirten ünlü fetvasını yayınlamıştır (Abbaszade, 1375: 144, 147).
İslam Devrimi’nin lideri olan Ayetullah Humeyni tarafından Kudüs Günü ilanını dikkate alarak Devrim rehberi Seyyid Ali Hamenei de konuşmalarında defalarca şunu vurgulamıştır: “Kudüs Günü sadece İran’a özgü olmayıp İslam âleminin günüdür.” O, çeşitli konuşmalarında Kudüs’ü ve mazlum Filistin halkın savunmuş, İsrail’in cinayetlerini her zaman kınamıştır. Hamenei’nin Filistin konusunda bugüne kadar yaptığı açıklama ve konuşmalarını içerenSeyyed Ali Hamenei Perspektifinden Filistin başlıklı kitap, Devrim rehberinin Filistin konusuna farklı açılardan nedenli vakıf olduğunu göstermektedir. İslam Devrimi rehberi, Filistin’in Siyonistler tarafından işgal edilmesinin İslam dünyasının en önemli meselesi olduğunu her zaman dile getirmiş ve bu konuda şunları ifade etmiştir: “Filistin meselesinin sadece tek çözümü vardır, o da tüm Filistin topraklarında bir Filistin devletinin kurulmasıdır” (Güli-i Zevare, 1374: 231).
İran İslam Cumhuriyeti’nin üst düzey yetkililerinden Ekber Haşimi Refsencani de mazlum Filistin halkının yaşadıkları ve Siyonizm tehlikesi hakkında ülke halkını bilgilendirmek amacıyla 1963 yılında Filistin Meselesi () kitabını, Filistin Macerası veya Sömürgeciliğin Kara Karnesi başlığıyla Arapçadan Farsçaya tercüme ederek yayınlamış, ardından da Şah rejimi istihbaratı tarafından göz altına alınmıştır (bk. Zuaiter: 1388). Refsencani daha önce de 1956 yılında İsrail ve Filistin adlı kitabını yayınlamıştı. Bu kitap, Eski Ahit’ten Hıristiyanların hükümdarlığına, İslam döneminden ve Haçlı Seferleri’nden Siyonizmin doğuşuna ve bu kutsal toprakların Siyonistler tarafından işgaline kadar Filistin topraklarının tarihini kısa ama kapsamlı bir şekilde sunmaktadır. Ayrıca Filistin meselesini anlatırken uluslararası belgelerden ve İslam ve Siyonist düşünürlerin görüşlerinden de yararlanmıştır (bkz. Ekber Haşimi, 1335).
Necef’te yaşayan Şii mercilerden Seyyid Ali Sistani de her zaman Filistin halkının kaybettiği haklarını dile getirerek onları desteklemiştir. Sistanı bir demecinde, İsrail rejiminin barbarca işgaline karşı Mescid-i Aksa’nın Filistinlilerin kararlılığının bir simgesi olduğu söylemiştir (IRNA, 2021). Ayrıca bürosu, farklı zamanlarda Filistin’i ve Kutsal Kudüs’ü destekleyen ve İsrail cinayetlerini kınayan çok sayıda açıklama yapmıştır. Keza dünya Katoliklerinin lideri Papa Francis ile Irak ziyareti sırasında yaptığı görüşmede Filistin meselesini son derece açık ve şeffaf bir şekilde desteklemiş, Filistin meselesine ilişkin net tavrını dile getirmiş ve Filistin halkının acılarının bir an önce sonlandırılması gerektiğini vurgulamıştır. Bu açıklamayla Ayetullah Sistani, ilahi dinlere mensup kişilerin bir arada barış içinde yaşamalı olmasının, gaspçi İsrail rejiminin eylemlerini kabul etmek, bu rejime meşruiyet kazandırmak ve onunla ilişkileri normalleştirmek anlamına gelmediği mesajını da vermiştir (Mehrnews, 2020).
Şii âlimler Kudüs’ü desteklemek ve mazlum Filistin halkına destek olmak amacıyla bazen şiirler de yazmışlardır. Örneğin çağdaş Şii mercilerden Ali Sâfi Gülpaygani, bir şiirinde Müslümanlara şerefini korumak, zulmü kabullenmemek ve zalim düşmana boyun eğmemek için Hz. Hüseyin’i örnek almaları gerektiği hususnda seslenmiş ve şöyle demiştir:
مسجد اقصاى تو افتاده در دست يهود
ای مسلمان همّتى كن مسجد و منبر بگير
مى شود لبنان تو آن سان كه شد جولان تو
آخر از خواب گران اى بى خبر سر بر بگير
عرصۀ ميدان تو جاى شغالان گشته است
بيشۀ دين را از آنان همچو شير نر بگير
Mescid-i Aksa’n Yahudilerin eline geçmiş
Ey Müslüman, cami ve minberi geri almak için elinden geleni yap
Lübnan’ın da Golan’ın gibi olacaktır
Ne olur derin uykundan uyan ey gafil
Senin sahan çakalların mekanı olmuş
Bir erkek aslan gibi dinin ormanını onlardan geri al… (bkz. Safi Gülpaygani Telegram Kanalı)
Farklı dönemlerden ve farklı bölgelerden Şiilerle ilgili sunulan çeşitli numuneler, Kudüs meselesinin sadece İran İslam Cumhuriyeti’nin siyasi bir meselesi olmadığını aksine Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın kutsallığının kökeninin Ehl-i Beyt’ten nakledilen rivayetlerde ve erken Şii tefsirlerde bulunduğunu göstermektedir. Ayrıca tarihî kaynaklar On İki İmamcı Şiilerin Kudüs’ü ziyaret etmeye olan arzularından söz etmektedir. Filistin’in işgalinden sonra da Kudüs’ü kurtuluşuna kavuşturma konusundaki çabalar yalnızca İslam Cumhuriyeti’nin liderleri ve yetkililerine özgü olmamış, aynı zamanda Devrim öncesinde de İran’da ve Irak’ta bulunan Şii merci ve âlimler bu konu hakkında hassayiyet göstermişlerdir.
Abbaszade, S. (1375). Ayetullah Milani, Merci-i Bidar. Sazman-ı Tebligat-ı İslami. Tahran.
Âmili, Ş. (1412). Ed-Dürûsü’ş-şerʿiyye fî Fıkhi’l-İmâmiyye. Neşri’l-İslami. Kum.
Arafat, A. (1441). Beytü’l-makdis fî Rivâyâti Ehli’l-Beyt. Dârâtü’s-sekaleyn.
Berki, A. (1371). El-Mahasin. Dâru’l-meketebi’l-İslamiyye.
Caferiyan. R. (1389). Sefername-i Şam ve Mısır. Peyâm-ı Bahâristan, 8, 745-784.
Cezaîri, S. (1389). Sefernâme-i Mekke, Şam, Mısır ve Irak. Sefernâmehâ-yi Hacc-ı Kacari (Pencah Sefername). Haz. Resul Caferiyan. (236-257). İntişârât-ı İlim. Tahran.
Devvani, A. (1388). Mefâhiru’l-İslam. Merkez-i Esnad-ı İnkılab-ı İslami Yayınları. Tahran.
Erbili, A. (1403). Keşfü’l-Gumme fî Marifeti’l-eimme. Dâru’l-azvâ.
Esnâd-ı İnkılâb-ı İslami. (1374). Merkez-i Esnad-ı İnkılab-ı İslami Yayınları. Tahran.
Fettal en-Nişaburi, M. (1375). Ravzatü’l-vâizin ve Basiretü’l-mütte’ızin. Razi yayınları. Kum.
Güli-i Zevare, G. (1374). Simâ-yı Kudüs, Musallâ-yı Peygamberan. Sazman-ı Tebligat-ı İslami. Tahran.
Han Muhammedi, Y. (1388). Endişe-i Siyasi-i Şeyh Abdülkerim Zencani. Bustan-ı Kitab. Kum.
Haşimi, E. (1335). İsrail ve Filistin. İntişarat-ı Cihan-ara. Tahran.
Humeyni, R. (1385). Sahife-i İmam (Mecmua Âsâr-ı İmam Humeyni). Müessese-i Tanzim ve Neşr-i Asar-ı İmam Humeyni. Tahran
Hürr-i Âmil, M. (1413). Tafsîlü vesâʾili’ş-Şîʿa ilâ tahsîli mesâʾili’ş-şerîʿa. Müessese-i âl-i Beyti’l-ihyâi’t-türâs. Beyrut
Hüsâmü’s-Saltana Sultan Murad. (1389). Deliü’l-enâm fî Sebili Ziyâreti Beyti’l-Harâm ve’l-Kudsü’ş-şerîf ve Medîneti’s-selâm. Sefernâmehâ-yi Hacc-ı Kacari (Pencah Sefername). Haz. Resul Caferiyan. (217-249). İntişârât-ı İlim. Tahran.
Hüseyni-i Halhali, M. (1381). Cennâıt-ı Semâniye, Seyrî der Tarih ve Coğrafya-yı Heşt Ziyâretgah-ı Mukaddes der Cihan-ı İslam. Delil-i Mâ yayınları. Kum.
İbn Babeveyh, M. (1376). El-Emâli. Çev. Muhammed Bakır kemerei. Kitabcı Yayınları. Tahran.
………………. (1406). Sevâbü’l-a’mâl ve İkâbü’l-a’mâl. Dâru’ş-şerifi’r-razi. Kum.
İrna. (2021). Ayetullah Sistani Millethâ râ be Himâyet ez Millet-i Filistin Ferâ-hand:
https://irna.ir/xjDMtG [10 .03.2024].
Kâşifü’l-gıtâ, M. (1399). Bend Bend-i Sergüzeitem (Hatırât-ı Allame Kâşifü’l-gıtâ). Çev. Ali Şems. Müessese-i Mütalaat ve Pejuhişha-yı Siyasi. : 135-142)
Khabaronline. (2023). Aks-i Tarihî ez Tecemmu-ı Ulemâ-yı Necef der Himâyet ez Filistin:
https://khabaronline.ir/xkxhF [08.03.2024].
Kummi, A. (1404). Tefsir-i Kummi. Haz. Tayyib Musevi-i Cezâiri. Dâru’l-kitab. Kum.
Mekarim-i Şirazi, N. (1374). Tefsir-i Numune. Dâru’l-kütübi’l-İslamiyye. Tahran.
Meclisi, M. (1403). Bihâru’l-envâr. Müessesetü’l-vefâ. Beyrut.
Mehrnews. (2020). Didâr-ı Pap bâ Ayetullah Sistani:
http://mehrnews.com/xTVWR [08.03.2024].
Muğniye, M. (tarihsiz). Tefsiru’l-mübin. Yayınevi belirsiz.
Muhaddis Nuri. H. (1408). El-Müstedrekü’l-vesâil. Müessese-i âlü’l-Beyt. Kum.
Recebi, M. (1385). Nigâhi be Tarih-i Mübârizat-ı Ulemâ-yı Şia Aleyh-i Siyonism. Mecelle-i Elektoniki-i Devran, 4:
http://revolution.pchi.ir/show.php?page=contents&id=4928 [08.03.2024]
Safi Gülpaygani Telegram Kanalı:
- [09.03.2024])
Saadet-i Beşer. (1327). 784. Tahran
Şeyh-i Tusi, M. (1414). Emâlî. Dâru’s-sekâfe. Kum.
………………. (tarihsiz). Et-Tibyân fî Tefsiri’l-Kuran. İhyâü’t-türâsi’l-Arabî. Beyrut.
Şeyh Küleyni, M. (1362). El-Usûlü mine’l-Kâfi. İslamiyye Yayınları. Tahran.
Tabatabai, M. (1374). Tercüme-i Tefsiru’l-mizan. Defter-i İntişarat-ı İslami. Kum.
Tabersi, F. (1350-1363). Mecmeu’l-beyân fî Tefsiri’l-Kuran. Çev. Muhammed Bistuni. Ferahani Yayınları. Tahran
Zuaiter, A. (1388). Sergüzeşt-i Filistin. Çev. Ekber Haşimi-i refsencani. Müessese-i Bostan-ı Kitab. Tahran.
[*] Kuran ayetlerinin çevirisinde Diyanet İşleri Başkanlığının tercümesi kullanılmıştır (https://kuran.diyanet.gov.tr/).
TYB Akademi 41 / Özgür Filistin Sayısı / Mayıs 2024



































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.