• İstanbul 15 °C
  • Ankara 18 °C

Beşir Mustafayev: Türkiye ile Azerbaycan’ın Kafkasların Güvenliği için Karabağ Mücadelesi ve Rusya Faktörü

Beşir Mustafayev: Türkiye ile Azerbaycan’ın Kafkasların Güvenliği için Karabağ Mücadelesi ve Rusya Faktörü
Kafkaslarda, Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan, Rusya-Ermenistan, ABD-AB’nin ortak çıkarlarını dikkate alırsak bu bölgede istikrarın tesisinin ne kadar zor olduğunu görebiliriz.

Geçtiğimiz yüzyılda dünya haritasında idari ve siyasi şeklinin değişmesine göre Kafkas ile mukayese edilebilecek ikinci bir bölge yoktur. Kafkas’ın hem yerel coğrafyasından hem de jeopolitik bakımdan esas önem taşıyan mesele Azerbaycan’ın Karabağ bölgesidir. Karabağ, aynı zamanda Ermeniler açısından Doğu Anadolu’dan sonra “Büyük Ermenistan” hayalinin gerçekleştirilmesi için sembol özelliği taşımaktadır. Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti kuramayan Ruslar, diğer büyük güçlerin de desteği hâsıl olunca Kafkas coğrafyasında tarihi Azerbaycan topraklarında kurulmasıyla neticelendirmiştir. İlk başta istemese de daha sonra özellikle Bolşevik İhtilali ve Sovyetler dönemi boyunca adeta doğru karar verdiğini ve isabetli olduğunu anlamıştır. Ermenilerin de yıldızının parladığı yıllar Stalin dönemi yılları olacaktı.

1938–1953 Stalin yılları Sovyetlerde “suçlu halkların sürgün” dönemi olarak kabul edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı boyunca gösterdikleri çetin mücadeleye ve kazandırdıkları zafere rağmen, Ruslar, kendi vatandaşlarından Türk ve Müslüman olanları “halk düşmanı” ilan ederek cezalandırma yoluna gitmiştir. Sadece Azerbaycan Türkleri değil, aynı zamanda Kırım, Karaçay, Ahıska Türkleri, Çeçenler ve birçok Müslüman halklar Orta Asya çöllerine ve Sibirya’ya sürgün edilmiştir. Ermenistan’da yaşayan Türkler de 1948–1953 yıllarında sürgüne maruz kalmıştır. Rusların asıl amaçlarından birisi de Kafkasları ve nihayet Karabağ’ı Türk ve Müslüman nüfusundan arındırmak idi. Böylece Azerbaycan’ın toprak sorunu bir daha hiç çıkmamak üzere ve çözümü kendine bağlayarak dünya gündemine girmiş oldu.

Günümüzde Türkiye ve Azerbaycan’ı uğraştıran en büyük meselelerden birisi olan terör ve Karabağ sorunu kapsamında Ermeni meselesinin esas başlangıcı 1800’li yılların ortalarında Rusların Kafkaslara inişi ve yine başta Rusların yardımıyla Doğu Anadolu’da gerçekleştirdikleri olaylardır. İkincisi ise 1918’de Azerbaycan topraklarında bir Ermeni devletinin oluşumu ve 1920 Sovyet Rusya’sının Azerbaycan’ı işgali yıllarına rastlamaktadır.

Azerbaycan’ın bir parçasından Karabağ isimli bir idari bölge ünitesi yaratılması, Çarlık ve Sovyet Rusya’sı dönemlerinde ülke nüfusunun Hristiyan ve Rus olmayan diğer azınlığı yönetmede kullanılan uzun vadeli Rus tatbikatının sadece bir örneği idi. Bu sebeple ihtilafın analizi için çeşitli kritik tarihi amillerin siyasi değil, bilimsel olarak incelenmesi gerekir. Karabağ’ın oluşumu ve bunu çevreleyen Rus politikasının tanıtılması, Ermeni terör faaliyetlerine zemin hazırlanması, Sovyetler öncesi ve sonrası sınırlar, nüfus hareketliliği, bölgede azınlık teşkil eden Ermenilerin toprak iddiaları hakkında ileri sürdükleri isteklerin araştırılması, Türkiye ve Azerbaycan’ın hak mücadelesi konumuzun muhtevasını oluşturmaktadır. Araştırmamız bu ihtilafa bürünmüş olan bir çözümün arasında mevcut olan sorunlar hakkında bir perspektifi tarihi bilgiler ışığında ele almaktadır. Dolayısıyla Kafkas coğrafyasını, Karabağ ihtilafının başlangıç tarihini, Rusya’nın başından beri yürüttüğü siyaseti, haksız müdahalesini ve Türkiye ile Azerbaycan’ın bölgenin güvenliği ve istikrarı için haklı mücadelesini bilmekte fayda vardır.

 

Kafkas Coğrafyasının Stratejik Konumu ve Tarihi Önemi

Coğrafi konumundan ötürü stratejik bir önem taşıyan Kafkas bölgesi geçmişten günümüze daima dış mihrakların mücadele sahası olmuştur.  En çok da Rusların egemen olmak istedikleri kritik bir bölge olup, Korkunç İvan döneminden günümüze kadar bu bölge üzerindeki Rus tesiri mütemadiyen süre gelmiştir. Rusların Kafkas bölgesinde uyguladıkları Hristiyanlaştırma ve yahut Sovyetleştirme politikaları 1700’lü yıllarda özellikle Kuzey Kafkas’ta büyük bir direnişle karşılaşacaktır.

Bu tarihten itibaren Kafkasların stratejik durumu Rusya ve Batılı güçlerin ortak menfaatleri güdümünde yürütülmektedir. Kafkaslar ve Azerbaycan tarih boyunca önemli geçiş yollarından olmuştur. Tarihi İpek Yolu’nun bir bölümü Azerbaycan’dan geçerek, Batılı ülkelere ulaşırdı. XIX. yüzyıldan itibaren Akdeniz, Karadeniz ve Azak denizinden geçen nakliye gemileri Volga üzerinden Hazar denizine oradan da Türkistan’a, aynı yoldan Avrupa ve Baltık denizine giden malların kolay ve ucuz taşınmasını sağlıyordu. Bu durumda gücü eline almak isteyen Rusya, bölgede nüfuz dengeleriyle sürekli ilgilenmekteydi. Özellikle Revan ve Karabağ eksenli Ermeni halkının iskân politikası bunun için kullanılmaktaydı.

Rusya ile İran arasında gerçekleşen savaş sonrasında 1813’te Gülistan, 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşmalarıyla Aras nehrinin kuzeyinde kalan bölgeler Rusya’nın kontrol sahasına girmiştir. Rusya bu ve diğer hanlıkları ilhak etmiştir. Osmanlı Devleti ile de 1829 Edirne antlaşması yaptıktan sonra bölgede söz sahibi olan Ruslar, Osmanlı Ermenilerini, Türkmençay Antlaşmasından sonra da İran Ermenilerini Kafkaslara getirerek, Karabağ’a yerleştirmiştir. 1828 yılında İran’dan Kafkas ötesine 8.249 Ermeni ailesi, yani 41.524 Ermeni nüfusu göç ettirildi. 1829-1830 yılları arasında Rus yönetimi yine İran’dan 40.000, Osmanlı Devleti’nden de 84.000 Ermeni tebaasını Kafkas ötesine, özellikle de Kuzey Azerbaycan’da iskân ettirdi. Öte taraftan Rus idaresi döneminde de Karabağ Azerbaycan’ın bir parçası kabul edilmekteydi (Mustafayev, 2013:282-285).

Batılı devletler ve Rusya, başta Osmanlı ve Azerbaycan olmak üzere bütün Müslüman ülkeler ve halklar aleyhindeki her hareketi desteklediği bilinmektedir. Osmanlı-Rus savaşı (1877–1878) sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması ile Ermeni meselesi, Anadolu’da ve Azerbaycan’da çıkarları olan Rusya ve Batılı devletlerin Türklere karşı araç olarak kullandıkları bir sorun haline gelmiştir (Şimşir, 2006:29, 279; AZEM, 1970:4-5). Olayların ortaya çıkışında ve yayılmasında Ermeni örgütleri önemli görevler üstlenmişlerdir. Özellikle Taşnaksütyun örgütünün ortaya çıkışına kadar Mavera-yı Kafkas’ta barış hâkim durumda idi.  Oysa Taşnaklar ve Bolşevikler gelmiş, din ve ırkçılık faaliyetleriyle sırf Ermenistan için Ermenilerden meskûn bir toprak parçası oluşturmak istemişlerdi.

Bugünkü Ermenistan’da hüküm süren Revan Türk Hanlığı nüfusunun tamamı Türklerden oluşmaktaydı. 1890’da toplam olarak bölgeye 1 milyon civarında Ermeni getirilmiştir. Birinci Nikola bu göçmenlerin yoğun olarak bulundukları Revan ve Nahcıvan hanlıklarının topraklarına yerleştirmiş ve bir Ermeni bölgesi oluşturmuştur. Böylece iki toplum arasında dinî ve milli konular başta olmak üzere pek çok alandaki farklılıklar, Rusların Kafkasları işgali sonrası Müslüman-Ermeni çatışmalarına sebep olmuştur. Ruslar Kafkas’ı ele geçirdikten sonra bu bölgenin idaresini kolaylaştıracağı düşüncesiyle Ermeni nüfusunun artırılması politikasını benimsemiştir. Sovyetlere kadar Kafkaslarda hiçbir zaman Ermeni devleti ve Ermeni nüfusunun ağırlığı olmamıştır. İzlenen bu politikalarla kısa sürede gerek Karabağ’ın gerekse de Türkiye sınırındaki Nahcıvan ve Revan hanlıklarının nüfus yapısı alt üst edilmiştir. Yürütülen bu politika Karabağ ihtilafının ilk aşamasını oluşturmaktadır.   

 

Karabağ’ın Tarihi Seyri ve Sorunu

Konum itibariyle Dağlık Karabağ, büyük bölümü bugünkü Azerbaycan ile Ermenistan arasında, güney bölümü İran içinde kalan, yaklaşık 18 bin kilometrekarelik bölgenin adıdır. Kafkas dağlarının güney doğusunda yer alan 4392 km²’lik Karabağ, Azerbaycan sınırları içinde Kura-Aras nehirleriyle Gökçe gölü arasında, batıda Ermenistan sınırına, güneyde İran sınırına çok yaklaşan, kuzeyden güneye 120 km, doğudan batıya 35–60 km uzunlukta dağ ve ovalardan oluşan bir bölgedir (Qarabaği, 1991:3-4; Aydın, 1991:367–368).

Öte yandan Karabağ tarihçisi Mirze Camal Cavanşir Karabağî’ye göre, Karabağ’ın coğrafi konumu şöyle idi: Güneyde Hudaferin köprüsünden Sınık köprüye kadar Araz nehridir. Günümüzde (Sınık köprü) Kazak, Şemseddin ve Demirçi Hasanlı cemaati arasındadır. Rus işgaliyle Krasnıy most, yani Kırmızı köprü adı verilmiştir (Attar, 2005:18-29). Doğuda Kura nehridir ki Cavat köyünde Araz nehriyle birleşerek Hazar denizine dökülür. Kuzeyinde Karabağ’ın Gence’ye sınırı Kura nehrine kadar Kopan nehridir. Batıda Küşnek, Salvartı ve Erekli adlanan yüksek Karabağ dağlarıdır (Mustafayev, 2009: 275-276).

Karabağ adı, Türkçe “kara”, Farsça “bağ” sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Kara, muhtemelen burada “büyük” anlamında geçtiğinden, Karabağ’ın kelime anlamı “büyük bağ” şeklinde anlaşılmaktadır. (Qarabaği vd. 1991:3-5). Milat öncesi ve Miladi başlarında Türk göçlerinin bölgeye gelmesiyle Türklerin Kafkas’taki en önemli yerleşim alanlarından biri olan Azerbaycan’ın göçebeler için en verimli bölgesi Karabağ olmuştur. Karabağ’a yerleşen ilk Türk kavmi İskit veya Sakalar olduğu bilinmektedir. Herodot tarihi, M.Ö. VII. yüzyılda Sakaların Kafkas üzerinden Kimmerleri kovalayarak Anadolu’ya hâkim olduğunu, Mısır üzerine de yürüdüğünü, Filistin’deyken Mısır Kralı Psammetikos’un armağanlar sunup yalvarması üzerine daha ileri gitmediğini, Anadolu’nun Saka hâkimiyetinde kaldığını fakat büyük çoğunluğunun Medlere ve Perslere konuk olduğu bir gece sarhoş edilerek boğazlandığını anlatır (Mustafayev, 2013:283-290).

Bizim kanaatimize göre Heredot’un anlattığı İskitler, Oğuz Han’ın ordusu idi. Türk mitolojisine göre de Karabağ’a “kara” adını veren Oğuz Han’dır. Buradaki kara-siyah, büyük veya kalın anlamındadır. Öte yandan kara sözü Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtları başta olmak üzere eski Türk kaynaklarında toprak, yer, deniz, fakir, kuzey vb. olarak geçer. Oğuz Han, Karakurum’dan ordusuyla yola çıkarak, Batı’ya yürümüş İdil nehrini geçtikten sonra Kafkas’ı denetim altına alarak bugün Ağrı (Argu) denilen Alatağ’da ve Karabağ’da yaylamıştır (Mustafayev vd., 2013:283-287).

Yine Saka boylarından biri olan Varsaklar Karabağ’ın tamamına hâkim olarak uzun yıllar burada iskân etmiştir. Osmanlı vakanüvislerinden Aşıkpaşazade, Varsak adını hem boy hem de coğrafya ismi olarak kullanmıştır. Varsak adında Türkler arasında bir boyun varlığını kanıtlayan birçok bilgi bulunmaktadır. Ancak, Varsak’la Arsak adının aynı olup olmadığı biraz tartışmalıdır. Bazı tarihçiler Varsak boyunun Türk olduğunu, İskit asıllı Arsakları da Türk kabul etmektedirler. Ermeni kaynaklarında bu ada ilk kez M. Horenli’nin eserinde rastlanmaktadır (Horenli vd, 1940). Horenli, bu kelimeyi “şarkıcı” anlamında kullanmıştır. Anlaşılan, Arsak ve Varsak sözleri köken itibariyle aynı olup, ama çeşitli anlamlar taşımaktadır. Ona göre, Varsak boy adı, melodi veya müzik (Varsağı biçiminde) çeşidi, şarkıcı, coğrafi mekân ve bir boya ait simge anlamlarına gelmektedir. Ermenilerin bugün iddia ettikleri Artsak adında tarihte bir Ermeni unsuru ve devleti olmamıştır (Seyyidov, 1954).

Sakalardan sonra, Partlar, Albanlar, Hazarlar, Selçuklular, İlhanlılar, Timuroğulları, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler, Osmanlılar bölgeye yerleşmişlerdir. İslam’ın kabulüyle Arran eyaletinin bir bölgesi olarak bilinmektedir Karabağ. XI. yüzyılın ortalarında bölgeye tekrar Oğuzlar gelmiştir. Selçukluların ardından da Azerbaycan Atabeylerinin hâkimiyetine geçmiştir. Moğol istilası sırasında önce Moğol emirlerinin, daha sonra İlhanlı hanlarının en önemli karargâh merkezi idi. Türkmen devletleri döneminde önce Karakoyunlu, ardından da Akkoyunlu devletlerinin idaresine geçmiştir. Safevîler döneminde Gence Beylerbeyliğinin bir vilayeti olarak yine Türklerin kontrolünde bulunmuştur. 

Karabağ, 1555’te Amasya Antlaşması ile Osmanlı Devleti’ne katılmış; 1735 yılında Gence Antlaşmasıyla İran’daki Türk hâkimiyetine bırakıldıktan sonra 1736’da Nadir Şah’ın egemenliğine geçmiştir. Nadir Şah’ın ölümüyle merkezi otorite zayıflayınca hanlıklar kurulmaya başlanmıştır. Böylece bölgenin Rus işgaline girmesi için durum hâsıl olmuştur. Bölgede ortaya çıkacak idari şekillerden birisi de Karabağ Hanlığı olacaktır. Diğer önemli hanlıklar ise Revan ve Nahcıvan idi. Bunlardan Karabağ Hanlığının bir Türk bölgesi olarak Rusya tarafından ilhakına ilişkin temel belge, 1805 yılında İbrahim Han ile Rus komutanı Sisianov arasında imzalanan Kürekçay Antlaşmasıdır. İbrahim Han’ın Ruslar tarafından katledilmesi ve Mehdi Gulu Ağa Karabağ’ın yeni Hanı olarak tayin edilmesiyle bölgenin etnik yapısı ve kimliği ile ilgili sorulara cevap bulunması açısından önemli olmuştur. XIX. yüzyılın başlarından itibaren bölge Türk ve İslami unsurlardan arındırılarak planlı şekilde Hristiyan nüfus bölgeye göç ettirilmiştir. Ermeniler yerleştikleri coğrafyadaki Türk kimlikleri yok etme uğraşı içerisine girmiş ve sonuçta bölgede Ermeni bir devlet kurma yolunda zemin hazırlanmıştır. Ermeniler Sovyetlere katılmasıyla adeta ikinci baharı yaşamıştır. Özerk bir bölge statüsü kazanan Karabağ’ın, 1930, 1960, 1991’li yıllara kadar hem nüfus yapısı hem de yönetim şekli sürekli değiştirilmiştir. Ermeniler Sovyetlerin sonuna dek sadece Karabağ değil, Azerbaycan’a ait toprakları Rus desteğiyle kendi sınırlarına katmıştır. XIX. yüzyılın başlarında günümüz Ermenistan’ı ve Karabağ bölgesinde Türkler çoğunlukta, Ermeniler ise azınlıktaydı. Ruslar Kafkasya’yı ele geçirdikten sonra bu bölgenin idaresini kolaylaştırma düşüncesiyle Ermeni nüfusun artırılması politikasını benimsemiştir.

Görülüyor ki Azerbaycan ile Ermenistan arasında sürüp giden iki asırlık problemin adı olan Karabağ, Ruslar tarafından oluşturulmuş yapay bir sorundur. Rusya’nın desteği ile Azerbaycan’ın %20’lik toprak parçasıyla bir arada Ermenistan tarafından işgal edilen Karabağ, 30 yıl boyunca BM ve AGİT teşkilatının gündeminde hallini bekleyen sorun idi. Hukukî bir statüsü olmadan “Büyük Ermenistan” projesinin bir parçası olarak silah zoruyla Azerbaycan’dan koparılıp alınmak istenen bölge Ermenistan Cumhuriyeti’nin sınırları içine katılmak istenmiştir. Buradaki 1 milyonu aşkın Azerbaycanlı ise öz yurtlarından göç ettirilmiştir. 1988-1994 yıllarında 16 bin civarında Azerbaycan askeri şehit edilirken, 32 binden fazla masum Azerbaycan vatandaşı da katledilmiştir. Yine 2020 İkinci Karabağ Savaşında yüzlerce masum sivil insan ve 3 bine yakın Azerbaycan askeri şehit olmuştur.

Ermenistan’ın bu sorunla kaybı ise bütün komşularından tecrit edilmiş biçimde kendi sınırları içine çekilip yaşamak olmaktadır. Bu da Ermenistan nüfusunun son 10 yılda %50 oranında azalmasına neden olmuştur. 1 milyondan fazla Ermeni ülkeyi terk ederek başta Rusya olmakla, ABD ve AB ülkelerine göç etmek zorunda kalmıştır (Pompeyev, 1996:5-7). Karabağ ihtilafı ve Ermeni terörü hem Güney Kafkas hem Ortadoğu, hem de Anadolu coğrafyasında güvenlik ve istikrarın önündeki en büyük engellerden biridir. Bundan dolayı Rusya bilerek bu sorunu ortaya çıkarmış ve bölgede varlığı açısından bitmesini istememektedir. Bu bölgelerde barış, huzur, güven ve istikrarın sağlanması için ise mücadele eden devletler Türkiye ve Azerbaycan’dır.

 

Kafkasların Güvenliği İçin İki Kardeş Devletin Karabağ Mücadelesi

Bilindiği üzere Dağlık Karabağ problemi yaklaşık 30 yıldır BM ve AGİT gündeminde çözüm beklemektedir. Çözüm dışında her yolun denendiği bir problem olan Karabağ meselesi bölgesel bir sorun olmanın dışında, aynı zamanda içinde derin tarihi izler taşıyan küresel bir mesele olduğu bilinmektedir. Kökleri birkaç yüzyıl öncesine dayanan ‘Şark meselesinin’ bölgede kol gezen kâbus olarak varlığını korumaktadır. Dolayısıyla, içinde Rusya, İran, Avrupa ve ABD’nin rol oynadığı bir mesele olduğu anlaşılmaktadır.

Azerbaycan bağımsızlığını ikinci kez ilan ettikten sonra, 26 Kasım 1991’de Karabağ'ın özerklik statüsünü kaldırarak, bölgeyi doğrudan Bakü yönetime bağladığını duyurmuştur. Bağımsızlık sonrası karşı karşıya kaldığı en önemli sorun Karabağ münakaşası olmuştur. Sovyetler sonrası Azerbaycan büsbütün silahsız bırakılmıştır. Öte yandan eski Sovyet ordusu Ermenistan’dan çıkmazken aynı zamanda Rusya ile Ermenistan arasında askeri ittifak anlaşması yapılmıştır. Rusya’dan aldığı bu destekle ezeli toprağı olan Karabağ’ın ve yine Azerbaycan’a ait 7 ilçesinin Ermenistan tarafından işgali gerçekleşir. İşgal sonrası bölge halkı öz yurdunda mülteci durumuna düşürülmüş ve binlerce masum insan katledilmiştir. Rus ve Ermeni vahşetinin en büyüğü 26 Şubat 1992’de Karabağ’ın Hocalı ilçesinde sergilenmiştir. Soykırıma karışan Rusya’nın 366. alayı idi. Bu alaya emir veren Rusya eski devlet başkanı Boris Yeltsin’den başkası değildir.

Katliam ve işgaller sonrası AB Şurası ve BM Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu 822, 853, 874, 884 numaralı kararlarla Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün dokunulmazlığı, Ermenistan’ın sorunda taraf olduğu ve işgal edilen topraklardan hemen ve şartsız olarak çekilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Fakat AGİT Minsk grubundaki Rusya, Amerika ve Fransa üçlüsü ne de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi işgalin sona ermesi için çaba sarf etmemiştir. Yaklaşık 30 yıl boyunca adeta işgal sorununu öteleyen, Azerbaycan’ı oyalayan, Ermenistan’ı ise kollayan bir politika yürütülmüştür.

Her şeyden önce Türkiye için Karabağ problemi, Ermenistan’ın var olduğu için ortaya çıkmış bir problem olmayıp, Avrupa ve Rusya’nın varlığı açısından değerlendirilmektedir. Türkiye için problemin karşı tarafı olarak veya muhatabı olarak Ermenistan gözükmemektedir. Türkiye’nin geleneksel dış siyaseti, bu konuda Ermenistan’ı ciddiye bile almamaktadır. Türkiye açısından asıl sorun Ermenistan’ı kullanarak bazı Batılı ülkelerin Türkiye karşıtı sergilediği tavırdır. Türkiye, Osmanlı’nın son döneminde tâbi toplulukların (Ermeni, Arap milletlerinin) sergiledikleri tutumu ihanete eşdeğer olarak görmektedir. Bu yorum, bu milletlerin kendi siyasi kaderlerini tayin etme haklarının olmadığı anlamında anlaşılabilir. Son dönem Osmanlı idaresini ve günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’ni rahatsız eden en önemli olay gerek Ermeni gerek Arap milletlerinin kendi adlarına değil işgalci güçler adına gösterdikleri faaliyettir. İşte, bundan olsa gerek, uzun yıllar Türk dış politikasında bu ülkelere güvenilmez toplumlar gözüyle bakılmıştır.

Türkiye, Kıbrıs ve terör olayları nedeniyle uzun yıllardan beri dengeli bir politik tavır gözetmektedir. Bu nedenden Karabağ olaylarına ilk yıllarda direk olarak tepki verememiştir. 1991-1992’de bütün şiddetiyle geçen çatışmalara rağmen, Ankara 1992’nin Ağustos ayında Erivan’a bir heyet göndermiştir. Heyetin götürdüğü mesaj oldukça anlamlıdır. Buna göre, Ermenistan Karabağ iddiasından vazgeçecek, bunun karşılığında da Türkiye ile Ermenistan arasında başta ekonomik olmakla her türlü ilişkiler geliştirilecektir. Özellikle Türkiye ağır bir ekonomik bunalım içinde olan Ermenistan’a ekonomik destek sözü vermişti. Dönemin Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan hükümeti aslında Türkiye’yi dışlayarak sürdürülecek bir bağımsızlığın zor olduğunu biliyordu. Bundan dolayı ilk başlarda olumlu giden ilişkiler Ankara’nın önce buğday ve ardından elektrik yardımıyla rayına girdi derken, Azerbaycan’daki durumun değişmesi, Şuşa ve ardından bir sıra Azerbaycan şehirlerinin işgali iplerin kopmasına neden oldu. Sınırlar kapatıldı (Milliyet, 19 Kasım 1992).

Ermenistan, nüfusu her geçen gün küçülen, ekonomik bakımdan daralan, siyasi bakımdan ise ağır krizlere gebe bir ülke konumundadır. Aslında Ermeni Lobisi dışında Ermenistan’ı şu anda içinde bulunduğu politikayı sürdürmeye zorlayan devletlerin baskısı olmasaydı durumun daha farklı olacağını söyleyebilirdik. Özellikle, Fransa ile Yunanistan bölgesel çıkarlarından dolayı Ermenistan’da olup bitenlere göz yummaktadır. Yunanistan, Türkiye’ye karşı Ermenistan’ı kendisi için bir avantaj olarak görürken; Fransa geleneksel Doğu ve Kafkas politikasının bir uzantısı olarak değerlendirmektedir. Muhtemelen, Ermenistan’ı küstürmemek için Avrupa ülkeleri aşamalı olarak sözde “Ermeni soykırım taslağını” ya kabul etmekte ya da dönemsel olarak gündemlerine almaktalar. Çözümsüzlüğü derinleştiren sorunların başında ise Ermenistan’da ırkçı grupların iktidarda olmasıdır (Azerbaycan’ın Sesi Qazeti, 18 Yanvar 1992).

Türkiye’nin Ermenilere ve destekçilerine ileri sürdüğü koşul ise; Azerbaycan topraklarının işgalinden ve asılsız “soykırım” iddialarından vazgeçmesidir. ABD, bölgesel çıkarları açısından Türkiye ile Ermenistan arasında buzların erimesini isterken; AB bu bunalımın ABD’nin Kafkasya politikasının daha rahat işlemesini önlemek için devam etmesinden yanadır. Ermenistan, “soykırım taslağının” kabulü hayaliyle yaşadığı için şimdilik kendi üzerinde oynanan oyunları ciddiye almamaktadır. Aslında, şunu büyük bir ciddiyetle belirtmeliyiz ki Ermenistan’ın geleceğe giden yolu Türkiye ve Azerbaycan üzerinden (petrol ve petrol boru hatları buna en bariz örnektir) geçmektedir.

Birincisi, Ermenistan’ın ekonomik olarak rahatlaması Türkiye’nin bölgesel siyasetine bağlıdır. Nitekim, Karabağ sorunu çıktığından bu yana Ermenistan komşularınca terk edilmiş bir konuma düşmüştür. Azerbaycan’la savaş nedeniyle ilişkileri kopmuş, toprak talepleri Gürcistan’ın tedirginliğine neden olmuş, sözde soykırım iddiaları Türkiye’nin tepkisini kendi üzerine çekmiştir. Ekonomisi Azerbaycan’ın (son yıllarda Azerbaycan’ın askeri bütçesi bile Ermenistan’ın genel ülke bütçesini geçmiştir) kat kat altındadır. İhracat bakımından Ermenistan ekonomisi büyük sorunlar yaşamaktadır. Ülkedeki ekonomik orantısızlık Ermenistan hükümetinin politikalarıyla ülkenin nereye sürüklendiğinin açık bir göstergesidir. Her ne kadar Azerbaycan yer altı zenginlikleri bakımından doğal olarak Ermenistan’dan daha avantajlı konumda bulunsa da Ermenistan’a yapılacak yabancı yatırım onun komşularıyla olan siyasal sorunlarını neden kabul ederek yatırımdan kaçınmaktadır (Iqtisadiyyat Qazeti, 29 Sentyabr 1999). Ülkenin elektrik, petrol ve doğal gaz gibi temel ihtiyaçlarını Azerbaycan’dan ve Azerbaycan üzerinden Rusya’dan karşılaması ve savaş sonrasında bu hattın kesilmesi Ermenistan’daki yatırım ortamını da baltalamaktadır. Ermenistan’ın ekonomik verimliliğinin giderek düşmesi temel olarak politik nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı, Ermenistan’ın komşularına karşı yürütmekte olduğu sert politikalardan kaçınması gerekmektedir (Le Monde, 1 Nisan 1998).

Ermenistan’ın Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve İran arasında sıkışmış bir ülke konumuna düşmesi kendi iç ve dış politikasından kaynaklanmaktadır. Ancak, Ermenistan’ın ekonomik sorunlarını Türkiye’nin kendi lehine siyasi avantaja dönüştürmesi mümkündür.  Bilindiği gibi, Türkiye bölgesel olarak Ermenistan’ın Avrupa’ya açılan kapısı üzerinde bulunmaktadır. Türkiye’nin Ermenistan üzerinde şayet eğer değerlendirebilirse manevi bir baskısı söz konusu olabilir. Çünkü İstanbul’da ticaret gücü yüksek Ermeni nüfusu ve manevi değeri yüksek Ermeni Patrikhanesi bulunmaktadır. Ermenistan’la Türkiye arasında sağlanacak herhangi bir siyasal ve ekonomik daha çok Ermenistan’ın yararına olacaktır. Öte yandan Ermenistan ekonomik olarak Türkiye’nin etkisi altına düşecek ve Ermenistan üzerinde Türkiye’nin yaptırım yapacak gücü olacaktır. Bu durum Rusya’nın işine yaramayacaktır.

Ordu olarak göz önüne alındığında Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan için askeri bir tehdit olması düşünülmez. Ama Ermenistan Rusya’nın silah deposu olması bakımında bir tehdit içermektedir. Ermenistan 15 Mayıs 1992’de ‘Taşkent Ortak Güvenlik Antlaşmasını’, 21 Ağustos 1992’de ise ‘Ermenistan’da Rus Ordusunun Konuşlandırılması Antlaşmalarını’ imzalamıştır. Bu iki anlaşmanın avantajlarını Ermenistan Karabağ savaşında kullanarak, kendi ordusu saflarında manevra gücü üst düzey Rus Alfa Birliklerinin savaşmasını sağlamıştır. Aynı zamanda bu savaşta Ermenistan Ermeni lobisinin parasal desteği ile Suriye, Lübnan ve Irak’tan getirilen teröristlerden de yararlanmıştır. Bütün bunlar göz önüne alındığında Ermenistan bölge açısından dengesiz ittifaklar geliştirmekte ve bu durumda bölgenin güvenliğine gölge düşürmektedir (Iqtisadiyyat Qazeti, 29 Sentyabr 1999). Haksız toprak iddiaları, asılsız soykırım söylemleri ile kendisini bir bataklığa mahkûm eden Ermenistan, Karabağ probleminde de kendini haklı göstermeye çabalaması meselenin çıkmaza sürüklenmesinde en büyük nedendir.

Karabağ olayları 1987 yılında su yüzüne çıkmaya başlayınca Ermenistan gelecekteki muhatabını da belirlemişti. Bu tarihte Ermeni Yüksek Sovyeti “24 Nisan’ı anma günü” ilan etmiştir. Bu şu anlama geliyordu: “Türkiye, Ermenistan’ın hedefindeki düşman ülkedir”. 22 Ağustos 1990’da parlamentoda kabul edilen bağımsızlık bildirgesine sözde “Ermeni soykırımı” hakkında bir madde eklenmiştir. Bu doğrultuda ne Azerbaycan ne de Türkiye şu ana kadar bu ve bu gibi konuları hem kendi hem de dünya kamuoyuna yeterli düzeyde anlatamamıştır. Onun için Ermenistan bu konuda çok rahat davranmaktadır.

Görüldüğü gibi bu jeopolitik ve jeostratejik ortamda Ermeni meselesi kesinlikle Türkleri ve Ermenileri birinci elden ilgilendiren konuların ortaya çıkardığı bir mesele değildir. Dış güçler tarihte başka azınlıklara nasıl bir yöntem uygulamış iseler, Ermeniler için de aynı yönteme başvurmuşlardır. Yalnız Ermenilerin diğerlerine göre iki hassas yönü bulunmaktaydı. Birincisi yaşadıkları coğrafyada hiçbir zaman çoğunlukta değillerdir. İkincisi ise, yaşadıkları coğrafyanın denizden uzaklığı batılı güçlerin diğer Hristiyan güçler için denizden kolay sağladığı benzer desteğin kendilerine iletilmesine olanak sağlamamaktadır. Bu yolda onlar arasında ırkçılığın uyanması sağlanmalıydı. Bunun için de en önemli faktör “din-kilise” faktörü idi. Emperyalist güçler bu bağlamda Kafkas ve Anadolu’da gerek siyasi gerek sosyal gerekse de ekonomik amaçlı dünden bugüne pek çok terör örgütü kurdular.

Bilindiği üzere Ermeniler, Osmanlının zayıf olduğu dönemlerde dış güçlerle iş birliği yaparak isyan ve ardından terör yolunu seçmiştir. Bu yönde 1919’da Paris Barış Konferansı’nda iki Ermeni delegesi, Bogos Nubaryan Paşa (Osmanlı nazırlarından) ve Mösyö Aharoniyan büyük devletler konseyi önünde isteklerini açıklamış ve kendilerini, mazlum bir halkın temsilcisi olarak tanıtmış, bu şekilde sempati kazanmaya çalışmışlardır (www.http://tarhplatformu, 2011). Paris Konferansı’nın en önemli konusu hiç şüphesiz ki, Osmanlı enkazından geride kalan en büyük payı alabilme idi. Bu uğurda Taşnak, Hınçak, Ramgavar, Hoybun, ASALA ve günümüze dek birçok terör örgütü kanlı eylemler yaptılar.

 

Rusya’nın Çıkar Hesapları ve Müdahalesi Sonucu Yaşanan Sorunlar

Kafkaslar, geçtiğimiz yüzyılın evvellerinde başta Azerbaycan olmak üzere, Gürcistan ve Ermenistan, büyük devletlerin siyasi güdümünde etnik, dini, ekonomik, kültürel ve sosyal kargaşa içine sokulmuştur. Rusya’nın tutarsız tavrı ve yeni siyasi güçlerin bölgeyle olan ilişkisi sonucunda içteki dengelerin büsbütün altüst olmasına, özellikle Azerbaycan arazileriyle oynanması (Ta ilk yıllardan işgal edile gelen Kuzey Azerbaycan arazilerinin yüzölçümü, sırasıyla: 1) 200 bin km², 2) 130 bin km², 3) 114 bin km², 4) 87 bin km²) Güney Kafkas’ı etnik çatışmaların en yoğun olduğu bölge konumuna getirmiştir.

Kafkas’ta var olan farklı kimlikler, bu coğrafyada Rus-Ermeni faktörünün ortaya çıkışına kadar bir arada yaşamayı sürdürdüler. Bu birliktelik 1905 yılına kadar normal bir şekilde devam etmiştir. Özellikle Rus Çarları Ermenilere yakınlık göstermiş, onlar da buna karşılık Çar ordusuna katılmıştır. Öte yandan Rus Çarı Nikolay da İran ve Ermenistan Ermenilerini aynı patrikhane altında birleştirmek istemiştir. Yönetimi elinde bulundurmak isteyen Rus devleti Ermenileri himaye ederek hiç kuşkusuz onları kendilerine sadık hale getirmiştir. Hatta Ermeniler, Revan Müslüman-Türk Hanlığı işgal edilirken Ruslara yardım ettikleri de bilinmektedir. Rus işgalinden önce Revan Hanlığında yaklaşık 700 Ermeni ailesi vardı ve bunlar buraya İran’dan gelmişlerdi. Şöyle ki Karabağ Hanı İbrahim Halil Han döneminden 1914’e kadar Karabağ ve Kafkaslardaki genel nüfus durumu aşağıdaki şekilde görülmektedir: “Karabağ vilayetindeki Müslüman sayısı yaklaşık 1 milyon 174 bin, Rus nüfusu 34 bin, Gürcüler bin 107, Ermeniler ise 177 bin. Rus yönetimi bütün Kafkaslardaki Müslüman sayısını 4 milyon 679 bin 487 olarak belirtmiş. Buna karşılık Türk tarafı Gence’deki Müslüman sayısının 1 milyon 500 bin, toplam Müslüman sayısının ise 7 milyon civarında olduğunu tespit etmiş (BOA).

Bu konuda Rus araştırmacı Şavrov adeta tarihi itirafta bulunmuştur: “Hâlihazırda Transkafkasya’da yaşayan 1 milyon 300 bin Ermeni’den 1 milyonu yerli Ermeni değildir, bunları biz buralara yerleştirdik. Sahte belgelerden yararlanarak yurtsuz Ermenileri toprak ve devlet sahibi yaptık” (Şavrov, vd. 1988). Sıcak denizlere açılma ve petrol amacıyla hareket eden Çarlar, Kafkas üzerinden bu amaca ulaşmak için harekete geçtiklerinde burada yaşayan Hristiyan toplumları değil, Müslümanları karşılarında buldular. Kafkas’ta Ermeni iskân politikası da bu doğrultuda gerçekleştirilmiştir.

Çarlık döneminde Rusya’nın petrol ihtiyacı Bakü’den karşılanıyordu. Petrol, İdil nehri üzerinden Rusya’nın tüm şehirlerine taşınmaktaydı. Bilindiği üzere petrol, devletlerarasında her zaman etkisini gösteren bir maddedir. Petrol için verilen mücadeleler bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Özellikle 1900–1920 dönemleri hâkim ülkeler sırf petrol için Birinci Dünya Savaşına girmeyi göze almışlardır. Neticede galip ülkeler tarafından petrol bölgeleri kendi nüfus alanlarına geçirilecek şekilde paylaşılmış, özellikle Orta Doğu ve Azerbaycan petrolleri, Batılı devletlerin mücadele alanı olmuştur. Son Karabağ savaşında petrol politikası sebebiyle birkaç ülke yön ve fikir değiştirerek Azerbaycan’ın yanında saf tutmuşlardır.

Rusya her zaman Hazar denizinin Batı ve Doğusundaki Cumhuriyetlerin kontrolünü ve boğazları eline almayı amaçlamıştır. Bu amaçla tarihen Ermenileri kullandığı bilinmektedir. Rus Çarı Birinci Aleksandre’nin: “Coğrafya benim boğazlara sahip olmamı emrediyor. Eğer boğazlar başkasının elinde ise kendi evimin sahibi sayılmam imkânsızdır.” sözleriyle eskiden olduğu gibi günümüzde de Rusya tarafından uygulandığını görmekteyiz. Montrö Antlaşmasına göre Türk boğazlarının geçiş ve denetim hakkı Türkiye’ye tanınmıştır. Sözleşmeye göre Türkiye’nin güvenliği ön plandadır. SSCB’nin dağılmasına rağmen Rusya yine de dış politikasında Avrasya eksenine öncelik vererek, Kafkasya ve İç Asya’ya doğru yayılma politikasını açık bir şekilde uygulamaya başlamıştır. Öte yandan küreselleşen dünyada Azerbaycan petrolü hiç kuşkusuz dün olduğu gibi bugün de daha çok Rusya’nın iştahını kabartmaktadır. LUKOIL isimli Rus petrol şirketinin Azerbaycan petrol şirketinin (SOCAR) payından bile % 10 alarak uluslararası şirketler birliğine katıldığını görmekteyiz. Esas amaç petrolü sağlamaktan ziyade onun kontrolündeki oyunu, bölgede önemli güç olan İran ile işbirliği içinde sürdürebilmek ve Hazar petrolüne egemen olma stratejisi yatmaktadır (Kocaoğlu, vd. 1998:22-142).

Rusya’nın bölgeyi işgali, Ermenistan’ın doğuşudur. Bir diğer ifadeyle, Rusya’nın Kafkas istilası, Ermenistan adlı bir ülkenin yaratılmasıyla anlamını hâlâ muhafaza etmektedir. Ancak, Rusya siyasal anlamda Ermenilerin bölgede bağımsız bir güç olmasına imkân vermediği gibi, Ermeni aydınlarının da toplum arasında ırkçı propagandalarının önünü açmıştır. Rusya’nın niyeti kendi amaçlarına uygun tampon bir bölge oluşturmaktan öteye gitmemiştir.

1828-1829 Rus-Osmanlı savaşının ardından Osmanlı’nın doğu illeri üzerine Rusya’nın gölgesi düşmüştür (Gurko, 2007:140-141). Erivan bölgesine göç ettirilen Ermeni nüfusu ile Osmanlı topraklarındaki nüfus arasında karşılıklı alakalar sürmekteydi. Bu da Rusya’nın Anadolu Ermenileri arasında yaymak istediği siyasi bakış açısına uygun bir zemin hazırlamaktaydı. XIX. yüzyıl siyasi kimlikli bütün Ermeni aydınlarının, örgüt liderlerinin ve isyancılarının Anadolu Ermenileri arasından çıkması oldukça ilginçtir.

“Büyük Ermenistan” projesini siyasal anlamda ilk gündeme taşıyan Raffi adıyla tanınan Ermenilerin ünlü yazarlarından Akop Melik-Akopyan (1835-1888) olmuştur. Onun siyasal bir üslupla dile getirdiği “Denizden denize kadar uzanan Ermenistan” hayali 1880’li yıllarda Ermeni komitecileri arasında hedef olarak görülmeye başlamıştır. Kendi düşüncesini tanımlamak için Raffi bu konuları işleyen üç kitap yazmıştır: “Hent”, “Davidbek” ve “Samvel”. Raffi’ye göre: “Ermeni ulusu tarihin en eski halklarından biridir. Ancak, barbar komşuları bu büyük ulusun yarattıklarını yok etmişlerdir” (Khorenats vd. 1987). Onun görüşlerini daha sonra Ermeni yazar Arpiaryan Arpiar (1851-1908) devam ettirmiştir. 1876’da İstanbul’da kurulan Ermeni Ararat Cemiyetinin başkanı olmuştur. İstanbul’daki zengin Ermeni tüccarlarından sağlanan mali destekle Tiflis’te Taşnakların kültürel olarak örgütlenmesine çalışmış ve bu amaçla Ermenice yayın yapan Mişak gazetesini faaliyete geçirmiştir. Çeşitli Ermeni örgütleri arasında uzlaşmacı kişiliği ile tanınan Arpiaryan Hınçak terör örgütünün de seçkin üyelerinden olmuştur (Ayrapetyan, 1992:31-48).

Aslında Kafkas’ta Karabağ sorunundan daha ziyade bir Ermeni terör sorunu bulunmaktadır. Bu sorun, sadece Türk Dünyası’nın bir sorunu olarak gündeme gelmemiştir. Ortadoğu ve Kafkas’ta çıkarları olan emperyalist devletlerin hepsini birden ilgilendiren uluslararası bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaklaşık 200 yıldır Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, Amerika, Yunanistan ve günümüzde İran yönetiminin desteklemediği hiçbir Ermeni hareketi olmamıştır. Rusya ve Batılı devletler, Ermenileri bir kukla, Ermenistan’ı da Kafkas ve Anadolu’da bir “taşeron devlet veya tampon bölge” olarak kullanmıştır. Rusya’nın Kafkas istilası, Ermenistan adlı bir ülkenin yaranmasına getirip çıkarmıştır. Rusya siyasal anlamda Ermenilerin bölgede bağımsız bir güç olmasına imkân vermediği gibi, Ermeni aydınlarının da toplum arasında ırkçı propagandalarının önünü açmıştır.

Bilinmesi gereken gerçek şu ki Ermenistan’daki politik süreci takip etmek bölgeyle ilişkili siyasal güçlerin varlıklarını doğru tayin etmek gerekmektedir. Yani, Ermenistan, Ermenilerin Ermenistan’ı olduğu için değil, birilerinin Ermenistan’ı olduğu için anlaşılmaz bir ülke konumundadır. Bu durumda da Karabağ sorununa resmi müdahale kendilerinin yok birilerinin eliyle olmuştur. O birilerinin başında Rusya’nın geldiği aslında dünden belliydi. Bu durumu fırsat olarak değerlendiren Ermenistan kendisini adeta Rusya’nın kucağına atmıştır. O, kendisini Kafkasya’da Rusya’nın jeopolitik operasyon arenası olarak görmekte ve Rusya’nın “uygulayıcısı” hesap etmektedir. Çünkü Rusya olmadan bu ortamda rahat nefes alabilmesi söz konusu olamaz.

Batı Devletleri Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanımalarını beyan etmelerine rağmen Ermenistan’ın işgalci politikasına, dolayısı ile Ermenistan-Azerbaycan çatışmasına yaklaşımları AGİT’in Minsk Grubu çerçevesinde değerlendirilmektedir. Avrupa devletlerinin ve özellikle Minsk Grubu’nun diğer Batılı eş başkanları olan ABD ve Fransa’nın kararsızlığı, BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarına tepkileri Batı’nın çifte standartlar siyasetini ortaya koymaktadır ki, bu yaklaşımın perde arkasında hiç kuşkusuz köklü sebepler bulunmaktadır. “Ermeni faktörünün Rusya’nın politik olmakla birlikte, ekonomik açıdan da hem bölge devletlerine hem de ilgili devletlere yönelik baskı aracı olduğu bir gerçektir. Rusya yukarıda da belirttiğimiz gibi, Ermenistan’ı Türkiye’nin, ABD, NATO ve AB’nin Kafkasya politikasına karşı denge unsuru olarak kullanmakta, Ermenistan sayesinde Kafkasya’daki politik ve askeri varlığını koruyarak, bölgede konuşlandırdığı üslerle Azerbaycan’ı ve Gürcistan’ı kontrol altında tutmakta ve bu sayede kendisine yönelik güneyden yapılabilecek müdahaleler karşısında gereken önlemleri almaktadır. Diğer bir taraftan, Rusya Kafkasya’daki devletlere geçmiş eyaletleri olarak bakmakta, dolayısı ile Azerbaycan’ın bağımsızlığını ve bu devletin enerji projelerinde varlığını hazmedememekte ve bu suretle Azerbaycan’a acı bir ders vermek için Ermenistan’ı korumakta ve silahlandırmaktadır. Bu açıdan Azerbaycan karşısında Ermenistan’ın Rusya tarafından desteklenmesi anlaşılabilir.

M. S. Ordubadi’nin sorunun başladığı dönemlerde kaleme aldığı “Kanlı Yıllar” kitabında da Ermeni-Müslüman çatışmasının esas nedeninin Rusya ve Batılı güçlerin desteği ile “Bağımsız Büyük Ermenistan” kurulması ilkesinin vurgulandığını görmekteyiz. Kitapta: “Ermeni-Müslüman çatışmasının esas nedeni, Bakü ve Gence Guberniyasının Arran yörelerini Azerbaycan Türklerine verip, Revan ve Gence Guberniyası ve Karabağ topraklarını Ermenilere vererek, buraları da ‘Dağlık Karabağ Sancağı’ ile birleştirip ‘Ermeni Saltanatı’ oluşturmak istendiği” belirtilmiştir (Ordubadi, 1991:32). Kafkaslarda Ermenilerin istekleri ve yaptıkları cinayetler karşısında Rusya ve diğer güçler Ermenileri bir birilerine kışkırtmakta hiçbir zaman geri kalmamışlardır. Kanaatimize göre Batı, Rusya, ABD, İran ve diğer emperyalist güçler böyle davrandıkça, Kafkaslara herhalde beklenen barış gelmeyecektir.

 

Güncel Değerlendirme ve Sonuç

Rusya’nın Güney Kafkas politikası iç politika ve dış politika kısımlarına ayrılarak ele alınmalıdır. Çünkü bu iki kısım da birbirini etkilemektedir. Rusya’ya bağlı Kuzey Kafkas Cumhuriyetlerindeki sorunlar, Güney Kafkas ülkelerindeki durumla yakından ilgilidir. ABD gibi küresel güçlerin Güney Kafkas’ta kendi çıkarları olduğundan, Rusya’nın Kafkaslar politikası söz konusu ülkelerin Rusya ile ilişkilerinde de önemli bir yere sahiptir. Rusya’nın Kafkasya’daki en önemli iki amacını Hazar havzası ve genel olarak Kafkasları siyasi anlamda kontrol altında tutmak ve Hazar enerji kaynakları başta olmak üzere bölgedeki enerji kaynaklarının işletilmesinde söz sahibi olarak bu ülkelerin ekonomilerini Rusya’ya bağımlı hâle getirmek şeklinde özetleyebiliriz. Ermenistan ise günümüzde resmi olmasa da gerek askeri gerek siyasi gerekse de ekonomik açıdan zaten Moskova’ya bağlı bir eyalet durumdadır. Fakat özellikle Paşinya’nın hâkimiyete gelişiyle Ermenistan’ın siyasi olarak yönünü Batı’ya çevirmesi Rusya’yı rahatsız eden faktörlerin başında gelmektedir.

Bu 30 yıllık sürecin sonunda Ermenistan’da Rusya karşıtı eylemler yapılmıştır. Parlamenter sisteme geçişle birlikte Nikol Paşinyan’ın Başbakan olmasıyla Ermenistan’ın iç ve dış politikasında değişiklikler yaşanmaya başlanmıştır. Muhalefette olduğu dönemde Rus karşıtı söylemleriyle öne çıkan Paşinyan, iktidarı devralmasının ardından Rusya yönetimi tarafından Batı’nın adamı olarak damgalanmıştır. Kısa süre sonra Ermenistan Azerbaycan’a karşı daha saldırgan ve kışkırtıcı eylemlere girişmiştir

1-4 Nisan 2016 tarihinde, Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri ile Ermenistan Silahlı Kuvvetleri ve Karabağ’daki Ermeni teröristler arasında çatışmalar yeniden patlak vermiştir. 2020 Temmuz ayında Ermenistan’ın Azerbaycan’ın Tovuz iline gerçekleştirdiği diğer bir saldırı bardağı taşıran son damla olmuştur. Oysa Tovuz ili Karabağ ile bağlantısı olmayan, enerji hatlarının geçtiği stratejik öneme sahip bir yerdir. Gürcistan’dan Türkiye’ye ve oradan da Batı’ya kadar giden Bakü-Tiflis-Ceyhan, Bakü-Tiflis-Erzurum, Bakü-Supsa petrol boru hatları ve Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı bu bölgeden geçmektedir. Ermenilerin 27 Eylül 2020 tarihindeki hem sivil yerleşim yerlerine hem de uluslararası enerji hatlarına saldırıları cevapsız kalmamıştır. Azerbaycan, Ermeniler tarafından işgal edilen topraklarını kurtarmak için antiterör harekâtına başladı. Halk, asker ve devlet bir bütün oldu.

Bu harekâtta 3 Ekim 2020’de Sugovuşan işgalden kurtulurken, 4 Ekim 2020’de Cebrail şehri Ermeni teröristlerinden temizlenmiştir. Ardından sırasıyla; Gubadlı, Zengilan ve Füzuli gibi stratejik iller işgalden azat edildi. Azerbaycan ordusu özellikle Türkiye’nin İHA/SİHA ve elektronik harp sistemleri sayesinde hava üstünlüğünü tüm çatışma boyunca elinde bulundurmuştur. Türkiye, “Bir millet, iki devlet” gerçeği ile hareket ederek, her fırsatta Azerbaycan’ın yanında olduğunu bildirmiştir. Rusya ve “İslam” devleti olan İran, her zamanki gibi Ermenilerin yanında yer almıştır. Oysa Güney Azerbaycan’ın kalbi Kuzey Azerbaycan için atmaktadır. Azerbaycan’ın sahadaki askeri üstünlüğü ile baş etmekte zorlanan Ermenistan, 4 Ekim’den başlayarak Gence, ardından Mingeçevir, Berde, Terter gibi şehirlerdeki sivil yerleşim yerlerini misket bombası ile vurmuştur. Yüzlerce masum sivil katledilmiştir. Ermenistan bu kışkırtıcı hareketleri sonucunda Azerbaycan’ın da karşılık vereceğini ve Ermenistan sınırına füze atacağını planlamıştır. Bu sayede arka cephede olan Rusya’yı ön cepheye çekmeyi düşlemiştir.

Karabağ’ın kalbi, medeniyet beşiği olan Şuşa şehrinin işgalden azat edilmesi ve Azerbaycan birliklerinin Hankendi şehrine yaklaşmasıyla savaşın kaderi artık belli olmuştur. 9 Kasım günü Ermenistan’ın tam askeri yenilgisiyle sona ereceğini beklerken akşam saatlerinden itibaren ani gelişmeler yaşanmıştır. Bir Rus helikopterinin Azerbaycan sınırında halen de kim-kimler tarafından ve nasıl düşürüldüğü kesin olmayan bilgisi duyurulmuştur. Ardından yine Bakü, Abşeron, ve Sumgayıt kentlerine füzeler fırlatılmıştır. Bu füzeler havada imha edilse de büyük endişelere neden olmuştur. Daha sonra N. Paşinyan tarafından sosyal medya hesabında yenilgiyi kabul ettiği yönde paylaşımı yer almıştır. En son olarak 10 Kasım gece saatlerinde Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Rusya Başkanı Vladimir Putin canlı yayında Azerbaycan’ın zaferini simgeleyen bildiri imzalanmıştır. Cumhurbaşkanı İ. Aliyev tarafından yine canlı yayında son süreç değerlendirilmiştir.

27 Eylül-10 Kasım 2020 tarihlerindeki 44 günlük Karabağ savaşı veya antiterör operasyonu yaklaşık 30 yıldan beri diplomasi yolu ile çözülemeyen bir sorunun sonucudur. 10 Kasım 2020’de Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya yetkilileri tarafından imzalanan belge aslında bir barış olarak değil, taraflar arasında gerçekleşen sıcak çatışmanın sonlandırılması yönünde kabul edilen bir uzlaşı ve Ermenistan’ın yenilgisi olarak kabul edilmelidir. Toplam 9 maddeden oluşan Ermenistan’ın teslimiyet belgesinin imzalanmasının hemen ardından sıcak çatışmaların durdurulması ile birlikte 5. maddeye dayalı olarak 5 yıllık Rus “barış gücü” ülkeye yeniden girmiştir. Bu durumda kanaatimizce, Ermenistan-Azerbaycan münakaşası “uzun süreli ateşkes ve yer-yer çatışmalar” şeklinde devam edecektir. Her ne kadar ateşkes ve sözde barış yapılsa da sonuç itibariyle günümüzde Azerbaycan-Türkiye-Ermenistan arasında süre gelen yaklaşık iki asırlık problemin adı olan “Ermeni Meselesi” ve “Karabağ Münakaşası”, Ruslar başta olmak üzere emperyalist güçler tarafından oluşturulmuş yapay bir sorun olduğu bir kez daha görülmüştür.

Azerbaycan açısından önemli bir zafer olarak görülen bu anlaşma ile 15 Kasım 2020’de Kelbecer, 20 Kasım 2020’de Ağdam, 1 Aralık 2020’de Laçın’ın Ermeniler tarafından boşaltılması ve göçmenlerin evlerine geri dönmeleri kararlaştırılmıştır. Laçın koridoruna “Rus barış gücünün” yerleştirilmesi, ayrıca Nahcıvan ile Zengezur arasındaki bağlantının Rusya’nın kontrolünde olması Azerbaycan kamuoyunda endişelere neden olmuştur. Ayrıca bölgede Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) de varlığı Azerbaycan halkında sevinç ve geleceğe umudu artırmıştır. Sonuç olarak yaşanan bu tarihi süreçten sonra artık Azerbaycan’da “Dağlık Karabağ, Yukarı Karabağ, Dağlık Karabağ Muhtar Vilayeti” adlı yer ve sorun yoktur. Azerbaycan’ın ezeli ve ebedi tarihi yurdu olan Karabağ vardır. Aslında bu hep böyleydi.

      TYB Akademi 32: Kafkasya / Mayıs 2021

Kaynakça

Attar, A., Karabağ Sorunu Kapsamında Ermeniler ve Ermeni Siyaseti, Ankara, 2005.

Aydın, M. 1991, “Karabağ”, TDVİA, Cilt. 24, İstanbul, 1991.

Ayrapetyan, Aşot, Pro Armenia, Sayı: 61, Çev: E. Özkan, İstanbul, 1992.

Gurko, V. K., “Büyük Sovyet Ansiklopedisinde Ermeni Sorunu”, Tarihten Güncelliğe Ermeni Sorunu, Tahliller-Belgeler-Kararlar, İstanbul, 2007.

Horenli, M., Ermeni Tarihi, Erivan, 1940.

Khorenats’i, Moses, History Of The Armenians, İng Trc. R. Thomson, London, 1978.

Kocaoğlu, M., Petro Strateji, İstanbul, 1998.

Memmedova, F., Azerbaycanın Siyasi Tarixi ve Tarixi Coğrafyası, Bakı, 1993.

Mustafayev, B., “Karabağ’ın İşgal Süreci ve Bölgede Yaşanan Son Olaylar Çerçevesinde Çözüm Arayışları”, Atatürk Üniversitesi Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED), Sayı. 49, Yıl. 19, Erzurum, Haziran 2013.

Mustafayev, B., “Sovyetler Döneminde Rusya’nın Dağlık Karabağ Politikası”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Sy. 39, Cilt. 10, Ankara, 2013.

Mustafayev, B., Ermenilerin Kuzey Azerbaycan’daki Faaliyetleri (1905–1920), Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir, 2009.

Ordubadi, M. S., Qanlı İller, Bakı, 1991.

Pompeyev, Y., Qarabağ Qan İçinde, Ensiklopediya Neşri, Bakı, 1996.

Qarabaği, M. Y., Tarix-i Safi-Qarabağnameler, Bakı, 1991.

Seyyidov, M., “Varsag Sözü Haqqnda”, Edebiyat ve Dil İnstitutunun Eserleri, c. 7, Bakı, 1954.

Şavrov, N. İ., “Rus İşine Zaqafqazyada Yeni Tehlüke-Muğanın Yadlara Xerraca Qoyulması”, Azerbaycan Elmler Akademiyası Xeberleri, Tarix, Felsefe, Huquq Seriyası, Nu: 3, Bakı, 1988.

Şimşir, B., Ermeni Meselesi (1774–2005), Bilgi Yayınları. İstanbul, 2006.

Azerbaycan’ın Sesi Qazeti, Bakı, 18 Yanvar 1992.

BOA: 58464/ 1839, Osmanlı Belgelerinde Ermenilerin Sevk ve İskânı 81878–1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı, Yayın Nu: 91, Ankara, 2007.

İqtisadiyyat Qazeti, 29 Sentyabr, Bakı, 1999.

Le Monde Gazetesi, 1 Nisan Fransa,1998.

Milliyet Gazetesi, İstanbul, 19 Kasım 1992.

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı AZEM Dairesi, Türkiye’ye Karşı Ermeni Hareketleri, Belgeler, Ankara, Temmuz 1970.

www.http://tarhplatformu /2011/06/ermeni-bogos-nubar-pasa-nin-hayalleri

 

 

Extended Abstract

Today, there are several regions in various parts of the world where people belonging to the ethnic, religious and denominational diversity are located. The Caucasus, Middle East, Balkan and East Turkestan geography come first. The Caucasus region, which is one of these regions, is almost a fire place today. One of the places under the shadow of war, or rather terror, is Nagorno-Karabakh. So, where is the Caucasus and Karabakh, how did it go through the filter of the historical process, why did it become a problem and who or who raised this problem? While these and similar questions find answers in the study, living history bears witness to today's events. As it is known, most of the Caucasian peoples are of Muslim Turkish origin. It would be more useful to summarize the Armenians, who are foreign elements in the region, the historical events and facts that took place as a result of the Russian intervention, by sticking to the chronology. 

The Caucasus is not only important for Europe and Russia. It is of great importance for Turkey since the Ottoman times. Just as Turkey can be considered a Balkan country because of Thrace, it is actually a Caucasian country (Kars, Iğdır, Ardahan provinces, Erzurum, Van, Bitlis and a part of Ağrı) in terms of its provinces. Even in Ottoman records these places are mentioned as the eighth geographical region of Anatolia. It is known that Enver Pasha, Talat Pasha and Nuri Pasha, who had a say in the Ottoman administration, were trying to make Azerbaijan free after the First World War. Enver Pasha's Turkism thoughts have also been important in supporting Azerbaijan's struggle for independence. Therefore, every event, good-bad and positive-negative, that will take place here, concerns Turkey closely today. The Caucasus is a strategic region for Turkey, just like the Middle East. The fact that both sides are the sea like the Black Sea and the Caspian has given the Caucasus region the status of transition. This region is an important gateway for Eurasia in terms of energy resources. For this reason, it has always been a battleground for imperial powers throughout history.

Karabakh, which is the biggest struggle area of the Caucasus, is the name of the region of approximately 18 thousand km², most of which are located between today's Northern Azerbaijan and Armenia (West Azerbaijan) and in the south of Iran (South Azerbaijan). Therefore, it is in a position to control Armenia and Iran at a dominant point in the Caucasus. One of the settlements of the Turks before Christ and the beginning of the century, the most fertile region of Azerbaijan was Karabakh. Since the Sakalar, many Turkish tribes and states have dominated this region.

Continuous foreign interventions were made in this geography dominated by the Turks. Russians participated in this struggle in the XVI. century. Namely, Karabakh joined the Ottoman Empire in 1555 with the Amasya Treaty; In 1735, with the Ganja treaty, it was left to today's Iran (To Azerbaijan Turkish administration). The region goes under the rule of Nadir Shah in 1736. After the death of Nadir Shah in 1747, when the central authority weakened, khanates began to be established. Among these khanates, Karabakh, Yerevan and Nakhchivan, which are in key positions for the Caucasus, stand out. Thus, in the early 1800s, when the Russians invaded the Caucasus and Azerbaijan, it came under Russian rule. The basic document regarding the annexation of the Karabakh Khanate by Russia as a Turkish Territory is the Kürekçay Treaty signed in 1805 between the Karabakh Khan Ibrahim Khan and the Russian commander P. D. Sisianov. After Ibrahim Khan was killed by the Russians, with the imperial decree of 1806, Mehdi Gulu Agha was determined as the new khan of Karabakh. This situation became important once again in terms of finding answers to questions about the ethnic composition and identity of the region.

Finally, with the 1813 Gulistan and 1828 Turkmencay Treaties, the regions north of the Aras river were completely under the control of the Russians. Generally Revan and Karabakh Khanate, especially XIX. Since the century, it has been purged of Turkish and Islamic elements with Russia's policy on the ground. Armenians were displaced to the region as planned. Later, Armenians who settled in both the South Caucasus and Karabakh tried to destroy the Turkish-Muslim identities in this geography, and as a result, the foundations of the way to establish a single Armenian state in the region were laid. With the constant intervention of other imperial powers, especially Russia, they achieved the desired result in 1918. When the Soviets were established, Azerbaijan and Armenia also joined this union. Karabakh, the Turkish homeland, also gained the status of an autonomous region connected to Azerbaijan in 1923. From the 1930s to the 1960s, both the population structure and the management style of the region constantly changed. 

After Azerbaijan declared its independence for the second time, it abolished the autonomy status of Karabakh on 26 November 1991 and declared that it subordinated the region directly to Baku rule. While the Soviet army did not leave Armenia, Azerbaijan was completely disarmed. At the same time, a military alliance agreement was signed between Russia and Armenia. With this support from Russia, a total of 20% of Nagorno-Karabakh and 7 districts belonging to Azerbaijan were occupied. During this occupation period, Russian and Armenian terror made 1 million Turks refugees, massacred thousands of innocent people and committed Khojaly genocide. Throughout the occupation process, first in April 2016 and finally in September 2020, their provocation continued.

The Armenian attacks on both civilian settlements and international power lines on September 27, 2020 did not go unanswered. Azerbaijan started an anti-terrorist operation to save its occupied territories. The people, soldiers and the state became a whole. As of the first week of October, lands began to be liberated one by one. The Azerbaijani army maintained its air superiority throughout the entire conflict, especially thanks to Turkey's UAV / UAV and electronic warfare systems. Acting with the reality of "One nation, two states", Turkey declared that it stands by Azerbaijan at every opportunity.

The Second Karabakh war, which lasted 44 days between 27 September and 10 November 2020, is the result of a problem that has not been solved through diplomacy for nearly 30 years. The document signed by the authorities of Azerbaijan, Armenia and Russia on 10 November 2020 should not actually be a peace document. This document should be seen as a consensus, such as accepting the hot conflict between the parties and Armenia's defeat. Immediately after the signing of the 9-item surrender of Armenia, the 5-year Russian "peacekeeping force" re-entered the country on the basis of the 5th article with the end of the hot clashes. The establishment of the Russian peacekeeping force in Lachin and the Russian control of the link between Nakhchivan and Zangezur caused anxiety in the Azerbaijani public. For now, although the control in provinces such as Khankendi, Khojaly, Khojavend and Agdere is not exactly on the Azerbaijani side, the presence of the Turkish Armed Forces in the region has increased the joy and hope for the future among the Azerbaijani people. 

As it is understood, there is more an Armenian terrorism problem in the Caucasus than the Karabakh problem. This problem did not only come up as a problem of the Turkic World. It emerges as an international problem that concerns all imperialist states, especially Russia, in the Caucasus.

 


*     Doç. Dr., Siirt Üniversitesi, besirmustafa@siirt.edu.tr

      ORCID ID: 0000-0002-3235-2874

 

Makale Geliş Tarihi: 10.03.2021

      Makale Kabul Tarihi: 19.04.2021

Bu haber toplam 2157 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim