• İstanbul 15 °C
  • Ankara 23 °C

Dr. Nazif Öztürk: Kıbrıs Vakıflarının Hukukî Statüsü ve Kapalı Maraş Açılımı*

Dr. Nazif Öztürk: Kıbrıs Vakıflarının Hukukî Statüsü ve Kapalı Maraş Açılımı*
Doğu Akdeniz’in kolları Suriye ve Yunanistan’a, ayakları Mısır, Filistin ve İsrail’e uzanmakta, gövdesi Anadolu kıyılarına, başı Toroslara yaslanmakta ve gözleri Afrika kıyılarını tarassut etmektedir.

Kıta sahanlığı, deniz zemininde karbon yatakları bulunma ihtimali, deniz yolları güvenliği, bölge hakimiyeti ve kontrolü açılarından Doğu Akdeniz’in kalbi Kıbrıs Adası’nda atmaktadır. Bu dev gövdenin orta noktasında yer alan Kıbrıs Adası’nın toprak düzeni ve mülkiyet haklarının şekillenmesini sağlayan müesseselerin başında hiç şüphesiz vakıf kurumu/müessesesi gelmektedir. Türk toplumuna hayatiyet veren ve O’nu millet vasfına yükselten, müstemleke yönetiminin asimilasyon politikalarına karşı mukavemetli kılan, soykırım   dönemlerinde direnme gücü veren vakıf müessesesinin kan dolaşım istasyonunun pompalama sistemi, iskâna açılması kararlaştırılan Mağusa/Kapalı Maraş’a kaymıştır.

Ortaya konulan bu realiteler ışığında kaleme alınan bu yazıda Kıbrıs Adası’nda bulunan vakıfların tâbî olduğu hukukî statü belirlenecek, Osmanlı ve İngiliz dönemlerinde yürürlüğe konulan mevzuat tespit edilecek ve kısa değerlendirmelerde bulunulacaktır. Bu çerçevede, “ahkâmü’l-evkaf prensipleri”, Lozan Antlaşması (1923), Kıbrıs Cumhuriyeti (1960), KKTC (1985) anayasaları ve 1878 – 1974 tarihleri arasında yürürlüğe konulan vakıflarla ilgili mevzuatın tespiti ve tahlili yapılacaktır. Kıbrıs vakıflarının bağlı olduğu hukukî prensipler ışığında, malik ve mutasarrıfların hak ve menfaatleri gözetilerek Kapalı Maraş’ın iskâna açılması konusunda değerlendirmelerde bulunulacaktır.[1]

Kıbrıs Vakıfları

Bugünkü tespitlerimize göre 1571-1974 yılları arasında Kıbrıs Adası’nda 2220’nin üzerinde kurulmuş vakıf bulunmaktadır. Bu vakıfların sahip olduğu taşınmaz malvarlığı itibariyle Kıbrıs Adası topraklarının %14’ü vakıf malıdır. Bu oran Osmanlı coğrafyası genelindeki durumla örtüşmektedir.

Vakıfların Stratejik önemi

Sahip olduğu emlâk potansiyeli, “ahkâmü’l-evkâf”tan kaynaklanan uluslararası statüsü ve çatısı altında gerçekleştirdiği hizmetleri itibariyle vakıflar; fetih yıllarında tutunma bölgeleri, çöküş ve geriye çekilme dönemlerinde ise, direnme ve sığınma merkezleri olmuştur.

Kıbrıs Türk halkının tarihi, önemli ölçüde, Vakıflar İdaresi Arşivi’nde bulunan belgelerde yer almaktadır. Türk toplumunun Ada üzerindeki varlığı ve örgütlü yaşamı açısından vakıflar ve Vakıflar İdaresi’nin stratejik önemi, günümüzde de devam etmektedir.

Kıbrıs Vakıflarının Tâbî Olduğu Mevzuat

İslâm Hukuku ve Osmanlı Tatbikatındaki Evkâf Hükümleri

4 Haziran 1878 tarihli Savunma Antlaşması ve 1 Temmuz 1878 Ek konvansiyon hükümleri ile Ada idaresinin geçici olarak Britanya Krallığına kiralanması ve teslimine ilişkin, 30 Temmuz 1878 tarihli Ferman birlikte değerlendirildiğinde, Kıbrıs Adası’nda bulunan vakıfların «ahkâmü’l-evkâf prensiplerine göre yönetileceği» açıkça görülmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti[2] ve KKTC[3] anayasalarında da bu ilkeler aynen korunmuştur.

Bir başka ifade ile Kıbrıs’ta, İslâm Hukuku esaslarına göre tetvin edilen müstakil “ahkâmü’l-evkâf” kitapları ve Batı hukuk tekniğine uygun olarak hazırlanıp yürürlüğe konulan Nizamnamelerden meydana gelen mevzuat hükümlerinden oluşan “ahkâm-ı evkâf prensipleri” Kıbrıs Adası’nda dün de bugün de yürürlüktedir. Ancak Kıbrıs Adası’nda, vakıfların yönetim ilkeleri sadece Ömer Hilmi Efendi’nin «İthâfü’l-Ahlâf fî Ahkâmi’l-Evkâf» kitabı[4] hükümlerinden ibaretmiş gibi bir anlayış mevcuttur, bu algı doğru değildir. «Ahkâmü’l-evkâf» adlı eser sadece «İthâfü’l-Ahlâf fî Ahkâmi’l-Evkâf» kitabından ibaret olmadığı gibi[5], yürürlükte başka mevzuat hükümleri de bulunmaktadır.

Osmanlı döneminde kaleme alınan “ahkâmü’l-evkâf” kitaplarının yanında taşrada bulunan vakıfların yönetim esaslarını düzenleyen mevzuatın başında; “Taşralarda kâin bi’l-cümle evkâf-ı şerifenin cihât-ı idaresiyle evkâf müdürlerinin harekât ve icraati hakkında yedlerinde/ellerinde bulunan ‘atik/eski lâyıhanın ba’de izin/bundan sonra hükmü cârî/geçerli olmamak üzere bu kerre dokuz fasıl  ve elli altı bendi şâmil kaleme alınan nizamname lâyıhasıdır”; ser levhasıyla 19 Cemâziye’l-âhir 1280/1 Aralık 1863 tarihinde yürürlüğe konulan “Evkâf Nizamnamesi” gelmektedir.[6] Bu Nizamname 17.07.1936 tarihine kadar Türkiye’de de yürürlükte kalmıştır.

İngiliz Sömürge Yönetimi Döneminde Kıbrıs Vakıfları ile İlgili Uygulamaya Konulan Hukukî Düzenlemeler

1878 – 1914 arası dönemde yapılan hukukî düzenlemeler vakıfları doğrudan değil, dolaylı olarak ilgilendiren düzenlemelerdir. 1914’te adanın ilhakı kararıyla beraber, vakıflar hakkında doğrudan düzenlemeler yapılmaya başlanmış, 1915 ve 1928 tarihli emirnamelerle esaslı değişikliklere gidilmiştir. 1933 yılındaki bir başka düzenleme (1933/44) ile Celâliye (Kıbrıs Mevlevihânesi) Vakfı’nın kontrolü ve yönetimi Evkâf Murahhaslarına verilmiş, 1934 yılında (1934/19) 1928 tarihli Emirnamede değişiklikler yapılmış; nihayet 1944 yılındaki “icareteynli”[7] vakıfların mülke, “arazi-i mevkufe tahsisat” statüsünde bulunan vakıfların “mîrî”ye dönüştürülmesine dair kanun (1944/225) ve bu kanunun uygulama şeklini gösteren tüzük (1944/14) hükümleriyle gerçekleştirilmiştir. 1949 ve 1955 yılındaki düzenlemelerle de vakıflar konusuna nihaî şekil verilmiş ve Kıbrıs Adası’nda bulunan vakıfların idaresi Türk Cemaat Meclisi’ne devredilmiştir.

1915 Senesi Kıbrıs Kraliyet Ferman-ı Kanuniyesi

İtilaf ve İttifak devletleri arasında 1914’te patlak veren I. Cihan Harbi (1914-1918) gruplaşmasında Osmanlı Devleti ile Britanya İmparatorluğu’nun ayrı bloklarda yer almaları sebebiyle tek taraflı olarak İngiliz yönetimi Kıbrıs Adası’nı ilhak ettiğini deklare etmiş ve 1915’te Kraliyet Emirnamesini yürürlüğe koymuştur.

5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ın İlhakına Dair Emirname ile 4 Haziran 1878 tarihli savunma antlaşması ve 1 Temmuz 1878 tarihli ek antlaşma münfesih addedilmiş ve Kıbrıs Adası İngiltere’ye ilhak edilmiştir. Ek antlaşmada yer alan vakıfların idaresine dair öngörülmüş çözümler böylece geçersiz hale getirilmeye çalışılmıştır. Bunun üzerine, 30 Kasım 1915 tarihli Emirname ile Kıbrıs vakıflarının idare şekli yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, daha önce biri Osmanlı Devleti diğeri İngiltere tarafından atanan iki kişiyle yönetilen Vakıflar İdaresi’ne, her iki murahhası da İngiltere atayacaktır. Murahhaslardan birinin Müslüman olması şarttır (md.1). Kral, Ferman’da değişiklikler yapma hakkını peşinen saklı tutmaktadır (md.3). Vakıflara dair ayrıca bir hüküm getirmeyen bu düzenlemenin “ahkâmu’l-evkâf prensipleri”ni değiştirmediğini kabul etmek gerekir.

1923 Lozan Anlaşması

İngiltere’nin Kıbrıs’ı tek taraflı ilhak kararı Osmanlı Devleti tarafından tanınmamıştır. Sevr Antlaşması Projesi’nde (115, 116 ve 117. maddeler) Kıbrıs’ın İngiltere’ye aidiyetine dair hükümler bulunmakla beraber, bu metin hukuken geçerli bir antlaşmaya dönüşmediği için konu muallâkta kalmıştır. Nihayet, Lozan Antlaşması’nın 16. ve 20 ile 21. maddeleri Kıbrıs’ın İngiltere tarafından ilhakını hukukileştirmiştir. 16. madde genel bir düzenleme ile, Türkiye’nin Lozan Antlaşması’nda belirlenen sınırları dışındaki tüm topraklar üzerinde ve yine antlaşma ile üzerinde kendisine egemenlik hakkı tanınmış bulunanlar dışındaki adalar üzerinde sahip olduğu tüm haklardan vazgeçtiğini tespit etmektedir. 20. madde ise açık bir şekilde, İngiltere’nin ilhak kararının tanınmasını ifade eder.

Lozan Antlaşması’nın 21. maddesi, Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin vatandaşlık durumuyla ilgili hususları düzenlemekte, vakıfların ve özel kişilerin malvarlıklarının akıbetine dair bir hüküm getirmemektedir.

1926/5 Hububattan Aşarın Kaldırılması

Kıbrıs Adası’nda, vergilere ve gayrimenkullere dair ilk düzenlemeler 1878 yılından itibaren yapılmaya başlanmıştır.

Bu düzenlemeler çerçevesinde, 52 kalem üründen öşür vergisi kaldırılarak vakıfların önemli bir gelir kaynağı iptal edilmiştir. Öşürle ilgili kanunî düzenlemeler şunlardır: 1881/5, 1882/14, 1884/1, 1888/11, 1891/17, 1891/21, 1896/13, 1897/11, 1900/4 ve nihayet 18 Şubat 1926 tarihli “To Provide Fort he Abolition Of The Taking Of Tithes” başlıklı bu son kanunun ikinci maddesiyle, öşre tabi 7 kalem üründen de öşür vergisi kaldırılmıştır.

1928 tarihli Emvâl-i Diniye-i İslâmiye İdaresi Ferman-ı Kanunisi ve 1929 Evkâf Nizamnamesi

1928 tarihli Emvâl-i Diniye-i İslâmiyye İdaresi Fermân-ı Kanunisi’ne göre Kıbrıs Valisi, İngiliz Hükûmeti’nin onayıyla zaman zaman Kıbrıs’ta bulunan camileri, mezarlıkları, İslâm okullarını ve diğer dinî müesseselere ait bütün malları, paraları ve araziyi idare ve onlara nezâret etmekle görevli biri Müslüman olmak üzere iki kişiyi evkâf murahhası olarak tayin edecektir. Ayrıca, İslâm mâmelekini idare ve nezâret etme görevi ile mükellef murahhasların işlerini yürütebilmeleri için Kıbrıs’ta “Evkâf Dairesi” adıyla bir daire kurulacak, bu daire bir hükümet dairesi olacak ve bütün konularda Vali’nin nezâreti altında bulunacaktır.

Evkâf Dairesi’nin geliri, Kıbrıs’ın diğer gelirlerinden ve diğer paralardan ayrı tutulacaktır. Ayrıca bu gelirler Evkâf Dairesi’nin devamı hususunda Vali tarafından onaylanacak, masraflar çıkartıldıktan sonra murahhaslar tarafından idare olunan vakıf mallarının idâmesi, imarı, Kıbrıs Türk Cemaati’nin dinî ihtiyaçları ve eğitimi için kullanılacaktır.  Murahhaslar ve Evkâf Dairesi memurları diğer memurlar gibi hükûmet memuru sayılmayacaklar ve maaşları Evkâf Dairesi’nin gelirlerinden ödenecektir. Bu düzenlemenin en önemli maddelerinden biri, 24. maddedir. Buna göre, fermanın yürürlüğe girişinden önce hazırlanmış olan herhangi bir vakfiyenin geçerliliğine, fermanın hiçbir hükmü tesir icra etmeyecektir. Bu hüküm, 1928’den önce kurulmuş vakıfların, bu fermanla çelişen hükümlerinin geçerli olduğunu ortaya koymaktadır. 

İlgili Kanun’un “istibdal-i emvâl” başlıklı 27. ve “tahvil-i emvâl” başlıklı 28. maddesi vakıflara dair kadim hükümlerden ayrılmaktadır. 27. maddeye göre, ilgili herhangi bir kişinin talebi üzerine Valinin onayı ile murahhaslar bir vakıf malının “istibdal”ini gerçekleştirebilecektir. Yine 28. Maddeye göre, ilgili herhangi bir kişinin talebi üzerine, murahhaslar, valinin onayına tabi olmak üzere, icare-i vahideli[8] bir vakfın veya başka herhangi bir statüde bulunan vakfın icareteynli bir vakfa “tahvili”ne yetkili kılınmaktadırlar.

Kuşkusuz ahkâmü’l-evkâf ile “1928 Evkâf Fermân-ı Kânunisi” arasında vakıfların “istibdali” ve “tahvili” konusunda bariz farklılıklar bulunmaktadır. Hatta şartlar oluşmadan bir vakfın “istibdal” ve “tahvile” tâbî tutulması halinde “ahkâm-ı evkâf düzenlemeleri”, bu fiili gerçekleştiren yetkililer hakkında cezaî hükümler getirmektedir.[9]

Ahkâmü’l-evkâf’a göre, icare-i vahide veya diğer statüde olan herhangi bir vakfın “icareteyne” çevrilmesi için vakfiyede bu yönde hüküm bulunması veya vakıf yöneticisinin (mütevellinin) uygun görüşü, mahkemenin vakfın icareteyne çevrilmesi şartlarının oluştuğuna ve bu işlemin vakfın lehine olduğuna dair karar vermesi ve bu kararın devlet başkanı (padişah) tarafından tasdik edilmesi gerekmektedir.

Bir vakıf akarın istibdal olunması hakkında vâkıf tarafından bir şart dermeyan olunmamış ise o surette ol akarın istibdali caiz değildir. Mücbir sebebplerin bulunması halinde ise rey’i hâkim ve izni sultanî ile istisnaî bir işlem olarak müsade edilmektedir.[10]

Az önce de belirtildiği gibi, 1928 Evkâf Fermân-ı Kânunisininistibdal-i emvâl” başlıklı 27. ve “tahvil-i emvâl” başlıklı 28. maddesi vakıflara dair kadim hükümlerden ayrılan düzenlemeler getirmiştir.[11] Bir vakıf taşınmaz malının “icareteyne” tahvili veya “istibdali” için temel şartlardan olan vakfiyede bu konuda hüküm bulunması ve mücbir sebebin mevcudiyeti ilkeleri göz ardı edilerek; hakkaniyetin tecellisi için gerekli olan mahkeme kararı temel şartından vazgeçilerek; vakıf taşınmazların statü değişikliği ve istibdali konusunun memur konumunda olan evkâf murahhaslarının kararı ve müstemleke valisi veya yetkilendirdiği genel sekreterin tasdikine bağlanması, art niyetli değiller ise yürürlükte tutulan Ahkâm-ı Evkâf Prensipleri’nin arkasından dolanmak anlamına gelmektedir.

Ayrıca 1928 Evkâf Ferman-ı Kanunisi’nin yürürlük tarihinden önce kurulan vakıflar bakımından bu ferman hükümlerinin bir tesir icra etmeyeceğini düzenleyen 24. özel maddesi ile genel manada Kıbrıs’ta mevcut yürürlükteki mevzuat ile Ferman hükümlerinin çelişmesi halinde ferman hükümlerinin geçerli olacağını düzenleyen 33. maddesi birbiriyle çelişmektedir. 1928 öncesi kurulmuş vakıfların işleyişine tesir edecek hükümler olan 27, 28 ve 33. maddeler ile 24. madde hükmünün telif edilerek yorumlanması gerekmektedir.

1933/44 Celâliye Vakıflarının İdaresinin Evkâf Murahhaslarına Devri

Celâliye vakıfları müstesna vakıflardandır. Müstesna vakıflar, hükümetlerin ve evkâf idaresinin müdahalesi olmadan doğrudan doğruya hususî mütevellileri tarafından serbestçe yönetilen vakıflardır.[12] Zaman zaman sayıları artıp eksilmişse de müstesna vakıflar, “eizze” ve “guzât” olmak üzere sekiz adetten ibarettir.

Eizze Vakıfları”, manevî yönden toplum üzerinde geniş nüfuza sahip, yetişkinlerin yaygın eğitiminde tekke ve zâviyeler yoluyla müessir rol oynayan din ve tarikat büyüklerine tahsis edilmiş toprakların veya bu kişilerin özel mülkleri olan gayrimenkullerin vakıf yapılmasıyla meydana getirilmişlerdir. Bu vakıflar; Abdulkadir Geylâni, Mevlâna/Evkâf-ı Celâliye (bütün mevlevihânelerin vakıfları bu statüdedir), Hacı Bektâş-ı Velî ve Hacı Bayram-ı Velî evkâfıdır.

Guzât Vakıfları”ise, savaşlarda düşmana karşı büyük başarı ve sulh zamanlarında iç huzur ve asayişin sağlanmasında yararlılıklar gösteren, nüfuzlu gazilere tahsis edilen toprakların, genellikle bu kişiler tarafından vakıflaştırılmasıyla meydana getirilmiş bulunan vakıflardır. Bu statüdeki evkâf, Gazi Hüsrev Bey, Gazi Mihal Bey, Gazi Ali Bey ve Gazi Süleyman Bey vakıflarıdır.[13]

Osmanlı coğrafyasında bulunan bütün mevlevihâne vakıfları gibi Kıbrıs Mevlevihânesi vakıfları da mensup olduğu Celâliye vakıfları statüsünden dolayı idarî ve malî özerkliğe sahipti. Kıbrıs Mevlevihânesi’nin bu özel konumu Mevlevihâne Şeyhi M. Celâlettin Efendi’nin 1931 yılında vefatına kadar devam etmiştir. Mevlevi Şeyhi M. Celalettin Efendi’nin yerine uygun “post-nişin” bulamadıklarını ileri sürerek, dönemin evkaf murahhasları M. Münir Bey ve İngiliz mevkidaşı tarafından müstemleke müsteşarına bir mektup gönderilmiş ve 1928 tarihli Fermanı’nın 26. maddesine göre, “mahlûl” kalan vakıflar için öngörülen bir nevi mazbutaya alma işleminin Celaliye Vakfı için de uygulanması talep edilmiştir.[14] Ferman’ın 26. maddesi, aslında, bir vakfın mevkufun aleyhinin kalmaması, gayesinin ortadan kalkması ya da gayesinin gerçekleştirilmesinin imkânsız hale gelmesi durumunda “mahluliyet”ten söz etmektedir. Celaliye Vakfı için böyle bir durumun ortaya çıktığını söylemek mümkün değildir. Belki de bu bakımdan, 1933 yılına kadar bu konuda bir işlem yapılmadığı tahmin edilmektedir. 2 Aralık 1933 tarihli 1933/44 numaralı “A Law To Make Better Provision For The Management and Control of The Vakf Known as Jelalie Privileged Vakf” başlıklı kanunla Celaliye Vakfının yönetimi vakıflar idaresine bağlanmıştır. Böylece, Müstesna Vakıf statüsündeki bir vakfa, istisnaî bir işlemle el konulmuştur.

Daha sonra yürürlüğe konulan 29 Haziran 1944 tarihli ve 1944/23 numaralı kanunla, vakıf murahhaslarına Celaliye Vakıflarına ait gayrimenkuller üzerinde, nakde çevirme/nakit para ile satma bakımından daha geniş yetkiler verilmiştir.

1944/225 Taşınmaz Mal (İcareteynli Vakıfların Mülke, Arazi-i Mevkufe Tahsisatın Mîrîye Dönüşümü) Kanunu ve 1944/14 Taşınmaz Mal Kanunu Tüzüğü

Chapter 225 Taşınmaz Mal (İcareteyli Vakıfların Mülke Arazi-i Mevkufe Taksisatın Mirî’ye Dönüşümü) Kanunu ve bu kanunun uygulama şeklini gösteren 1944/14 sayılı Tüzük; resmi evrak niteliğindeki herhangi bir belgede “icareteyn” kelimesi görülürse bunun “mülk”,arazi-i mevkufe tahsisatın” ise “mirî” okunmasını hükme bağlamıştır. Burada söz konusu olan “arazi-i mevkufe”[15], rakabesi/mülkiyeti mirîye ait ve sadece geliri vakfedilen taşınmazlardır. Kanun, yürürlük tarihinden itibaren, başka statüdeki vakıfların icareteyne veya tahsisat kabilinden vakfa çevrilmesini ise yasaklamaktadır.

Tahsisat kabilinden vakıflara ait gayrimenkullerin mirî araziye dönüştürülmesi tartışılabilirse de icareteynli vakıf gayrimenkullerin mutasarrıfların mülkiyetine geçirilmesi hukuken açıklanabilecek bir durum değildir.

Ahkâmü’l-Evkâf hükümlerine göre, “icareteynli akarât-ı mevkufenin rakabesi ve zatı/mülkiyeti vakfı tarafına ve hakk-ı tasarrufu bi’l-icareteyn müstecirine aittir. Akarât-ı mezkureye bi’l-icareteyn mutasarrıf olan kimse hayatta oldukça ol akârın mutasarrıfı olur.”[16] “Bi’l-icareteyn ile bir vakıf akara mutasarrıf olan kimse ol akarın menfaatine maliktir, yoksa rakabesine/mülkiyetine malik değildir.”[17]

Vakıf mevzuatındaki bu açık hükümlere rağmen, Kıbrıs’taki uygulamaya bakıldığında, icareteyne dönüştürmenin usulüne uygun olarak yapılmadığı, vakfın değil mutasarrıfların menfaatleri gözetilerek icareteyne çevrildiği, özellikle 1928 Fermanı’nındaki hükümlerin keyfi uygulanmasıyla icareteyn statüsünün suistimal edildiği görülmektedir.

Herhangi bir vakfın icareteyne çevrilmesi için başta mücbir sebebin bulunmasının yanında, yerine getirilmesi gereken bir dizi hukukî prosedür bulunmaktadır. Her şeyden evvel harap olan taşınmazı kira bedeline mahsuben tamir ederek icare-i vahide ile kiralamaya taliplinin çıkmaması, bilirkişi tarafından vakfın durumunun tespit edilmesi, icâre-i müeccelenin ecrimisil kadar olması, onarım keşif bedelinin çıkartılması, mütevellinin izni ile yapılan ve yapılacak her türlü tamir ve ilave inşaatın vakfa terk ve teberru edileceğinin peşinen kabul edilmesi şarttı.[18] Hâkimin kararı dahil yukarıdaki bütün şartlar yerine getirildikten sonra, kararın hüküm ifade etmesi için ayrıca izn-i sultanî (devlet başkanının onayı) gerekiyordu.[19] Bu kurallara uyulmadan vakıf taşınmazlar üzerinde icareteyn ve mukataaya çevirme işlemi yapan ya da istibdal muamelesine tevessül eden görevlilere 3 aydan 2 seneye kadar hapis veyahut 6 aydan 3 seneye kadar sürgün cezası öngörülmektedir.[20]

Diğer taraftan Taşınmaz Mal (Vakıf İcareteyn ve Arazi-i Mevkufe Tahsisat Dönüşümü) Kanunu’nun uygulama şeklini gösteren Tüzük’ün 5. Maddesinin ikinci fıkrasında; “icareteynli” vakıfların “mülke”, “arazi-i mevkufe tahsisat” statüsündeki evkâfın “mirîye” çevrilmesine karşılık, vakıfların kayıplarını tazmin etmek üzere ödenmesi kararlaştırılan yıllık 2230 Kıbrıs Lirası/ Sterlin, 1944 yılında 8 aylık kıste’l-yevm olarak 1486.13.3 Sterlin, 1945 yılından 1960 yılına kadar 2150 Kıbrıs Lirası “arazi-i mevkufe tahsisat” ve “icareteynli” vakıflar, 80 Kıbrıs Lirası da Celaliye vakıfları için olmak üzere İngiliz Sömürge İdaresi tarafından her yılın 1 Ocak tarihinde muntazaman tediye edilmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Antlaşması’nın, İngiltere Sömürge İdaresi’nin mal ve yükümlülüklerinin yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyetine intikal ettiğine ilişkin hükmü [Ek-E, Bölüm II, Madde 3-b (i)] uyarınca söz konusu tazminatı ödeme sorumluluğu Kıbrıs Cumhuriyetine intikal etmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti aynı tazminatı 1960, 1961 ve 1962 yıllarında Evkâf İdaresi’ne ödemiştir.  1963 olaylarının başlamasıyla birlikte Evkâf İdaresi’ne yapılan bu ödeme kesilmiş ve bugüne kadar da bir daha ödenmemiştir. Kapalı Maraş Açılımı anlatılırken bu konulara yeniden dönülecektir.

1949 ve 1955 Kanunları

2 Mart 1949’da çıkartılan kanunla, vakıflar için yeni bir düzenleme yapılmıştır. 1949/9 numaralı bu kanunla 1928 Fermanı esas alınarak, 1944 dönüşüm kanunu sonrasında ortaya çıkan yeni durumun tanzim edildiği söylenebilir. Bu kanun bir geçiş kanunu mahiyetindedir.

İngiliz yönetimi döneminin sadece vakıflara değil, Müslüman cemaatinin idaresine dair ayrıntılı düzenlemeleri 22 Ekim 1955 tarihli 1955/52 numaralı kanunla yapılmıştır. 1957 (1957/18) ve 1959 (1959/27) yıllarında bazı ufak değişiklikler gerçekleştirilmiştir.

Ayrıca bu kanunlara ilaveten 53’ü esas, 48’i değişiklik olmak üzere Kıbrıs vakıflarıyla ilgili 100’ün üzerinde dolaylı mevzuat düzenlemeleri daha bulunmaktadır.

Kapalı Maraş Açılımı

Kapalı Maraş Toprağı Vakıf Malıdır

Kapalı Maraş toprağı Lala Mustafa Paşa, Abdullah Paşa ve Bilal Ağa vakıflarına aittir ve bu konuda bütün taraflar hemfikirdir. Çözümlenmesi gereken husus, bu taşınmazların daha sonra ne şekilde üçüncü şahısların tasarrufuna geçtiği ve esas malikler ile mutasarrıfların haklarını gözeterek Kapalı Maraş’ın nasıl hizmete açılabileceği meselesidir?

Kıbrıs Fâtihi Lala Mustafa Paşa, Kapalı Maraş’ın da içinde yar aldığı bu bölgenin önemli bir kısmını satın almış ve bunları, Kıbrıs’ta tesis ettiği müessesât-i hayriyeye gelir kaynağı olarak vakfetmiştir.[21] Diğer bir Osmanlı Sadrazamı Abdullah Paşa da geri kalan önemli bir bölümünü temlikname ile mülk edindikten sonra vakıflaştırarak Lala’dan yüz altmış dokuz yıl sonra,1748 yılında, Kıbrıs’ta kurduğu hayratına gelir kaynağı olarak tahsis etmiştir.[22] Geriye kalan kısımlar ise 1818 yılında Kıbrıs Muhassılı Seyyid Mehmed Emin Efendi’nin maiyetinde çalışan Kemahlı Hacı Bilal Ağa tarafından vakıflaştırılmıştır.

Kapalı Maraş’ta başlatılan envanter çalışmalarına, özellikle de tapu tedavülleri açısından örnek teşkil etmesi ve istibdal edilen tek parselin bu vakfa ait olması gibi sebeplerle Bilal Ağa Vakfı üzerinde kısaca durmakta yarar bulunmaktadır:

Aslen Erzincan’ın Kemah kazası ahalisinden Hasan oğlu Bilal Ağa, Kıbrıs Muhassılı Seyyid Mehmed Emin Efendi’nin maiyetinde çalışmak üzere Kıbrıs’a gitmiştir. Lala Mustafa Paşa ve Sadr-ı Esbak Abdullah Paşa gibi, çevresini gözetleyerek toplumsal ihtiyaçları tespit etmiş ve hayrât olarak, bugün Kapalı Maraş’ın bulunduğu bölgede, Varoş Karyesi’nde bir camii yaptırmış; aynı kazaya bağlı Limasol’da Zincirlikuyu Camii civarında iki kuyu kazdırarak tatlı su çıkartmıştır. 

Bilal Ağa’nın, birisi 8 Nisan 1818, diğeri de 14 Şubat 1821 tarihli olmak üzere iki vakfiyesi bulunmaktadır.[23]

Halen Kapalı Maraş bölgesinde, Tapu’da Bilal Ağa Vakfı tüzelkişiliğine kayıtlı -biri istibdal edilmiş- dört parsel taşınmaz mal bulunmaktadır. İlk başta bu taşınmazlar, 4 evlek 757 ayak²  (1408,34 m²)[24] iken, imar düzenlemeleri sonunda, arsanın ortasından yol geçmiş, terkin işlemlerinden sonra vakfın mülkiyetinde 1 evlek 3418 ayak² (652,09 m²) yer kalmıştır. Bu miktarın 69,50 m²si, 1933’te 20 sterline “istibdal” edilmiş, geriye 582,59 m² yüzölçümünde taşınmaz kalmıştır. Bu yerler halen Bilal Ağa Vakfı tüzelkişiliği adına kayıtlıdır.

Avlu içerisinde yer alan ve üzerinde bir oda ile tuvalet bulunan 4. Parsel, 15.9.1913 yılında Bilal Ağa Vakfı adına tescil edilmiştir. Sonraki gelişmeleri takip ettiğimizde, 1933’te de söz konusu parselin Bilal Ağa Vakfı’na ait olduğu, ancak burayı işgal etmiş olan Akoupo Haladjian/Agop Halacyan’ın, on beş yıldan beri vakfa herhangi bir ödeme yapmadığı anlaşılmıştır. Bu fiilî durum karşısında, Evkâf Delegeleri, Tapu Kadastro Müdürü ve Koloni Sekreteri arasında yapılan yazışmalar sonunda sağlanan mutabakat doğrultusunda 192 parselde kayıtlı 69,50 m²’lik taşınmazın 20 sterlin bedel karşılığında Maraşlı Agop Haladjiyan’a satılması kararlaştırılmıştır. Bu satış işlemi, 1928 Evkâf Ferman-ı Kanunisi’nin 27. Maddesi uyarınca Evkâf Murahhaslarının teklifi, Koloni Sekreteri’nin Vali adına onayı ile karara bağlanmıştır. Bu onay üzerine Agop Haladjiyan 25 Mayıs 1933 tarihli ve 50906 numaralı makbuzla 20 sterlini ödemiş, 25 Temmuz 1933 tarihinde “istibdal” işlemi tamamlanmıştır.[25]

Zaman içerisinde imar düzenlemeleriyle bu parsel, 748 ayak²’ye düşmüş, çeşitli tedavüller sonunda 31 Ağustos 1966’da 9136 koçan numarasıyla, altında bir dükkân ve üst katta iki odası bulunan bir bina ile birlikte Vartan Agop Haladjian adına tescil edilmiştir. Bu istibdal, şer’î mahkeme yerine Evkâf Murahhaslarının kararı, izn-i sultanî yerine Müstemleke Valisi’nin onayı ile gerçekleşmiştir. Bu bakımdan, ahkâmu’l-evkâfpresiplerinin istibdal hükümlerine tıpatıp uymasa da karşılıklı yapılan müzakereler sonunda, tarafların bu yerin isibdalinin vakfın yararına olacağında mutabık kalmaları ve alıcının, taşınmazın gerçek değeri oranında satış bedeli ödemiş bulunması, bu satış işleminin sahiden bir “istibdal” muamelesi olduğunu göstermektedir. 

1928 Kraliyet Kanun-i Fermanisi’ne uygun olarak gerçekleştirilen bu “istibdal” işlemi ile aslı Bilal Ağa Vakfı’na ait 192 parselde kayıtlı 748 ayak² yer, Maraşlı Agop Halatsiyan’a satılmıştır. Günümüzde Haladjiyan’ın ahfadı olduğu anlaşılan Vartan Agop Halatsian adına kayıtlıdır. Vakıflarla hiçbir alakası kalmamıştır; bugün de yarın da bu şahısların malı olmaya devam edecektir.

Arşiv belgeleri arasında, Bilal Ağa Vakfı’na ait 192 parselin haricinde, “Kapalı Maraş” bölgesinde meydana gelen mülkiyet intikallerinde “istibdal” işlemi yapıldığına dair herhangi bir evrak bulunmamaktadır. Bunun aksini kim iddia ediyorsa, iddiasını belgelere dayalı olarak kanıtlamak zorundadır. Bu sorumluluk da bugün, “Kapalı Maraş” bölgesinde mal ve mülkü olduğunu iddia eden ve yüklü miktarda tazminat talep edenlere düşer.

Yaptığımız ve yapacağımız analizler ışığında meseleyi değerlendirdiğimizde Kapalı Maraş arazisinin tamamı, Osmanlılar döneminde olduğu gibi İngiliz Sömürge yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti ve KKTC dönemlerinde de yürürlükte bulunan kanunlara göre, hukuken sahih, sürekli, dokunulmaz ve değiştirilemez vakıf malları olduğu anlaşılmaktadır. Vakıf mallarının sınırları belirtilerek hazırlanan aşağıdaki harita da söylediğimiz bu hususu doğrulamaktadır.

Lala Mustafa Paşa’nın Komutanlık ya da Kışlakyeri ile Abdullah Paşa’nın Varoş-ı dürrü’l-merâk-ı Kal’a-i Mağusa’sı ve Bilal Ağa Vakfı üzerine oturan Kapalı Maraş haritası.

İngiliz Raporları Doğrultusunda Sömürge Yönetiminin Kıbrıs Vakıflarına Yaklaşımını Sergileyen Uygulamaların Analizi

İlk İngiliz Evkâf Delegesi olan Binbaşı Seager, Kıbrıs Evkâfı ile ilgili 1879 tarihli Raporunda[26] Abdullah Paşa Vakfı’nı, vâkıfın evlâd ve ahfadından gelen kimseler tarafından yönetilen şarta bağlı bir vakıf olarak nitelendirmiş, kiracıların arazileri, icare-i vahide usulüyle değil icareteyn usûlüyle kiraladıklarını ifade etmiştir. Ancak Abdullah Paşa Vakfı’nın icareteyne çevrildiğine ilişkin hiçbir kaynak/kanıt zikretmemiştir. Raporun ilerleyen bölümünde, sömürge yönetimi tarafından vakıfların idaresinde temel hedef olarak benimsenen, “önemli olanın vakıf mallarının mutasarrıfların kullanımında tutulmasıdır” görüşünü dile getirmektedir. Bu düşünce ile hareket eden peşin hükümlü İngiliz yöneticilerinin yanında; Abdullah Paşa Vakfı’nın sıhhat ve statüsü konusunu hukukî zeminlerde tartışan, hukuk ve devlet adamları da bulunmaktadır. Bu hukukçulardan bir tanesi de Başsavcı C. C. Gerahty’dir.

Başsavcının “Özel Öşür Tazminatları” başlığı altında hazırladığı 16.1.1928 tarihli Rapor’da, a’şar konusunu; Evkâf, Abdullah Paşa Vakfı, Mahpeyker Valide Sultan Vakfı/Kukla Çiftliği alt başlıkları altında incelemiştir. En çok da Abdullah Paşa Vakfı üzerinde durmuştur:

Savcının raporu, “elimizde Abdullah Paşa Vakfı ile ilgili Mülkname, Vakfiye, İlam/hudutname ve Ferman bulunmaktadır” cümlesi ile başlamaktadır. Raporun ilerleyen bölümlerinde; “mülkname, doğrudan Karpaz Mukataasını ilgilendirmektedir. Karpaz Mukataası, Büyük Vezir Abdullah Paşa’nın mutlak mülküdür ve her türlü tasarrufu kendisine aittir.  Mağusa’da bulunan ve Ayasofya olarak bilinen mukaddes camiin lehine vakfedilen bu mülkler; Karpaz, İskele, Büyükkonuk, Yedikonuk, Medossi ve Maraş’da bulunmakta ve adı geçen köylerdeki tüm tarlaları, tepeleri, nehirleri, kuyuları bahçeleri, üzüm bağlarını içine almaktadır. Bu malların tamamı Karpaz Sancağı olarak adlandırılmaktadır. Bu taşınmazların tasarrufu konusunda hiçbir devlet varisi (tahta çıkan padişah) ya da vezir, kumandan, defterdar Abdullah Paşa’yı rahatsız etmeyecektir.”

“Bu belgeler, meşrutunleh olan Abdullah Paşa ahfâdının hak ve menfaatlerini güvence altına almıştır. Abdullah Paşa’nın, Vakfiye’ye, gelir fazlasının mütevelli ve ahfâda ödenmesi şartını koymak suretiyle Karpas Mukaatası’nı dinî amaçlar için vakıf yapmak üzere mülke dönüştüren Mülkname şartlarına aykırı davrandığı söylenebilir. Ancak Vakfiye’nin mahkeme kararıyla tescil edilmiş olması, İlam ve Ferman ile şartların geçerliliğinin kuvvetli bir şekilde teyid edilmesi, gelir fazlasının evlâda ve ahfâda dağıtımı konusunu, hukuken uyulması gereken geçerli bir kural haline getirmiştir.”

Kıbrıs’ta bulunan vakıfların statüsünün tespiti ve nasıl idare edileceği konularında, İngilizlerin yaşadığı kafa karışıklığını göstermesi bakımından, Tapu Tescil Genel Direktörü G.Smith’in Kraliyet Savcısı’na sunduğu 19 maddelik 28.10.1907 tarihli rapor, önemli ipuçları taşımaktadır.

G. Smith, raporu’nda, Mülkname, Vakfiye, Hudutname ve Fermandan hareketle Abdullah Paşa Vakfı’nın statüsü hakkında yazılı görüş bildiren şahıslardan aktarmalar yapmaktadır. Bu alıntılarla bir bakıma İngiliz görevliler arasında Abdullah Paşa Vakfı hakkında sürdürülen tartışmaları özetlemekte ve raporuna Mr. Ongley’in görüşünü aktararak başlamaktadır. 

“Mr. Ongley’nin 2603/07 nolu tutanağına ve 3 Ekim 1907 tarihli pusulasına dönersek, bu vakfın icareteyne dönüştürüldüğünü gösteren hiçbir delil yoktur.”

“Aslında bütün vakıflar, icare-i vahidelidir.  Mütevellileri tarafından sınırlı dönemler için kiralanarak işletilirler.[27]  İcareteyne dönüşüm süreci, özel bir muameleyi gerektirmektedir. Bence, icare-i müeccele ödenen ve defterlerde bu şekilde kayıtlı olan bir vakıf malını, doğrudan ya da dolaylı başka kanıtımız olmadan icareteynli olarak sunmakta haklı olamayız. Belgeler arasında Abdullah Paşa Vakf’nın icareteynli olduğuna dair, doğrudan veya dolaylı herhangi bir kanıt yoktur”.

G. Smith Kraliyet Savcısı’na sunduğu bu raporda, “Abdullah Paşa Vakfı’nın a’şar gelirinin yanında vakfedilen yerlerin mülkiyetinin de sahibi olduğunu, bu taşınmazlardan bazılarından icare-i müeccele adı altında zemin kirası  tahsil ediliyor olmasından hareketle, ellerinde başka deliller olmadan Abdullah Paşa Vakfı’nı “icareteynli” veya “mukataalı” addedemeyeceklerini, mülkname ile mirîden ayrılarak Abdullah Paşa’ya mülk olarak devredilen taşınmazları, hazineye ait yerlermiş gibi niteleyerek “arazi-i mevkufe tahsisat” sayamayacaklarını açıkça belirtmektedir.

Yaptığı bütün bu tespitlerden sonra Abdullah Paşa Vakfı’nın gayrimenkule dayalı, icare-i vahideli, sahih ve lazım bir vakıf olduğunu, meşrutiyet üzere mütevellisi tarafından idare edilmesi gerektiğini ve a’şârla birlikte bu yerlerin hem mülkiyet hem de tasarruf hakkının vakfedildiğini söyleyerek hakkı teslim etmesi gerekirken; teamül ve gelenek/uygulama kavramlarının arkasına saklanarak; zeminin mülkiyetinin vakıfta kalması, her türlü harçların vakıf yönetimi tarafından alınması kaydıyla vakıf taşınmazlar üzerine inşa edilecek bina, dikilecek ağaç, açılacak kuyu vb. muhtesatın bağış olarak yapanın mülkiyetine kaydedilmesi ve vakıflara öşür değeri kadar icare-i zemin kirası ödenmesi uygulamasının sürdürülmesini önermektedir. Hemen belirtelim ki böyle bir önerinin hiçbir hukukî dayanağı ve geçerliliği yoktur. Ne yazık ki, 1900’lerin başından itibaren uygulama bu doğrultuda cereyan etmiştir.

Tapu Tescil Genel Direktörü sıfatıyla imzalanan aynı konudaki 6.12.1907 tarihli bir başka belgede, G. Smith daha önceki görüşlerine ilaveten şu hususları da dile getirmektedir: “Abdullah Paşa Vakfı’nın aslının tespiti konusunda ısrar edilirse, mahkemeye başvurulabileceğini,  ancak mahkemelerin yasal görüşü ne olursa olsun, uygulamanın mevcut haliyle devam etmesinin uygun olacağını, eskiden de vakfın statüsünün tartışıldığını, delillerin sahih vakıf olduğunu desteklediğini, bununla birlikte, icare-i vahideye dönüşün mümkün olmadığını” açıkça ifade etmektedir.[28]

G. Smith’e göre, ortaya çıkacak problemlerin çözümünde, geleneklere/fiilî uygulamaya tâbî olmak daha faydalı olacaktır.[29] Zapt edilen araziden icare-i zemin ücreti alınması, arazi üzerine inşa edilen binaların bağış suretiyle mülk olarak kaydedilmesi, mevkuf araziden intikal harcı alınması, arazi-i mevkufe tahsisat olmadıkları halde mevkuf arazi ve arsalar hakkında da uygulanması iyice yerleşmiştir. Harçlar, icare-i zemin, mahlül satışları ve hâliden gelen gelirler, evkâfa ödenmeye devam edilecektir. Mütevelli dışarıda olduğu durumlarda, bu paraları onun adına Evkâf İdaresi alacak ve ona yollayacaktır.[30]

Abdullah Paşa’nın Mağusa’ya bağlı Maraş, İskele, Büyükkonuk, Yedikonuk ve Dipkarpaz köylerindeki ve Lala Mustafa Paşa’nın Mağusa çevresinde ve Bahçeler mevkiindeki vakıf arazileri üzerine, bu yerlerin kiracıları ya da bu yerlerle hukukî hiçbir ilgisi olmayan işgalciler, vakıf yöneticilerinden izin almaksızın, günümüzün gecekondu anlayışı ile bina yapmış, kuyu kazmış ve ağaç dikmişlerdir. 

Tapu Tescil Genel Direktörü George Smith[31] ile Evkaf Delegeleri ve mütevellilerin, 1901-1904 tarihleri arasındaki yazışmalarından bu durumun Osmanlı ve İngiliz dönemlerinde nasıl geliştiğini takip edebiliyoruz. Tapu Tescil Genel Direktörü G. Smith, Evkaf Delegelerine yazdığı Mayıs 1901 tarihli mektubunda sorunu şu şekilde tanımlamaktadır.

Abdullah Paşa Vakfı sınırları içinde olan arazilere inşa edilen binaların kayıtları için, bu fiilî durumu gerçekleştirenler tarafından Tapu Dairesine başvuru yapılmıştır. Arazi “mevkuf arazi”; bina da “mülk” olarak tavsif edilmiştir. Bu durumda, evkâfa icare-i zemin ödenmelidir. Ancak ben herhangi bir ödeme bulamadım. Kayıt listelerine bakarsanız, İngiliz hâkimiyetinden önce mevkuf araziler üzerine 59 adet bina inşa edilmiştir.  9 tanesi için dönümü 5 cp ile 30 cp arasında değişen oranlarda kira tahakkuk ettirilmiştir. Bu da ortalama dönüm başı 10.4cp eder. İngiliz hâkimiyetinden sonra ise aynı tarzda 532 bina yapılmış olup, 122 tanesi için dönüm başına 15 paras ile 3840 cp arasında değişen ücret tahakkuk ettirilmiştir. Ortalaması dönüm başı 8 -22/40 cp’dir.

Bundan sonra da aynı kuralın uygulanması gerektiğini düşünüyorum.” Bu şekilde sorunu ortaya koyan ve “bununla ilgili malumat ve önerilerinizi bekliyorum” diyerek konuyu tartışmaya açan Smith, görüşlerini açıklamaya devam ediyor. Ona göre, icare, mahsûl üzerinden öşür toplama hakkına sahip olanlara ödenebilecek bedeldir. Bağ ve bahçelerden (küçük öşür) bedel-i öşür 1897 yılında 11 numaralı Kanun ile kaldırılmıştır. Bunun için Abdullah Paşa Vakfı gelir fazlasından pay almaya hak sahibi olan ahfâda herhangi bir tazminat ödenmemiştir. Bu durumda, binaları da içine alacak şekilde vakıf arazileri için icar (kira) almaya devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ancak, Kira miktarının belirlenmesi gerekmektedir. Alınacak kira öşür bedeli karşılığı olduğundan, bana öyle geliyor ki belirlenecek miktar, arazi üzerinde yetişebilecek mahsule göre hesaplanmalıdır. Maraş’takiler gibi arazilerin bazıları değerlidir; bununla birlikte hepsinden alınacak miktarın eşit olması gerekmektedir. Bu mütalaalardan sonra Smith, arpa ve buğday üzerinden hesap yaparak bir dönüm yere 14 cp’lik icare-i zemin tahakkuk ettirilebileceğini ifade ediyor.”[32]

Evkaf Delegeleri, Tapu Tescil Genel Direktörü ve Koloni Sekreteri arasındaki yazışmalardan vakıf araziler üzerindeki binalar için dönüm başına alınacak icare-i zemin miktarının 14 cp olması hususunda mutabakata varmışlardır.[33] Bu miktarı, Abdullah Paşa Vakfı Mütevellisi Muhsinzâde Tahsin Bey de kabul etmiştir. 

Ancak Tapu Tescil Genel Direktörü Nisan 1903 tarihli bir başka yazısında, Mağusa’ya yaptığı son ziyarette, Abdullah Paşa Vakfı’na ait mevkuf araziler üzerindeki mülk sahiplerinden(!) icâre-i zemin kiraları konusunda bazı şikâyetler aldığını bildiriyor. Bu 14 cp’lik icare-i zeminin öşür bedeline göre hesaplanmış olduğunu; ancak kiranın bütün yerler için aynı miktarda tahakkuk ettirildiğini; araziden her yıl mahsul alınamadığını, ziraat müdürü ve bilirkişilerin de bu miktarın yüksek olduğunu söylediklerini, kendisinin de bu kanaatte olduğunu, icare-i zeminin “vakıf arazi üzerindeki mülk sahipleri tarafından kolayca kazanılabilir” nitelikte olması gerektiğini ifade ediyor.[34] Birtakım değerlendirmeler ve hesaplar yaparak şu sonuca varıyor: “Benim önceki teklifim hatalıydı. Ürün miktarlarının yeniden gözden geçirilmesi ile dönüm başı yıllık zemin kiraları yarı yarıya indirilerek miktar 6 cp’ye düşürülebilir.”

Mağusa Sancak arazilerinin icare-i zemin kirası konusunda yapılan bu son öneri 1903 Mayıs’ında evkâf delegeleri tarafından onaylanmış ve mütevelliye sunulmuştur.[35] Evkâf delegeleri, aynı tarihte başka bir mektupla da mütevelliye “Mağusa Sancak arazilerinin icare-i zemin kirası konusunda, Tapu Dairesiyle hemfikir olduklarını” bildirmişlerdir.[36] Sonraki yazışmalardan mütevellinin zemin kiralarının düşürülmesini uygun bulmadığı anlaşılmaktadır[37] .Ancak daha sonraki belgelerden, mütevellinin dönüm başına icare-i zeminin değiştirilmemesi,14cp’de olarak kalması konusundaki ısrarına rağmen[38]; zemin kiralarının %50’nin altına düşürüldüğünü ve bu şekilde uygulamaya konulduğunu anlıyoruz. Nitekim diğer bir belgede, Tapu Dairesi’nde bu doğrultuda düzenlenen Abdullah Paşa ve Lala Mustafa Paşa’ya ait vakıf bina, arsa ve arazilere tahakkuk ettirilmesi gereken icare-i zemin bedelleri liste halinde gösterilmiştir.[39]

Kıbrıs Adası yönetiminin geçici olarak İngiltere’ye bırakıldığı 1878 tarihinden önce, Osmanlı Dönemi’nde vakıf araziler üzerine inşa edilen 59 evin, zemini ile birlikte muhtesatın mülkiyeti, alakalı vakfın üzerine kaydedilmiştir. Vakıf taşınmazlar için icare-i müeccele namıyla yıldan yıla ödenecek belli miktarda zemin kirası takdiri yapılmıştır. Tespit edilen icare-i müecceleyi ödemeleri kaydıyla zemin ve üzerindeki binanın tasarruf hakkı ilgili şahıslara bırakılmıştır.

Vakıf malları üzerine kaçak olarak yapılan bina sayısı 1900’lerin başında 648 iken, daha sonraki dönemlerde bu sayı hızla artmıştır. Kapalı Maraş’taki tapu kayıtları üzerinde yapılan çalışmalar sonunda elde edilen verilere göre, 2047’si Abdullah Paşa Vakfı’na, 206’sı Lala Mustafa Paşa Vakfı’na ait olmak üzere toplam 2253 adet, zemini arazi-i mevkufe, üzerindeki muhtesatın mülk olduğu kayıt tespit edilmiştir. Kıbrıs Vakıflarını Araştırma ve Değerlendirilme Projesi tamamlandığında bu sayının daha da artması kaçınılmazdır.

Görüldüğü gibi, Osmanlılar yapılan bina, dikilen ağaç ve kazılan kuyunun mülkiyetini vakıfta tutmuşlar, İngilizler yasadışı yapılan muhtesatın mülkiyetini, bu kanunsuz eylemi gerçekleştiren kişilerin uhdesine geçirmişlerdir. Zemin için belirlenen kiraya Osmanlılar icare-i müeccele, İngilizler ise icare-i zemin adını vermişlerdir. Her iki dönemde de bu işlemi yaparken Abdullah Paşa ve Lala Mustafa Paşa vakıf malları arasında herhangi bir ayırım yapılmamıştır. Aynı olay karşısında, Osmanlı ve İngiliz yöneticilerinin değerlendirmeleri farklı olmuştur. Osmanlılar hem vakıf hem de ilgililerin menfaatini gözetirken, İngilizler vakfı göz ardı ederek sadece kişilerin yararını dikkate almışlardır.

İlgili belgelerin tamamı bir bütün halinde değerlendirildiğinde, İngiliz müstemleke yönetimi yetkililerinin, vakıf malların mutasarrıfların kullanımında tutulması için planlı bir program uygulandığını göstermektedir. Önce ahkâmu’l-evkaf’a ve fiili tatbikata göre vakıf taşınmazlar üzerine izinsiz bina yapılmaması, ağaç dikilmemesi, şayet aksine bir durum meydana gelmişse yapılan muhtesatın yıktırılarak kaldırılması gerektiği halde; vakfın, dolayısıyla kamunun yararını ön planda tutan bu ilkeye uyulmayarak, vakıf taşınmazlar üzerine inşaat yapılmasına göz yumulmuştur. İkinci olarak inşa edilen binalar, dikilen ağaçlar ve açılan kuyular, bugünkü tabirle bu eylemi bir gecekondu anlayışı ile gerçekleştiren mutasarrıfın mülkiyetine geçirilmiştir. Bu da yetmemiş üçüncü olarak da çaresizlikten kabul edilen dönüm başına yıllık 14 cp’lik icare-i zemin bedeli, işgalcilerin isteği doğrultusunda %50’den daha fazla düşürülmüştür. İstibdal, statü değişikliği, kiralama ve benzeri vakıflarla alakalı her türlü iş ve eylemde, vakıfların lehine olanın tercih edilmesi gerekirken, bu uygulamalarda tam tersine mutasarrıfların yararına olan tercih edilmiştir. 

Kiracı veya işgalcilerin izinsiz olarak vakıf taşınmazlar üzerine yaptıkları bina ve diğer muhtesatın, ahkâmu’l-evkâf’a aykırı olarak bu eylemi gerçekleştiren şahıslar adına tapulanması hukukî dayanaktan yoksun ve geçerliliği olmayan bir uygulamadır. Kapalı Maraş bölgesinde bulunan parsellerin tamamına yakını bu hukuk dışı uygulama sebebiyle bugün üçüncü şahıslar üzerinde görülmektedir. Hâlbuki bu taşınmazlar,”icareteyn” kelimesinin “mülk”, “arazi-i mevkûfe” “arazi-i mevkûfe tahsisat” kökenli olan -burada rakabesi mirî ve gelirleri vakfedilen yerler kast edilmektedir- teriminin “mirî” okunmasını öngören ve bu şekilde kadim vakıf mallarının şahısların mülkiyetine geçirilmesini hükme bağlayan, Chapter 1944/225 Taşınmaz Mal (İcareteyli Vakıfların Mülke Arazi-i Mevkufe Tahsisatın Mîrî’ye) Dönüşümü Kanunu ve bu Kanunun uygulama şeklini gösteren 1944/14 sayılı Tüzük kapsamında değildir. Bu yerler için ne icare-i mu’accele ödenmiş, ne de icareteyne çevrilme muamelesi yapılmıştır.  Kaçak olarak yapılan bina ile birlikte vakıf arsa ve araziye takdir edilen kira icare-i zemindir. İcare-i zeminin icare-i müecceleye benzetilerek bu yerlerin icareteynli sayılması mümkün değildir. Kapalı Maraş bölgesinde bulunan vakıf mallarının tasarruf tapusu/temessük senedinde, hukuk dışı gecekondu yapımından önce “category of, property/emlak” kategorisi ve “grounds/zemin” kategorisi kutularının her ikisinde de “arazi-i mevkufe” yazılı iken muhtesat inşasından sonra emlak kategorisi kutusuna “mülk” yazılmıştır. Kapalı Maraş Bölgesinde “arazi-i mevkûfe tahsisat” yoktur. Çünkü hem Lala Mustafa Paşa’nın hem Abdullah Paşa’nın hem de Bilal Ağa’nın vakıfları tahsisat kabilinden değil sahih ve lazım vakıflardır. Bu durumu hem Osmanlı belgeleri hem de İngiliz belgeleri açıkça ortaya koymaktadır. Demek ki Kapalı Maraş’a ait kayıtlarda geçen “arazi-i mevkûfe” ibarelerini “arazi-i mevkufe tahsisat” okumak mümkün değildir. Yine tasarruf hakkını düzenleyen binlerce koçan arasında bir tane bile “icareteyn” sınıfından vakıf taşınmaz mal bulunmamaktadır. Kapalı Maraş’ta istibdale tabi tutulan 69,50 metre karelik 192 numaralı parsel Bilal Ağa Vakfı’na aittir ve tek uygulamadır.

Vakıf mallarında bu şekilde mülkiyet intikallerinin ahkâmu’l-evkâf hükümlerine aykırılığı bir yana, İngiliz İdaresi dönemi düzenlemelerinde de Kapalı Maraş bölgesinde bulunan vakıf malların şahısların mülkiyetine geçirilmesine dair hiçbir yasal dayanak bulunmamaktadır. Demek ki, zeminler halen vakıfların mülkiyetindedir, sonradan yapılan binaların mülk olarak yazılmasının ise geçerli hukukî dayanağı yoktur. Belgelere dayalı olarak yaptığımız çalışmanın bizi ulaştırdığı nokta budur. Gerçek böyle olduğu halde, “arazi-i mevkufe”nin “arazi-i mevkufe tahsisat”mış gibi kabul edilmesi ve hiçbir belgede icareteyn yazmadığı, icareteyne tahvil muamelesi yapılmadığı, peşin olarak icare-i mu’accele ödenmediği ve icare-i müeccele takdiri yapılmadığı halde, “icare-i zemin/zemin kirası”ından hareketle bu yerlerin “icareteynli” gibi muameleye tabi tutulması mümkün değildir.  Yasal dayanaktan yoksun indî mütalaalarla vakıf taşınmazlar üzerine inşa edilen yapıların şahısların mülkiyetine geçirilmesi, en hafif tabiriyle demokrasiye beşiklik yaptığı ve adaleti temsil ettiği (!) iddiasında bulunan bir ülkeye ve o ülkenin Kıbrıs’ta görevlendirdiği yöneticilerine yakışmamıştır.

Netice itibariyle diyebiliriz ki, elde edilen verilerin tahlili; Gazi Mağusa Kaza Mahkemesi’nin 28.01.2002 gün ve 272/2000 sayılı Lala Mustafa Paşa Vakfı ile 27.12.2005 gün ve 271/2000 sayılı Abdullah Paşa Vakfı emlaki hakkında verdiği tespit kararları; Kapalı Maraş bölgesinde, 1.105 dönüm, 3 evlek, 2.661 a²’lik yerin Lala Mustafa Paşa, 1.472 parselde kayıtlı 2.743 dönüm, 0 evlek, 1.018 a²’lik yerin Abdullah Paşa; ve 1 dönüm, 2 evlek, 452 a²’lik yerin de Bilal Ağa Vakfı’na ait olduğunu ortaya koymaktadır. 

Kapalı Maraş’ın yüzölçümü, 4.637 dönüm, 3 evlek, 3,900 a²’= 4638 dönüm, 0 evlek 300 a²dir. Abdullah Paşa, Lala Mustafa Paşa ve Bilal Ağa vakıflarının kapladığı saha, 3.850 dönüm, 2 evlek 531 a²’dir. Geriye kalan 787 dönüm 1 evlek, 3.369 a² ise, genel kamu alanlarına ve yollara aittir. Demek ki, Kapalı Maraş’ın %73’ü işgal ve gasp edilmiş durumdadır.

Mal Dönüşüm Yasasıyla Gelinen Son Nokta

Taşınmaz Mal (Vakıf İcareteyn ve Arazi-i Mevkufe Tahsisat) Dönüşümü Kanunu’nun uygulama şeklini gösteren Tüzük’ün 5. Maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen yıllık 2230 Kıbrıs Lirası=/İngiliz Sterlini, (1944 yılında 8 aylık kıste’l-yevm olarak 1486.13.3 Sterlin) 1945 yılından 1960 yılına kadar 2150 Kıbrıs Lirası icareteynli vakıflar, 80 Kıbrıs Lirası da Celaliye vakıfları için olmak üzere İngiliz Sömürge İdaresi tarafından her yılın 1 Ocak tarihinde muntazaman ödenmiş olması; bugün karşımıza mülkiyet sahibi olarak çıkanların, iddialarının aksine malik değil mutasarrıf olduklarını ortaya koymaktadır.

“İcareteynli” vakıfların” mülke”, “arazi-i evkâf tahsisatın” “mirîye” çevrilmesine karşılık 1944’ten itibaren Evkâf İdaresi’ne tediye edilmekte olan zemin kirası ödeme yükümlülüğünün; İngiltere Sömürge İdaresi’nin mal ve yükümlülüklerinin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne intikal ettiğine ilişkin hükmü uyarınca, uluslararası antlaşma ile sonsuza kadar/sürekli bir şekilde ödenmesi gereken bir mükelefiyet haline getirilmesi, yukarıda yaptığımız tespiti doğrulamaktadır.

Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Antlaşmasının İngiltere Sömürge İdaresi’nin mal ve yükümlülüklerinin yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne intikal ettiğine ilişkin hükmü [(Ek-E, Bölüm II, Madde 3-b (i)] uyarınca, aynı tazminat 1960, 1961 ve 1962 yıllarında Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti tarafından ödenmiştir.

1963 olaylarının başlamasıyla birlikte Evkâf İdaresi’ne yapılan bu ödeme kesilmiş ve bugüne kadar da bir daha ödenmemiştir. Madde 3-b’nin (i) bendinin İngilizce metni ve Türkçe anlamı aşağıda verilmiştir:

Bu antlaşma yürürlüğe girmeden önce hazırlanmış olan yasaya uygun olarak “icareteyn” ve “arazi-i mevkufe tahsisat”larının lağvedilmesi mukabilinde evkâf ve vakıflara ita edilen yıllık ödemeler” [(Ek-E, Bölüm II, Madde 3-b (i)].

Bu anlatılanlardan açık bir şekilde anlaşıldığı üzere, 1963’te zemin kirası ödemelerinin durdurulması sebebiyle mutasarrıfların kiracılık hakları tartışmalı hale gelmiş ve hukukî tabirle “temerrüte” düşmüşlerdir.

  • Mal Dönüşüm Yasası şartlı bir kanundur.
  • Tek yanlı olarak Rum tarafı 1963’te tazminat ödemesini durdurmuştur.
  • Tazminatın tek taraflı ödenmemesi sebebiyle şartlardan birisi fiilen ortadan kalkmıştır.

Bu durumda iki ihtimalden söz etmek mümkündür:

Türk Evkâf Delegesi Sir Mehmet Münir’in teklif ettiği ama İngilizler tarafından kabul edilmediği için yasalaşmayan, “eğer herhangi bir sebepten dolayı tazminat ödemeleri durdurulur veya ertelenirse; evkâf, kendinden alınan haklarına geri dönmelidir”[40] anlayışına uygun olarak, ya Kanun’un öbür şıkkı olan “icareteynli” vakıfların “mülke” ve “arazi-i mevkufe tahsisat”in “miriye tahvili” hükmü de ortadan kalkmıştır. Ya da Vakıflar İdaresi’nin anapara, enflasyon kaybı ve faizler ilave edilmek suretiyle yapılacak hesaplamalara göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nden büyük bir alacağı doğmuştur.

Orijinal belgelere dayalı ve objektif kriterlere uygun olarak yapılan araştırmalar sonunda ulaşılan bu sonuç, Kapalı Maraş’ta bulunan vakıf malların nasıl mülke dönüştürüldüğünü gözler önüne sermektedir.

Kıbrıs Adası’nın bazı yörelerinde gerçekten hukuka uygun bir şekilde icareteyne çevrilen vakıf malları bulunmaktadır. Arazi-i mevkufe tahsisat statüsünde olan ve sadece geliri bir hayır cihetine tahsis edilerek kurulmuş vakıflar da mevcuttur. Vakıf mallarının istibdal veya istimlak gibi hukuken geçerli bir muameleye tâbî tutulmadan mutasarrıfların mülkiyetine geçirilmesinin ahkâmu’l-evkâfa aykırılığı bir yana; gerçek manada icareteyne çevrilmiş veya hakikaten arazi-i mevkufe tahsisat statüsünde olan yerlerin Mal Dönüşüm Yasası ile mülke tahvil edilmesi belki düşünülebilir. Fakat Maraş’ta bu statüde bir vakıf kaydı mevcut değildir. Buradaki mülke dönüştürme işlemleri yasal dayanaktan yoksundur. Tapu kütükleri ve koçanlar üzerinde hukuka aykırı olarak, özel şahıslar lehine yapılan değişiklikler yok hükmündedir. Evkâf Nizamnamesinin “Madde-i Mahsusa Bend 55”[41] yan başlığı altında; yanlışlık veya kasten vakıf bina ve arazilere şer’î mahkemeler ve arazi memurları tarafından; arazi-i emiriye ve mülk yerlere de evkâf müdürleri tarafından verilen hüccet, tapu ve temessük senetlerinin; evkâf müdürleri ve arazi memurlerının hazır bulunacağı şer’i şerif ve mahallî meclis huzurunda görüşülerek yanlışlıkların düzeltilmesi ve bir daha da bu tür hataların yapılmaması istenmektedir.

Tarafların ve uygulayıcıların hazır bulunacağı bir ortamda hukuken yetkili merci olan Mal Tazmin Komisyonu huzurunda objektif hukuk kurallarına göre mevcut belgeler ışığında meselenin derinlemesine tartışılması ve varılacak sonuca göre, 1280/1863 tarihli Evkâf Nizamnamesi’nin  55. Bendine dayanılarak alınacak kayıt düzeltme kararları doğrultusunda, mutasarrıfların hakları da gözetilerek, en temel haklardan olan mülkiyet hakkı ihlallerinin ortadan kaldırılması, Kapalı Maraş’taki taşınmazların esas mal sahibi vakıflar adına tescil edilmesi gerektiği, yapılması gereken ilk adım olarak ortaya çıkmaktadır.

Sonuç

Doğrudan ve dolaylı olarak Kıbrıs vakıflarını ilgilendiren mevzuat ve bu mevzuata göre dönemler itibariyle yapılan uygulamaların belgeleri arşivlerde mevcuttur.

Maraş toprağının vakıf malı olduğunun kabulü, 1963-1974 tarihleri arasında ödenmeyen zemin kiralarının ödenmesi ve ilgili vakıflar ile yatırımcılar arasında uzun süreli tasarruf hakkı tanınmasına imkân veren sözleşmelerin imzalanması, eski mutasarrıfların öncelik hakkına sahip olmaları kaydıyla hem mal sahibi vakıfların hem de yatırımcıların hak ve çıkarları adil bir şekilde gözetilerek; Kapalı Maraş’ın, KKTC egemenliğinde hizmete açılmasının mümkün olabileceği değerlendirilmektedir.

Kaynakça

Abdullah Paşa’nın 1161/1748 tarihli esas ve 3 zeyl vakfiyesi için bkz (TC. VGMA, 1161-1163: Defter No: 1605, s.1-35).

Ali Haydar Ef., Tertibü’s-Sunûf fi Ahkâmi’l-Vukûf, Dersaadet (İstanbul), 1340.

Bilâl Ağa Vakfiyeleri, Birinci Vakfiye (1818) için bkz. KVGM, Kıbrıs Şer’iye Sicili, Defter No: 29, hüküm No: 29, s. 209. İkinci Vakfiye (1821) için bkz. VGMA, Anadolu Başlar Serisi, Defter No: 580, s. 217, Sıra 103.

(Elmalılı) M. Hamdi Yazır), Ahkâm-ı Evkâf (Taşbasma), Mekteb-i Mülkiye Derslerinden, (İstanbul) 1327.

Elmalılı M. Hamdi (Yazır), İrşâdü’l-Ahlâf fi Ahkâmi’l-Evkâf, İstanbul 1330.

1928 Evkâf Ferman-ı Kanunisi Vesaire, Lefkoşa 1928.

Hassaf (Ebu Bekir Ahmet bin Ömer eş-Şeybani), Ahkâmü’l-Evkâf, Mısır 1904, B.2

Hilâl bin Yahya, Vakfü’l-Hilâl, Haydarabat 1355.

Hüseyin Hüsnü, Ahkâm-ı Evkâf (Taşbasma), Ankara Milli Kütüphane 1972 A 324, 1311.

Kanunname-i Arazî, Desaadet (İstanbul) 1258

Karbanizâde Ömer Hilmi Ef., İthâfü’l-Ahlâf fi Ahkâmi’l-Evkâf, İstanbul 1307.

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, md. 110 (Altan, Mustafa Haşim, Belgelerle Kıbrıs Türk Vakıflar Tarihi (1571-1974), Kıbrıs 1986, C.1-2.

1985 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası, md. 42 (Vakıf Mallarla İlgili Kamulaştırma, El Koyma ve Sınırlandırma), 131 (Vakıflar Örgütü ve Din İşleri Dairesi).

 Lala Mustafa Paşa Vakfiyesi, 1579, (TC. VGMA, Harameyn Vakfiyeleri, No: 746, sıra: 70, s. 163 – 185). Vakfiyenin tarihi 1579 olmakla birlikte, vakfın çok daha önce kurulduğu bilinmektedir. Çünkü Lala Mustafa Paşa Vakfı’ndan bahseden 1574 tarihli bir Ferman mevcuttur (KVGM, Kıbrıs Şeriye Sicil Defteri, No: 001A, s. 204).

Mardin, Ebülûlâ, Evkâf Notları (Hukuk Medresesi Doktora Sınıfı Talebelerine 1337-1338 Seneleri Zarfında Vuku’ Bulan Takrirlerin Zabıtlarıdır, Taşbasma.

Mustafa Haşim Altan, Kıbrıs’ta Türk Malları, KKTC (Lefkoşe), 2001, C. I– III.

19 Cemâziye’l-evvel 1280/1 Aralık 1863 tarihli “Taşra Vakıflarının İdaresi ve Evkâf Müdürlerinin Harekât ve İcraatı Hakkında Nizamname” (Düstur I/II,1289: s.146-169).

1280/1863 tarihli Evkâf Nizamnamesi, Altıncı Fasıl md. 38-40, s.20-21.

1280/1863 Tarihli Evkâf Nizamnamesi, Madde-i Mahsusa, Bend: 55, s. 167.

KVGM, İngiliz Dönemi Dosyaları, No: 354, Gömlek No:7262.

KVGM, İngiliz Dönemi Dosyaları, D. No:361, Gömlek No:7415.

KVGM, İngiliz Dönemi Dosyaları, (6.12.1907) D. No: 63/88.

KVGM, İngiliz Sömürge Dönemi Dosyaları, dosya no: 362, gömlek no:7416, Eski no:74/1901.

KVGM, İngiliz Dönemi Dosyaları, Dosya No:357, Gömlek No:7328.

Öztürk, Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, Ankara 1995.

Öztürk, Nazif, Menşe’i ve Tarihî Gelişimi Açısından Vakıflar, Ankara 1983.

Binbaşı Seager, Reports on the Evkaf Properties, Cyprus, 1883.

 

 

[1] Bu değerlendirmeler, şahsımın yönetimimde bilim adamları, vakıf uzmanları, arşiv uzmanları, tapu uzmanları, mütercimler, bilgisayar program yazılımcıları/bilgisayar mühendisleri, mütercimler ve daire koordinatörlerinden oluşan 20 kişilik bir ekiple “Kıbrıs Vakıflarını Araştırma ve Değerlendirme Projesi” doğrultusunda, Kıbrıs ve Türkiye arşivlerinde 2009-2013 tarihleri arasında aktif olarak, bu tarihten sonra da aralıklarla yaptığımız çalışmalar neticesinde elde ettiğimiz veriler ışığında yapılmıştır. Ekip arkadaşlarımın her birine projeye yaptıkları katkılar ve özverili çalışmaları için ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

[7] Bir vakıf malın değerine yakın peşin alınan “icâre-i mu’accele/peşin alınan kira” ve her yıl sonunda “icare-i müeccele/geriye bırakılan kira” adıyla tayın edilen cüz’î bir ücret karşılığında iki kademeli kira bedeli ile icar edilen vakıf bina ve arazidir. İcareteynli müsakkafât/vakıf bina ve müstegallâtı/vakıf araziyi iki kademeli kira bedeli ile kiralayan müstecir, hayatta oldukça bu vakıf taşınmazın mutasarrıfı olur; ölümünden sonra intikal kanunları uyarınca bu yerler belirli şartlarla mirasçılarına intikal eder. İcareteynli vakıfların mülkiyeti vakfına, intifa hakkı ise kiracısına aittir. Cumhuriyet döneminde mukataalı vakıflarla birlikte icareteynli vakıflar belirli bir taviz bedeli karşılığında mutasarrıflarına devredilmiştir.

[9] Evkâf Nizamnamesi’nin Altıncı Fasıl, 38. Maddesi icare-i vahide ve tavile (icareteyn) ile istibdale dair hususları düzenlemektedir:

“İcare-i vahideli bulunan bir vakfın icareteyne çevrilebilmesi (tahvil) için, mahkeme kararı (mesa’-ı şer’î) ve irade-i seniyye olmadıkça kat’iyyen kabul olunmayacaktır. Bu şartlar tahakkuk etmeden kimin mührü ve rey’i ile vuku’ bulursa bulsun (Evkâf) hazinece kabul edilmeyecektir. (Hatta) mütecâsir (buna cesaret eden kimse) 3 aydan 2 seneye kadar hapis yahut 6 aydan 3 seneye kadar nef’ (sürgün) ile mücazât olunacaktır(cezalandırılacaktır) (md.38). Yine mahkeme kararı ve padişahın irade-i seniyyesi olmadan yapılacak “istibdal” işlemi kat’an muteber tutulmayıp o misüllü istibdaller fesh olunacak (geçersiz sayılmasının yanında), buna cür’et (cesaret) eden her kim ise 3 aydan 2 seneye kadar hapis veyahut 6 aydan 3 seneye kadar nef’ olunacaktır (md.40) (1280/1863 tarihli Evkâf Nizamnamesi, Altıncı Fasıl md. 38-40, s.20-21).

[10] Ömer Hilmi Ef., Age, İcareteyn/tahvil için s. 85-99, Mesele 187-192, İstibdal için s. 199-200. Mesele 416-420.

[12] “Müstesna evkâf; Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’nin nezâreti ve müdahalesi olmayarak hodbe hod mütevell-i mahsusları tarafından idare olunan evkaftır” Ömer Hilmi Efendi, Age, s.10, mesele 35.

“Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’nin teşkilindan ve Tanzimat’ın ilânından sonra bi’l-cümle evkâfın şahs-ı manevîlerinin birleştirilmesi arzu edildiği sırada; müstesna vakıfların mevcut statüsünün ref’i, siyasî ve idarî bazı sebeplerden dolayı tensip edilmeyip eskiden olduğu gibi mütevell-i mahsusları marifetiyle idare olunması kararlaştırılmış, diğer vakıflar hakkında uygulanan merasim-i kanuniyeden harç ve benzeri vergilerden muaf tutulması kararlaştırılmıştır. Diğer vakıflara karışmaması için Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’ne bağlanmamıştır” (M. Hamdi (Elmalılı Yazır), Ahkâm-ı Evkâf (Taşbasma), Mekteb-i Mülkiye Derslerinden, (İstanbul) 1327, s.106.

[15] “Arazi-i mevkufe iki kısımdır. Kısm-ı evvel evkâf-ı sahihadan olan arazi-i mevkufedir. Kısm-ı sânî evkâf-ı gayri sahihadan yani tahsisat kabilinden olan arazi-i mevkufedir” (Ömer Hilmi Efendi, Age, s.53-54, mesele 124). “Arazi-i emiriyeden iken bervechi muharrer tahsisat kabilinden olarak vakf-ı gayrı sahih ile vakfedilmiş olan yerler üç kısımdır”. Bunlardan birincisi yalnız a’şar ve rüsumu/gelirleri vakfedilen yerler, ikincisi hukuk-i tasarrufiyesi vakfedilen yerler, üçüncüsü ise hem hukuk-i tasarrufiyesi ve hem a’şar ve rüsumatı vakfedilen yerlerdir. Bu tür vakıflardan birincisi Arazi Kanunu hükümlerine, ikincisi ve üçüncüsü ise Ahkâm-ı Evkâf Prensiplerine tâbîdir (Kanunname-i Arazî, Desaadet 1258, Md. 4; Ömer Hilmi Ef., Age, s.55-60, mesele 132-138). Kapalı Maraş’ta “Arazi-i mevkufe tahsisat” kabilinden vakıf bulunmamaktadır.

[18] Ömer Hilmi Efendi, Age, s.85-87, mesele 187; M. Hamdi (Yazır), Ahkâm-ı Evkâf (Taşbasma), Mekteb-i Mülkiye Derslerinden, (İstanbul) 1327, s.50-52; Ali Haydar, Tertibü’s-Sunûf.fi Ahkâmi’l-Vukûf, Dersaadet 1340, md.986; Ebu’l-ûlâ Mardin, Hukuk Medresesi Doktora Sınıfı Talebelerine 1337-1338 Seneleri Zarfında Vuku’ Bulan Takrirlerin Zabıtlarıdır, Taşbasma, s.41-42.

[19] 1280/1863 tarihli Evkâf Nizamnamesi, s. 160-161, md. 38.

[20] 1280/1863 tarihli Evkâf Nizamnamesi, s.160-161, md. 38-40.

[21] T.C. VGMA, “Lala Mustafa Paşa Vakfiyesi”, Harameyn Vakfiyeleri, No: 746, sıra: 70, s. 163 – 185. Vakfiyenin tarihi 1579 olmakla birlikte, vakfın çok daha önce kurulduğu bilinmektedir. Çünkü Lala Mustafa Paşa Vakfı’ndan bahseden 1574 tarihli bir Ferman mevcuttur (KVGM, Kıbrıs Şeriye Sicil Defteri, No: 001A, s. 204).

[22] Abdullah Paşa’nın 1161/1748 tarihli esas ve 3 zeyil vakfiyesi için bkz. (TC VGMA 1161-1163: Defter No: 1605, s.1-35).

[26] Bu Raporun baskıda kullanılan özgün adı şöyledir: Reports on the Evkaf Properties, Cyprus, 1883.

[29] KVGM, İngiliz Dönemi Dosyaları, D. No:361, Gömlek No:7415, s. 8.

[30] KVGM, İngiliz Dönemi Dosyaları, D. No:361, Gömlek No:7415, s. 9.

[31] Önce Baf Kazası Komiseri, sonra Tapu Tescil Genel Direktörü ve nihayet İngiliz Evkâf Delegesi olmuştur.

[33] KVGM, İngiliz Sömürge Dönemi Dosyaları, Dosya No: 362, Gömlek No:7416, Eski No: 74/190, s. 35,36.

[34] KVGM, İngiliz Sömürge Dönemi Dosyaları, Dosya No: 362, Gömlek No: 7416, (Eski No: 74/1901), s. 43, 44.

[35] KVGM, İngiliz Sömürge Dönemi Dosyaları, Dosya No: 362, Gömlek No: 7416, (Eski No: 74/1901), s. 50.

[36] KVGM, İngiliz Sömürge Dönemi Dosyaları, Dosya No: 362, Gömlek No: 7416, (Eski No: 74/1901), s. 46.

[37] KVGM, İngiliz Sömürge Dönemi Dosyaları, Dosya No: 362, Gömlek No: 7416, (Eski No: 74/1901), s. 59-60.

[38] KVGM, İngiliz Sömürge Dönemi Dosyaları, Dosya No: 362, Gömlek No: 7416, (Eski No: 74/1901), s. 56-57.

[39] KVGM, İngiliz Sömürge Dönemi Dosyaları, Dosya No: 362, Gömlek No: 416, (Eski No: 74/1901), s. 55.

[41] Nizamnamenin orijinal metni aynen şöyledir: “el-hâleti hezihi arazi-i mevkufe ve musakkafâtı saireye mahkeme-i şer’iye ve arazi memurları tarafından; ve arazi-i emiriye ile mülk yerlere dahi evkâf müdürleri canibinden bazı hüccet ve tapu ve temessük i’ta olunmakta bulunmuş olunmasıyla şer’i şerif ve meclis marifetiyle evKâf müdürü ve arazi memuru hazır oldukları halde ol misüllü arazi vesairenin keyfiyetleri gereği gibi bi’t-tahkik kadim vakıf olan mahallere mehakim/mahkemeler ve mültezimîn ve arazi memurları tarafından verilmiş olan hüccet ve senet ve tapuların ahz/olunarak (ibtal edilerek) usulü veçhiyle vakıfları tarafından temessükât verilmesi; ve mülk olan ve arazi-i emiriyeden bulunan mahallere evkâf müdürleri tarafından verilmiş temessük olduğu halde onların dahi tebdil ettirilmesi lâzimeden olduğu misüllü ba’de izin/bundan böyle dahi ber-vechi muharrer arazi-i mevkufe ve musakkafât vesaireye mehâkim ve arazi memurları tarafından; ve arazi-i emiriye ile mülk mahallere dahi evkâf müdürleri canibinden hüccet ve tapu ve temessük verilmemesine ziyadesiyle dikkat olunacaktır” 1280/1863  Tarihli Evkâf Nizamnamesi, s. 167).

TYB Akademi 31 / Doğu Akdeniz

Bu haber toplam 1275 defa okunmuştur
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim