• İstanbul 20 °C
  • Ankara 18 °C

Giray Fidan: Kang Youwei’in Gözünden 1908 İstanbul’u

Giray Fidan: Kang Youwei’in Gözünden 1908 İstanbul’u
TYB Akademi 20 / Eylül 2017

Kang Youwei’in Gözünden 1908 İstanbul’u

Doç.Dr. Giray Fidan[1]

 

Özet: Kang You Wei, Çin’in yirminci yüzyılda yetiştirdiği en önemli entelektüel, reformcu ve siyasetçilerinden biridir. Çin’i terk etmek zorunda kalarak sürgüne gitmesinin ardından aralarında İstanbul’un da bulunduğu birçok yere seyahat etmiştir. İstanbul’a 1908 yılında gelmiş, ayrıntılı ve benzeri olmayan bir seyahatname kaleme almıştır. Bu makalede Kang You Wei’in, İstanbul’u nasıl algıladığı ele alınmaktadır.

 

Anahtar Kelimeler: Kang Youwei, İstanbul, Çin, Seyahatname

 

1908’s İstanbul According to Kang Youwei

Abstract: Kang Youwei was one of the most prominent intellectuals, reformers and politicians of the 20th century China. After he left China and went to exile, he traveled to numerous countries and cities including İstanbul. He visited İstanbul in 1908 and wrote a unique and detailed travelogue about his trip. This article aims to examine Kang's perception of İstanbul in 1908.

 Key Words: Kang Youwei, İstanbul, China, travelogue,

 

 

Giriş:

            Osmanlı İmparatorluğu ve Çin, Asya’nın iki ucunda bulunan ve 20. yüzyılın başına kadar dünyanın önemli güç merkezleri konumundaki iki büyük devlettir. Birçok bakımdan birbirlerine benzerlikler gösteren bu iki kadim gücün, Batılıların sömürgecilik hareketleri sırasında karşı karşıya kaldıkları sorunlar da benzerdir. 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren gittikçe etkilerini artırmaya başlayan Batılı güçlere karşı Çin de tıpkı Osmanlı gibi mücadele vermeye başlamıştır. Çin’de, Batılıların bu üstünlüğüne karşı modernleşme çabaları ortaya çıkmıştır. Batılı güçler karşısında ayakta kalmaya, yok olmamak için değişmeye ve gelişmeye çalışan bu iki kadim güç; Batının yeni düşünce sistemi ve tartışmasız sanayi ve askeri üstünlüğü karşısında değerler sistemlerini değiştirme ve yeniçağa uyum sağlama çabalarının ön plana çıktığı yeni bir döneme girmişlerdir.

Kang Youwei bir filozof, siyasetçi ve zamanının önemli bir devrimcisiydi. 1858'de Guangdong eyaletinde dünyaya geldi. Beş yaşında, yüzlerce Tang dönemi şiirini ezberlemişti.  Birkaç yıl sonra zamanın düzenli müfredatına, yani Da Xue (Büyük Öğrenme) ve Lun Yu (Konuşmalar) gibi Konfüçyüs klasiklerini okumaya başladı.  On yedi yaşında, Xu Jiyu tarafından derlenen, “Ying Huan Zhi Lue” adlı ünlü coğrafya kitabını okudu ve diğer ulusların coğrafyasını ve tarihini keşfetmeye başladı. Bu aslında Çin dışındaki dünyaya incelemeye başladığı ilk zamanlar olmalıdır.[2] 

Yurtdışına ilk çıkışı, 1879 yılında o sırada bir İngiliz sömürgesi olan Hong Kong'a olmuştur. Orada, "Batı tarzı öğrenme" (Xi Xue) ile tanışmıştı. Öğretmeni 1882'de vefat ettikten sonra Pekin'e, imparatorluk sınavlarına katılmak için gitmiş ama bütün denemelerinde başarısız olmuştu.  Guangdong'a geri dönmeden önce Shanghai'a gitti ve Batı uygarlığı ile ilgili kitaplar satın aldı. Bir yıl sonra 25 yaşında "Ayak Bağlama" geleneğine karşı bir topluluk kurarak ilk ciddi reform girişimini başlattı. 1889'da imparatorluk sınavına bir kez daha girdi ve sınavı başarıyla geçti.  Sonraki yıl Guangdong'da aralarında ünlü Liang Qichao'nun da bulunduğu öğrencilerine ders vermeye başladı. 1891'de ilk kitabını yayımladı.  Çin'de entelektüel çevrelerde büyük yankı uyandıran kitap, özellikle muhafazakâr üst düzey yetkililer tarafından şiddetle eleştirildi. 1894-1895'te Çin - Japon Savaşı patlak verdi. Kang'ın da belirttiği gibi Çin bu savaşa, tamamen hazırlıksız yakalanmıştı. Kang'ın da öngördüğü gibi savaşın sonucu, Çin için büyük bir felaket olmuştu.[3]   

Kang Youwei 1898'de başlayan reform hareketinin en önde gelen şahsiyetlerinden biridir. Savaştaki büyük yenilginin ardından İmparator Guang Xu, reformların artık kaçınılmaz bir hal aldığına karar vermişti.  Çin'de "Wu Xu Bian Fa" olarak bilinen reformlar (Yüz Gün Reformu), 11 Haziran'dan 20 Eylül 1898'e kadar sürmüştür. Bu dönemde Kang ilk kez, imparatoru ikna etmek ve reformlara başlamak için bir şans yakalamıştı. Kang, Japon Meiji tarzı bir meşruti monarşinin ve anayasal bir düzenin kurulmasını savunuyordu. Çin'de, eğitim ve devlet yapısının reforme edilmesi ve sanayileşmenin önünün açılmasını istiyordu. 

Reform hareketi, İmparatoriçe Ci Xi'nin başını çektiği bir grup tarafından bir darbe ile durduruldu. Kang'ın da aralarında bulunduğu reformcular ya hapse atıldı ya da ölüm cezasına çarptırılarak ülkeden ayrılmaya zorlandı.[4]  İmparator tarafından önceden uyarılan Kang, Shanghai'a kaçtı.[5] Böylece sürgünde geçireceği 16 yıllık dönem de başlamıştı.  Bu dönemde aralarında Osmanlı başkenti İstanbul'un da olduğu birçok ülke ve şehre seyahat etti. 1898'deki darbeden hemen sonra Japonya'ya, bir yıl sonra da Kanada'ya gitti ve orada "Bao Huang Hui" (İmparatoru Koruma Derneği) adlı yapıyı kurdu. Sonraki beş yıl bu organizasyonun da mali desteğiyle dünyanın birçok yerine gitme şansı buldu. 1902'de 45 yaşında, Hindistan'da bulunduğu sırada magnum opus'u olan "Da Tong Shu"'yu (Tek Dünya) yazdı. 1911'de Çin Cumhuriyeti kuruldu. 1912 yılında Çin Parlamentosu’na üye olarak seçildi.  1913 yılında "Bu Ren" adlı dergiyi yayımlamaya başladı. Dergide sadece kendi düşüncelerini değil, yaptığı seyahatlerin notlarına da yer verdi.[6]  Kang 67 yaşında Qing Dao'da vefat etti.[7]

Kang Youwei’in Osmanlı’ya ve İstanbul’a Bakışı:

            Kang Youwei, Osmanlı üzerine yazdığı yazılarda Osmanlının son dönem Meşrutiyet ve modernleşme hareketlerine büyük önem verdiğini göstermektedir. Kang Youwei, Osmanlı Devleti’ni tanımlarken ilginç bir isim kullanmaktadır. Kang’ın, yazdığı bütün yazılarda Osmanlı ya da Türkiye ismi yerine “Tu Jue” “突厥” yani “Türk” veya “Göktürk” demektedir.[8] İstanbul’a 1908’de yaptığı seyahati ayrıntılarıyla kaleme aldığı “Tu Jue You Ji” “突厥游记” (Türk Seyahatnamesi) adlı eserde İstanbul’dan da seyahatnamenin bazı yerlerinde “Tu Jing” “突京” yani Türk Başkenti olarak bahsetmektedir.[9] “Tu Jue” Türk veya Göktürk ismi, Çin tarih kayıtlarında, Tang Hanedanı[10] döneminde yazılmış olan “Zhou Shu” “周书” tarih kayıtlarından itibaren geçmektedir. Türklerle ilgili kayıtlar, Zhou Shu’dan başka “Bei Shi” “北史”, “Sui Shu” “隋书”, “Tong Dian” “通典”, “Jiu Tang Shu” “旧唐书”, “Xin Tang Shu” “新唐书”, “Tai Ping Xiang Yu Ji” “太平襄宇记”, “Wen Xian Tong Kao” “文献通考”, “Si Yi Kao” “四裔考”, “Tong Zhi” “通志”, “Bei Guo” “北国”ve “Tang Hui Yao” “唐会要” adlı tarih kayıtlarında da yer almaktadır.[11]

Çin tarihinde ilk olarak Song[12] dönemindeki Çin tarih kayıtlarında Anadolu ile ilgili bölümlere rastlanmaktadır. Song tarihin kayıtlarında Anadolu’dan “Lu Mei” “卢眉” olarak bahsedilmekte, Song Hanedanı ardından gelen Yuan[13] dönemi tarih kayıtlarında da  “Lu Mu” “卢目” olarak anılmaktadır. Ming tarih kayıtları içerisinde ise Anadolu merkezinde ortaya çıkan Osmanlı İmparatorluğu için “Lu Mi” “鲁密”ya da “Lu Mi Guo” “鲁密国” isimleri geçmektedir. Bu isimlerin tamamı, “Rum” veya “Roma” isminin Çince sesler kullanılarak yazılmış halleridir[14] Kang, Tang Hanedanı döneminde Türklerden “Tu Jue” olarak bahsedilmesinin ardından yaklaşık bin yıl sonra Osmanlı Devleti’ni,  Hunlar ve Göktürklerin devamı ve bir Türk İmparatorluğu olarak düşünen, Çin tarih kayıtlarındaki en eski isimleri olan “Tu Jue” ile tanımlayanlardan biri olmuştur. Bu bakımdan Kang’ın, Osmanlı Devleti’ne ve tarihimize bakışı oldukça önemlidir.

19. yüzyıl sonundan itibaren Çincede Osmanlı İmparatorluğu için “Tu Er Qi” ”土耳其” ismi kabul görmeye başlamıştır ve günümüzde de Türkiye için aynı isim kullanılmaktadır. 1849’da yayınlanan ve Çin tarihinin o güne kadar yazılmış en kapsamlı dünya coğrafyası kitabı olan “Ying Huan Zhi Lue” “瀛寰志略” içinde Osmanlı Devleti için “Tu Er Qi” ismi kullanılmış ve dönemin Osmanlı Devleti’nin sınırlarını gösteren ayrıntılı haritalara da eserde yer verilmiştir. Eserde Osmanlı için “Tu Er Qi” ismi dışında 10 farklı isim daha bulunduğu belirtilmiştir.[15] Kang’ın Osmanlı Devleti’ne Tang döneminde Çinlilerin, Göktürkler için kullandıkları “Tu Jue” ismini uygun görmüş olması bir tesadüf değildir. Kang, Osmanlıları, Göktürklerin bir devamı olarak görmekte ve bu tarihsel sürekliliğin altını çizmektedir. Kang Youwei 1898’de yazdığı ve Çin İmparatoru’na sunduğu “Türklerin (Osmanlının) Zayıflaması” “进呈突厥消弱记序” adlı yazısında dönemin Osmanlı Devleti ile ilgili önemli saptamalarda bulunmaktadır. Kang, söz konusu yazıyı yazdığı sırada henüz Osmanlı Devleti’ne seyahatini gerçekleştirmemiştir ancak Osmanlı ve Osmanlı’da yaşanan reform hareketleri ile ilgili bilgiye sahiptir.

 “Sui[16] ve Tang dönemlerinde Kuzey’de (Çin’in kuzeyinde) Binlerce Li (Kilometre) alanı kontrol altına aldılar, Moğollardan önce bütün Orta Asya’yı kontrolleri altına aldılar. Qi Dan’lara[17] yenildikten sonra Batı Göktürk ismini aldılar, Moğolların Timur’u tarafından yenildikten sonra bugünkü Türkiye’ye[18] geldiler. Doğu Roma’ya saldırdılar ve büyük başkentleri Konstantin’e (Konstantinapol, İstanbul) yerleştiler. Bu dönemde büyük bir imparatorluk oldular, kuzeyde Rusya, doğuda Persler (İran), güneyde Afrika, ortada Eski Yunanistan, Avrupa’da Romanya dâhil Karadeniz, Akdeniz, Hint Okyanusu’nda güçlendiler, Eski Roma’nın sınırlarını kontrolleri altına aldılar, Avrupa’nın doğusunun tamamını ele geçirdiler. Ming Hanedanı döneminin ortasında Sultan Süleyman süvarileri ile bütün Avrupa’yı kontrolü altına almıştır. Viyana kapılarına kadar gitmişler ancak birleşik ordular[19] ve yağan yağmur nedeniyle başarıya ulaşamamışlardır yoksa bütün Avrupa’yı yutmalarını kimse durduramazdı. Sonraki üç yüz yıl boyunca Avrupalılar, Türk ismini duyduklarında yüreklerine korku salınmıştır. Ancak bu üç yüz yıl içinde Avrupalılar yeni teknikler geliştirmiş, Kolomb (科仑布) Amerika Kıtası’nı keşfetmiş, yeni bilgiler elde etmişler, İtalya’nın Rönesansı’nın ardından, Protestanlık ortaya çıkmış, Miao Ka Er (苗卡儿, Descartes) yeni düşünceleriyle, maddecilik temelli yeni bir sanat ve yeni ürünler ortaya çıkmıştır. Türkler (突人) Moğollardan elde ettikleri toplar ve barut ile Avrupa’yı yenmiş ve uzun zaman devam eden feodalitenin[20] de sonunun gelmesine neden olmuşlar, krallar güçlenmiş, büyük devrimler olmuş ve her ülke anayasasını yapmıştır. ”[21]

Kang Youwei’in gözünden İstanbul:

“Köprüden geçip İstanbul’a varınca, sırtları dağlara yaslanmış önü deniz olan yerler Türklerin yaşadığı yerlerdir, Konstantin’in eski sarayı da buradadır. Türkler (Konstantin’in eski yaşadığı yeri) kendi sarayları yaptılar, burası deniz kenarında bulunan güzel bir yerdedir. Burada Ayasofya, Süleymaniye ve bunlarla birçok mabet, hapishane, karakol, okul, müze, kapalı çarşı ve bütün tarihi eserlerin ve Türklerin tamamı İstanbul’da bulunmaktadır. O sebeple Türklerin gerçek yaşamını anlamak istiyorsanız mutlaka İstanbul’a gitmelisiniz, aksi takdirde Türkiye’ye gitmemiş sayılırsınız.”[22]

Ayasofya:

“Ayasofya bu sarayın dışındadır, 2 bin yıllık tarihi vardır, o kadar güzeldir ki insanı hayrete düşürmektedir. En eski dönemlerden bugüne burası dünyanın en büyük ve en güzel yapısıdır. Ancak çok eskidir, savaşlara ve büyük hasarlara maruz kalmıştır, böyle olsa da Batı Roma’nın Saint Peter ve Saint Paul Kilisesi ile karşılaştırılabilir. Ancak sadece 200 – 300 yıllık bu mabetler büyüklük ve güzellik olarak ve çok fazla zarar görmedikleri için onunla karşılaştırılabilir. Ayasofya Saint Peter Kilisesi’nin hocası sayılabilir, eğer bana kalırsa, bu yapı (Ayasofya) kesinlikle dünyada birinci sıradadır. Ne olursa olsun onu dünyanın üçüncüsü sayamayız, ne Hindistan’ın Tac Mahal’i ne Çin’de ne de dünyanın başka bir yerinde (Ayasofya’yı) geçecek bir yapı yoktur. Sofya, bu dinin en eskilerindendir. Bugün bu dinin takipçileri için Peter ve Paul ne ise Sofya da aynı şeydir. Benim yazdığım ‘İtalya Seyahatnâmesi’nde Ayasofya’dan bahsetmiştim. Ancak orada kullandığım isim biraz daha farklıydı, fakat burada yerlilerin ona verdiği ismi kullanarak ona, sahibinin ismi ile aynı olan Ayasofya’yı kullandım. Bu mabet, Konstantin’in hükümranlığının ortalarında yapılmıştır, İmparator Julianus(?) yapımını devam ettirmiştir, Justinyen’in hükümdarlığının son yıllarında tamamlanabilmiştir, yapımı tam 300 yıl sürmüştür. Saint Peter Kilisesi ile aynı sürede tamamlanmıştır. Çok yüksek, heybetli, dört köşesinde minareleri olan bir yapıdır. O kadar uzundurlar ki bulutlara değerler, Hint tarzıdır. Büyüklük olarak Saint Paul’ü geçmiştir ancak Saint Peter’den biraz küçüktür. Dünyada bu tür mabetler çok azdır, Saint Peter Kilisesi tarzı yapılar, Fransız tarzı yapılardır. Arka kapısından girince iç ve dış iki büyük koridor bulunur. Bunların içinde sekiz tane kapı, dokuz tane sütun vardır, sütunlar çok uzundur, duvarlarında yazılar bulunur, her kapının 3 Zhang yüksekliği vardır, tavanında altın işlemeli resimler vardır. Orta kapısı çok büyüktür, üzerinde eski imparatoriçenin iki resmi bulunur, Müslümanlar bu resimleri kazımıştır, ancak kalıntıları durmaktadır. İçeri girince görülen sütunun üzerinde bir delik vardır. Müslümanlar parmaklarını bu deliğe sokarlar, baştan ayağa ellerini vücutlarına sürerler ve hastalıkları geçer, bu delik (ellerini içine sokanlar nedeniyle) zamanla çok büyük hale gelmiştir. Bu sütunun arkasından içeri girilir, büyük bir kubbesi vardır ve bunun yanında dört yarım kubbe bulunur, dört tarafında odalar vardır, ön ve arkasında dört köşesi vardır, binanın duvarlarından bazıları içe doğru kavislidir. Minberin iki yanında odalar vardır, her birinde beş sütun vardır, alt katta da 2 büyük sütun bulunur. Batı ve doğuya bakan odalarda ise altı tane sütun bulunur, alt katta ise 4 tane sütun vardır, bunların tamamı yeşil-mor taşlardandır. Üst kattaki koridor 1 Zhang’dan uzun, 3 Chi genişliğindedir, içinde 1 Zhang’dan uzun bir sütun vardır, duvarın kalınlığı 5 Chi’dır, pencereler 1 Chi büyüklüğündedir, bunların hepsi Konstantin’den kalmıştır. Üst katın duvarları, yeşil-kırmızı taştandır, kapı da aynı taştan yapılmıştır. Alt ve üst kattaki kapıların üzerinde haç vardır, Müslümanlar onları silmiştir ama kalıntıları görülebilir. Bu kapılardan birinin, iyi bir tanrının anahtarla açtığı bir kapı olduğuna inanılır, arkadaki kubbenin alt katında İmparator Justinyen’in resimleri bulunur. Zemine bakılınca doğu tarafında 1240 yılında ölen kör General Henricus Dandolo’nun mezarı görülür, binada sayısız güvercin yuvası bulunur, çünkü kutsal insanlar eskiden güvercinlere dokunulmamasını söylemiştir. Kubbeden aşağıya kadar her yerde altın işlemeli resimler vardır, her çeşit yuvarlak formda resimler bulunur, insan kendini cennette gezer gibi hisseder. Müslümanlar bunların birçoğunun üstünü boyamış olsa da bu güzel resimlerin büyük kısmı hâlâ oradadır. Sadece altın işlemeli resimlerinin güzelliği ve büyüklüğü bile onu eşsiz yapmaktadır, ayrıca bu yapı 2 bin yıllık bir tarihe sahiptir! Ben, İran ve Rusya hariç bütün dünyayı gezdim, bütün saray ve mabetleri gördüm, şunu söyleyebilirim ki burası dünyanın en güzel yapısıdır. Haçlılar buraya gelmiştir, onların medeniyetini herkes bilir, ancak ben görmedim. Arka kubbede altın süslemeli resimlerin bulunduğu yerde, Hristiyanlık resimleri bulunur, Müslümanlar tarafından üstüne bir çiçek resmi yapılmıştır ancak eski hali anlaşılabilmektedir. Bugün artık burası bir Müslüman mabedidir, ancak Hristiyanlar burada hâlâ o eski (Hristiyanlık) resimlerini gösterirler, böyle bir mabedi kendi dinin için kullanmak son derece güzel bir düşüncedir. Bugün benim ülkemde Budizm’i sevmeyen insanlar vardır ve tapınakları yıkmaktadırlar, mesela benim ülkemin Guangdong bölgesinin Guang Zhou şehrinde Chang Shou Si adında bütün bölgenin en güzel ve en tarihi Tao tapınağını yıktılar, aslında bunu müze yapabilirdik, bunu yıkmanın anlamı neydi? Bu en güzel ve en eski yapıyı en iyi tekniklerle de olsa yeniden inşa etmek imkânsızdır, bu yapıyı yıkıp yol yapmak ne anlama gelir, yol her yere yapılabilir? Bizim ülkemizin insanları tarihi eserlerin nasıl korunacağını bilmezler, tarihimizi yok etmektedirler, dışarıdan gelen insanlar bizim tarihimizi anlayacak bir eser göremeyeceklerdir, bizden sonra gelenler de tarihimizi bu nedenle bilemeyeceklerdir. Bu tuhaf alışkanlık, vahşi ülkeler de dahi yoktur, Çin’in entelektüelleri bu durumu fark edememekte ve eserleri yıkmakta bir beis görmemektedir, bu gerçekten nefret edilesi bir durumdur! Büyük kubbede Arapça, imparatorun sonsuza kadar hüküm süreceği yazılmıştır. Mihrabın olduğu yerin yanında iki tane beyaz mum vardır, sütun büyüklüğündedir, dışarıda bulunan iki mum ise daha da büyüktür, Hünkâr mahfelinin solunda bir minber vardır; burada hutbe okunmaktadır, üstünde iki bayrak bulunur, bu iki bayrak Türkler ’in Doğu Roma’yı yendikleri savaşta kullanılan bayraklardır. Bu minberde yirmi basamak vardır, yapının altı köşesinde üstünde Arapça yazılar bulunan altın tabaklar bulunur, bunların üzerinde din büyüklerinin ismi yazılıdır. İçeride sol ve sağında 3 Chi büyüklüğünde taştan küreler vardır, bunlar Marmara Adası’ndan getirilmiştir. Hemen altında taştan küçük bir havuz bulunur, namaz kılanlar burada günde beş kez abdest alırlar. Mermerden yapılmış birçok ibadet alanları vardır, üst ve alt kat ibadet edenlerle doludur. Buradaki sütunlar kırmızı mermerdendir, üstlerinde çiçek resimleri ve altlarında bronz kaide bulunmaktadır. Avrupalılar bugün hâlâ bu tarzı taklit etmektedir. Sütunlardan birinin üzerinde kanlı bir el izi vardır, (söylenenlere göre) 460 yıl önce Müslümanların öldürdüğü 20 binden fazla Rum’un kanlarından bu iz çıkmıştır. Bu bütün yapının kapıları beş renkli mermerden yapılmıştır, üstündeki desenlerin bazıları buluta bazıları dağa benzer, her çeşidi vardır, burası yapının içindeki en güzel yerdir. Saint Paul Kilisesi de bu tür her çeşit ve renkten taşlar kullanılarak yapılmıştır ama aslında en iyisi (Ayasofya) burasıdır. Venedik’teki Meclis, Fransa’da IV. Louis’in Sarayı, Paris’teki Hu Hua Sarayı, Avrupa’daki bütün yapılardaki tarz bu mabetten alınmıştır. Ben, dünyada her yeri gezdim, saraylarda kullanılan bu tür taşlar insanları en çok cezbeden şeylerdendir, eğer üzerlerinde altın süslü resimler var ise çok daha güzel olurlar. Bir yapı, ancak altın ve taş bir araya gelince imparatora yakışır bir yer haline gelir. 2 bin yıl önce böyle bir tarz olduğu için bugün saraylar çok daha güzel yapılabilmektedir. Onların bu eski yapıları taklit etmekten başka çareleri yoktur, yeni saraylar eski yapılardan daha güzel değildir, ben inanıyorum ki dünyada onu (Ayasofya) geride bırakacak bir yapı yoktur. Sonradan birçok yeni yapılar ortaya çıkmaktadır ama eskileri geçmeleri mümkün değildir, (Ayasofya) dünyadaki bütün yapılar arasında en güzelidir ve eşsizdir! Saint Paul Kilisesi ve Saint Peter Kilisesi ancak onun torunu sayılabilirler. Onlar da güzel yapılar olsa da onu geride bırakamazlar! Dışı sarıya boyanmıştır, herhangi bir yazı yoktur (çok sadedir), Gotik ve Hint tarzı dışarıdan bakılınca daha güzel görünmektedir. Yapının içerisinde sayısız lamba vardır, bunlar yağ lambalarıdır, kadın erkek binlerce insan ibadet etmeye gelmektedir. Mabedin dışındaki bahçe duvarı taştandır ve demirden bir ağ vardır, bahçe duvarının içinde bir çeşme ve sayısız musluk bulunur, bunlar ibadete gelen kişilerin el ve ayaklarını yıkamaları için hazırlanmıştır, Türk tapınağı herkese açıktır. Bu mabedin dört köşesinde dört tane minare bulunur, Türklerin dört sultanı eklettirmiştir, bunlar da Hint tarzında yapılmıştır. Türkler mabette ders görmek için yıllık 2 “Pi Xian Da” para öderler, böylece mabet ayakta kalabilmektedir. Başkent Konstantinopolis’te 2 bin yıllık güzel mabetler hâlâ ayaktadır, dağın arkasında kuzeyde çok güzel bir mabet bulunur, Yan Di Li Na Bakanlığı’nın içinde bir mabet daha bulunmaktadır, adı Mo Se’dır. Konstantin tarafından yapımına başlanmış, Julianus tarafından tamamlanmıştır. Bu mabet biraz küçüktür, Ayasofya’nın onda biri kadar yoktur ancak yapının tarzı, içinde ve kubbesinde bulunan resimler Ayasofya ile yarışabilir, ayrıca ikisi de 2 bin yıllık tarihi olan yapılardır, bunlardan sadece 2 tane vardır, bunlar şüphesiz dünyanın en güzel yapılarıdır. Ayasofya’dan 18 Li uzaktadır, eskiden bu mabetler birbirlerine yeraltı tünelleriyle bağlıdırlar. Doğu Roma imparatorları buraya gelip ibadet etmiştir. Yakın zamanda büyük bir deprem olmuştur, tüneller zarar görmüştür ama hâlâ ele bir mum alınıp gezilebilir, fakat ben girmek istemedim. Mabedin kapısında Julianus’un resmi bulunur, bacakları beyaz uzun bir elbisesi vardır, bu imparator mabedin içine gömülmüştür, sağ ve solunda Peter ve Paul’un resimleri vardır, kubbe ve duvarlarda altın süslemeli resimler bulunur, resimlerin önemli bir bölümü dökülmüştür. Hemen yanında bulunan kubbeli yapının içindeki resimler ise çok iyi korunmuştur. Bunlar 12 havarinin ve Hristiyan doktorların resimleridir, tamamı mozaik resimlerdir, son derece güzellerdir. İçeride elips şeklinde gizli bir ibadet odası bulunur, kubbe duvarında ise bir mozaik vardır. Tahta üzerinde Konstantin’in eşinin resmi bulunur, mabedin altında bir kilise bodrumu vardır ve buradan Ayasofya’ya gidilir. Mabedin içi çok küçüktür, kubbedeki mozaiklerin tamamı dökülmüştür, sadece duvardaki beş renkli mermerler kalmıştır. İnsanların bir araya getirdiği bu doğal taşlar, çok güzel gözükmektedir! 2 tane küçük mabet vardır, bunların yönü eskiden Kudüs’e doğrudur, Türkler ise Mekke yönüne çevirmişlerdir, (elbette) her ikisi de kendi dinlerine saygı için bunu yapmışlardır.”[23]

Sultanahmet Camisi:

“Ayasofya’dan 100 adım mesafede, Sultanahmet adında çok büyük bir mabet vardır. Bu mabede Türklerin eski sultanının ismi verilmiştir. 300 yıllık tarihi vardır. Yüzölçümü 20 Zhang’dan fazladır, yanında bir imparator mabedi bulunur, bu biraz daha yenidir ve çok güzel bir yapıdır, her iki yapı da mermer ile yapılmıştır ve birbirlerine benzerler. Mabedin sağ ve solunun ön kısmında koridorlar üstünde kısa bir kubbe vardır. Mekke’de bulunan mabede, Svasti’deki Budist tapınaklarına benzer, bunların hepsi Hint tarzıdır. Koridorlarda altışar tane sütun bulunur, avlusunda bir çeşme vardır, bu da mermerden yapılmıştır, dışarıda da 6 tane sütun vardır, ana giriş kapısında 8 tane sütun bulunur, kapının üzerinde bulut şeklinde bir şey vardır, iç mekân 10 Zhang’dan büyüktür, içinde 4 büyük sütun vardır. Bu sütunların yüksekliği 1 Zhang’dan fazladır, tam ortasında çok büyük bir kubbe vardır, dört köşesine yarım kubbe ve her bir köşesinde ise küçük kubbeler bulunur, bunların tamamı çinilerle kaplıdır, içeride sayısız yağ lambası vardır. Yerde hasırdan yapılmış halılar ibadet için gelenleri bekler, bütün Türk mabetleri bu şekildedir. Şimdiki padişah şehzâdeyken dilek tutarak yaktığı lamba hâlâ burada bulunmaktadır. Yapının içi de Hint tarzındadır, burada bulunan lambaların çokluğu Hindistan’daki ve Çin’deki tapınaklara benzemektedir, bunlar da Hindistan’dan kaynaklanan bir alışkanlıktır. Bu mabet dokuz yıl önceki bir depremde hasar görmüş, tamirden geçmiştir, şu anda oldukça iyi ve yeni gözükmektedir. Mabedin önünde bir Mısır Dikilitaşı bulunur, üstünde Mısır Yazıları vardır, Hristiyanlıktan 4 bin sene öncesinin eseridir, bu dikilitaş Paris’teki ile aynıdır. Roma İmparatoru Theodosius tarafından bulunduğu yerden buraya getirilmiştir. Hemen yanında yeşil demirden bir sütun vardır, 5 Chi’dan fazla uzunluktadır, bu da 5 bin yıllık tarihe sahip bir eserdir.”[24]

Beyazıt Camisi:

“Beyaz güvercin mabedi çok güzel ve büyük bir yapıdır. Bu mabet de mermer kullanılarak inşa edilmiştir, önünde koridorlar ve de kare şeklinde bir çeşme bulunur, 360 yıllık tarihi vardır. Burada çok güvercin vardır, öyle ki havadaki güvercinler yerdekilerin görünmesini engellerler, insanların onları yakalaması yasaktır, ayrıca onlara yiyecek de verirler. Her gün en az beş kez, güvercin ve tavuklar bir araya gelir, böyle bir manzarayı görmek her zaman nasip olmaz. Türk başkentinin güvercinleri bu sebeple meşhurdur. Eskiden bir kadın dilenci padişaha yalvarır, padişah da ona iki güvercin verir, bugünkü güvercinler padişahın verdiği o iki güvercinden çoğalmışlardır.”[25]

Galata Kulesi:

“Bugünkü sarayın olduğu yer, başkentin en güzel yeridir, üzerinde bulunduğu tepe şehrin en yüksek tepesidir, 500 yıllık bu Galata Kulesi, yuvarlak formdadır ve o kadar uzundur ki tepesi bulutlara değer, 10 Zhang yüksekliğindedir, dört katlıdır ve çok görkemlidir. Yanında bir askeri okul ve kışlalar bulunur. Bu iki yapı neredeyse saray kadar büyüktür. Bunun nedeni Türklerin orduyu çok önemsemesidir. Başkenti koruyan 80 bin asker vardır. Burası zenginlerin, üst düzey memurların ve önemli kişilerin yaşadığı bir yerdir, burada yaşayanların evleri en iyi durumda olanlardır, beş katlıdırlar, ancak bunlar çok eski binalardır. Bu tepenin üzerinde eski bir mabedin temeli vardır, bu mabet eski imparatorlardan biri tarafından yaptırılmıştır.”[26]

Sonuç:

            Kang’ın gözünde Türk başkenti yani 1908 yılının İstanbul’u bütün geri kalmışlığına ve düzensizliklere rağmen dünyanın en güzel şehirlerinden biridir.[27] Kang, İstanbul ile Pekin arasında ve Osmanlı İmparatorluğu ile Çin arasında önemli benzerliklere işaret etmiştir. Doğunun “iki hasta adam” olarak adlandırdığı iki imparatorluğun birbirlerine benzerlikleri onun seyahatnamesinin öne çıkan unsurlarından biri olarak düşünülebilir. Kang için özellikle mimari yapıların ölçekleri önemlidir. Bu sebeple İstanbul’da gezdiği ve gördüğü yerlerdeki yapıların ölçülerini vermeye çalışmıştır. Bunun yanında ilgisini çeken diğer bir unsur da mimari yapıların iç ve dış özellikleridir. Bütün bunların yanı sıra daha önce Çin’de yaşamış ve dünyanın birçok ülkesini de gezmiş bir kişi olarak mimari eserler ve sosyal, kültürel, ekonomik hayat hakkında da karşılaştırmalar yapmaktadır.  

Kang Youwei’in Türkçe yer ve kişi isimleri için kullandığı bazı Çince karşılıklar:

突厥 :Türk (Osmanlı İmparatorluğu)

突京:Türk Başkenti

突主:Sultan (Padişah)

苏丹鸭都哈密第二:Sultan İkinci Abdülhamid

君士坦丁堡:Konstantinapol

士坦逋:İstanbul[28]

巴沙:Kapalıçarşı

新党,少年党,青年党:Jön Türkler (İttihat ve Terakki Cemiyeti)

桥地利:Kadıköy

厄蔑第三泉亭:  Üçüncü Ahmed Çeşmesi

白鸽庙: Beyazıd Cami

埃及华表:Dikilitaş

加拉塔:Galata

加拉塔石塔:Galata Kulesi

生苏非庙: Ayasofya

海达尔帕夏:Haydarpaşa

少女塔: Kız Kulesi

尼士斌:Niyazi Bey

阿士文:Mithat Paşa

 

 

Kaynakça:

Bland, John Otway Percy, and Edmund Backhouse. China Under the Empress Dowager: Being the History of the Life and Times of Tzu Hsi Comp. from State Papers of the Comptroller of Her Household. Lippincott, 1912.

Giray Fidan. Çin’den Görünen Osmanlı Çinli Düşünür Kang You Wei’in Türk Seyahatnamesi. İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2015.

Giray Fidan, and Ana Jovanovıć. “Kang Youwei’s Visit to Serbia.” İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2, no. 1 (2015): 101–23.

Kang, Youwei. Ta T’ung Shu. The One-World Philosophy of K’ang Yu-Wei. Allen & Unwin, 1958.

Wong, Young-Tsu. “Revisionism Reconsidered: Kang Youwei and the Reform Movement of 1898.” The Journal of Asian Studies 51, no. 3 (August 1992): 513–44. doi:10.2307/2057948.

康有为. 康有为政论集. 中华书局, 1981.

———. “突厥游记.” 不忍杂志, 1913.

康有為. 列国游记. 上海人民出版社, 1995.

徐继畬. 瀛寰智略. 台湾华文书局, 1848.

戴东阳. “康有为《突厥游记》稿刊本的差异及其成因.” 近代史研究, no. 2 (2000): 223–36.

薛宗正. 突厥史. 中国社会科学出版社, 1992.

马建春. “明嘉靖、万历朝噜嘧铳的传入、制造及使用.” 回族研究, no. 04 (2007): 70–76.

 

 

[1] Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Mütercim - Tercümanlık Bölümü, Çince Mütercim-Tercümanlık ABD, e-posta: girayfidan@gmail.com

 

Gönderi Tarihi: 24.03.2017 - Kabul Tarihi: 27.04.2017

[2] Kang, Ta T’ung Shu. The One-World Philosophy of K’ang Yu-Wei, 11–12.

[3] Kang, Ta T’ung Shu. The One-World Philosophy of K’ang Yu-Wei, 13–15.

[4] Wong, “Revisionism Reconsidered,” 538–539.

[5] Bland and Backhouse, China Under the Empress Dowager, 214.

[6] Kang, Ta T’ung Shu. The One-World Philosophy of K’ang Yu-Wei, 18–20.

[7] Giray Fidan and Ana Jovanovıć, “Kang Youwei’s Visit to Serbia,” 102–105.

[8] 戴东阳, “康有为《突厥游记》稿刊本的差异及其成因,” 224.

[9] 康有為, 列国游记, 536.

[10] Tang Hanedanı 唐朝, 618 – 907 yılları arasında Çin’i hâkimiyeti altına almış olan hanedan.

[11] 薛宗正, 突厥史, 1–2.

[12] Song Hanedanı 宋朝, 960 – 1279 yılları arasında Çin’i hâkimiyeti altına almış olan hanedan.

[13] Yuan Hanedanı 元朝, 1271 – 1368 yılları arasında Çin’i hâkimiyeti altına alan Moğol kökenli hanedan.

[14] 马, “明嘉靖、万历朝噜嘧铳的传入、制造及使用,” 70.

[15] 徐继畬, 瀛寰智略, 447. Kitap içerisinde Osmanlı veya Türkiye için “Tu Er Qi ” isminden başka on isim daha bulunmaktadır. Bunlar: “Tu Er Ji” “土耳基”, “Tu Er Ji Ya” ” 土耳基亚”, “Du Er Ji” “都耳基”, “Duo Er Qi” ”多而其”, “Du Lu Ji” “都鲁基”, “Te Er Ji” “特而济”, “Du Er Ge” “杜而格”, “Kong Ge Er” “控葛而”, “Ge Duo Ma Nuo” “格多马诺” ve “A Duo Man” “阿多曼”dır. (Xu, 1848: 447)

[16] Sui Hanedanı, 581 – 619 tarihleri arasında Çin’i hâkimiyeti altına alan hanedan.

[17] Qi Dan 契丹, Kitay ya da Khitan olarak da bilinen 4. yüzyıldan itibaren Çin’in kuzeyine hâkim olan göçebe bir halk.

[18] Kang, burada da “Tu Jue” Türk ya da Göktürk ismini kullanmaktadır.

[19] Burada kast ettiği Avrupa’dan birleşerek gelen feodal beylerin orduları olmalıdır.

[20] Çincede “Feng Jian” “封建” olarak tanımlanmaktadır. Avrupa’daki feodalite ’ye karşılık gelmektedir.

[21] 康有为, 康有为政论集, 298.

[22] 康有为, “突厥游记,” 11; Giray Fidan, Çin’den Görünen Osmanlı Çinli Düşünür Kang You Wei’in Türk Seyahatnamesi, 37.

[23] 康有为, “突厥游记,” 11–14; Giray Fidan, Çin’den Görünen Osmanlı Çinli Düşünür Kang You Wei’in Türk Seyahatnamesi, 40–46.

[24] 康有为, “突厥游记,” 18; Giray Fidan, Çin’den Görünen Osmanlı Çinli Düşünür Kang You Wei’in Türk Seyahatnamesi, 46.

[25] 康有为, “突厥游记,” 20; Giray Fidan, Çin’den Görünen Osmanlı Çinli Düşünür Kang You Wei’in Türk Seyahatnamesi, 47.

[26] Giray Fidan, Çin’den Görünen Osmanlı Çinli Düşünür Kang You Wei’in Türk Seyahatnamesi, 65.

[27] 康有为, “突厥游记,” 6–7.

[28] 1908’de Türklerin yoğun olarak yaşamakta olduğu yerler için bu ismi kullanmaktadır. 

Bu haber toplam 3695 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim