• İstanbul 20 °C
  • Ankara 26 °C

Levent Bilgi: Ölü Ozanlar Derneği Bağlamında Sinema ve Özgürlük

Levent Bilgi: Ölü Ozanlar Derneği Bağlamında Sinema ve Özgürlük
TYB Akademi 28 / Sinema ve Edebiyat / Ocak 2020

SİNEMA VE ÖZGÜRLÜK

İnsanlık yirminci yüzyıldan itibaren sinema ile yeni bir boyut kazandı. Artık geçmişi, geleceği, ölmüşlerimizi, doğmamışları canlandırabilecektik. Sanat insanoğlunu Tanrı’ya yaklaştıran, yaratılmış tüm varlıklardan farklılığını ortaya koyan en etkili silahtır. Hiçbir varlık sanat kadar yaratım açısından Tanrı’ya bu kadar yaklaşamadı. Şiir, müzik, resim, yazı ve sinema…

Sanat ilahi olduğu kadar insanı varlığın nefesi ile karşı karşıya da getirdi. Beşer özgürlüğün zirvesine sanatı ile ulaştı. Gerçeklik kıskacını sanattaki serkeşliği ile aştı. Aklın sert ve kabaca önüne diktiği bariyerleri sanatın kanatları ile yerle bir etti.

İnsan özgürlük istiyordu, sonsuzluk ve sınırsızlık. Kendi yasalarını aşmak istiyordu. Sanat ile ilk defa insan karşısına çıkan engellerin gözünü korkutmaması gerektiğini keşfetti. Yasalara, doğmalara, tabulara ve putlara isyanın adıdır sanat. Bazen yakılan bir ağıt, bazen bir sazın yanık sesi, bazense insanı kendinden geçiren bir dans…

Sanat açığa çıkmamış bir gerçeklik düzeyine süzülmenin adıdır. Cahilliğin mutluluk olduğu bir varlık âleminde sanat mutluluk değildir. Bitimsiz bir devinimdir insan ruhu. Ve ruhun Nirvana’sı sanat.

Bu yüzdendir ki sanat çok sevildiği kadar çok da düşmanları vardır. V for Vendetta’yı hangi diktatör sever[1] Maskelerle dolaşmak güzeldir. Maskelerinizin farkında olmadığınız müddetçe. Ama bir gün yüzünüze gerçek  bir maske taktığınızda tüm sahte maskelerin farkına varırsınız. Bize yutturulan tüm maskeler açığa çıkıverir birden bire. Onun içindir ki genel olarak sanat, özelde de sinema tehdittir, nifaktır, aykırılıktır. Özgürlüğüne düşkün insanın başkaldırışıdır.

İnsan her defasında ruhunu ortaya koyacak, setleri kıracak yollar bulur. Özü gereği devinimini sürdürme tutkusundan asla vazgeçmez. Çünkü insan gerçeğe aşıktır. Gerçeği anlamak, yakalamak, keşfetmek ister. Bu dünya yetmez insana. Öteleri, ruhu, gerçeküstünü anlamak ister. Şiir, müzik, sinema vd. ruhun gerçeküstüne kanat çırpmasıdır.

Dini Tanrı ortaya koyar. Sanatı insan. İnsan sinemayla dini, dinsizliği, peygamberleri, kitapları, kralları, köleleri yeniden keşfeder.

Her yeni film hayatımıza tutulan bir büyüteçtir. Gerçekte hayatlarımız da başlayan ve bitecek olan uzun bir film şeridi değil midir? Esaslı bir film bize bir salonda oturduğumuzu unutturan ve salonu terk ettiğimizde de devam eden filmdir. Hayat filmi salonu terk ettiğimizde de devam edecek midir acaba? Sinema cevaplarla değil, sorularla güzeldir.

Hayallerimiz sinemada canlanır, göklere, sonsuza açılır. Sinema kuramcısı Rudolf Arnheim’ın da belirttiği gibi tarihte ilk defa bir sanat gelişirken biz oradaydık. Bütün diğer sanatlar insanlık kadar eskidir ve kökenleri insanlık kadar karanlıktır.[2]  Her film gerçekliğin yeniden üretimidir. Ama bu defa gerçeğin senarist, yönetmen ve oyuncular tarafından yeniden kurgulanmasıdır.

Sinema insanın ayaklarına takılan prangaların kırılmasıdır. Devletler, yasalar, mahkemeler, siyasetçiler her vesile ile insanı zapt u rapt altına almayı kendilerine vazife sayarlar. İnsanın kanatlanıp uçmasını engellemeye çalışırlar. Kanatlanan insanın sınırsızlığından, başına buyrukluğundan korkarlar.  Francis Bacon, “İnsanın müdrikesine kanatlar takmak yerine, zıplamasını ve uçmasını engellemek amacıyla ayağına kurşun bağlamak gerekir.”[3] der.

Oysa insanoğlu ölmeyi bildiği müddetçe yeryüzünden özgürlük yok olmayacaktır. İlk film çevirenler sihirbazlardır. Her film bir sihirdir. Gerçeğin bir sihirbaz gözüyle yeniden kurgulanmasıdır. İktidarlar ise tarih boyunca sihirbazlardan korkmuş ve onları kendi hegemonyaları altına almaya çalışmışlardır. George Orwell’in 1984’ünde olduğu gibi, tarih boyunca her iktidar insanların hayal kurma gücünü kontrol altında tutmayı kendisine en önemli vazifelerden biri kabul etmiştir. Çünkü kontrolsüzlük, sıra dışılık tehlikelidir, suçtur ve yasadışıdır. Lois Lowry’nin aynı adlı kitabından uyarlanan ve  Phillip Noyce tarafından yönetilen 2014 yapımı The Giver (Seçilmiş) filmi  insanların mutlaka kontrol altında tutulması gerektiğini bilimkurgu tekniği ile çok başarılı bir şekilde vermiştir.

Filmde de görüldüğü gibi duyguları olan ve tercihler yapabilen insanlar yanlış kararlar verebilmektedirler. İktidarların kendileri için uygun gördüklerine hayır diyebilmektedirler. Oysa iktidar olanlar her şeyi herkesten daha iyi bilirler ve insanlar için en doğru tercihi de onlar yaparlar. Nasıl yaşamanız, nasıl düşünmeniz, nasıl sevmeniz ve düşman olmanız gerektiğine onlar karar verirler. Bu yüzden hayır diyebilen insanlar ve filmler tehlikelidir. Duygu ve düşüncelerin dizginleri her an devletlerin elinde olmalıdır. 1984 romanını filmleştiren Michael Radford’un vurguladığı gibi, “Aşk siyasal bir eylemdir ve engel olunmalıdır.”

 

ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ

Sinema evrensel bir sanattır. Bir Nazi hikayesi, bir aşk, bir ayrılık, bir kavuşma hikayesi hepimizi ilgilendirir. Ölü Ozanlar Derneği bir okul, bir gençlik masalıdır. Yönetmen  Peter Weir, oyuncular  Robin WilliamsEthan Hawke, Robert Sean, Josh Charles, Gale Hansen, Dylan Kussman. Film Amerikan yapımı, dramatik bir komedidir. Film Alman yazar N. H. Kleinbaum’un aynı adlı kitabından uyarlanmıştır.

Welton Akademisi bulunduğu bölgenin en disiplinli ve en iyi eğitim veren okullarından biridir. Okulda idarecilerin disiplinsizliğe hiç tahammülleri yoktur. Okul tarafından benimsenmiş olan bazı ilkeler vardır. Bu ilkeler “disiplin, gelenek, mükemmellik ve onur” dur. Okul bu ilkelerden asla vazgeçmez, bu ilkelere uymayanlar ise en ağır şekilde cezalandırılır veya okuldan atılırlar. Her sene açılış törenlerinde bu ilkeler öğrenciler tarafından tekrarlanır. Bu okul yatılı bir okul olmasından dolayı öğrenciler aralarında çok sıkı arkadaşlık ilişkileri kurarlar ve her zaman birbirine destek olurlar. Anne ve babaları için, çocuklarının bu okulda okuması büyük bir gururdur.

O yıl, yani 1959 da Welton Akademisi yine görkemli bir açılış yapmıştır. Okula yeni alınan öğrencilerle birlikte eğitim yılına başlamıştır. Welton Akademisine başka bir okuldan transfer olan Todd Anderson çekingen bir çocuk olduğundan dolayı henüz yeni arkadaşları ile tanışmamıştır. Onun kendisine hiç güveni yoktur. Oda arkadaşı Neil’dir. Neil Toddu diğer arkadaşları ile tanıştırır. Knox, Charlie, Cameron, Pitts ve Meeks’de onu çok sevmişlerdir.  Okulun eski mezunu ve yeni İngilizce öğretmeni olan Keating’in okula gelmesi ile bu arkadaş grubunun yaşamı değişmeye başlar. Ölü Ozanlar Derneği Keating’in öğrencilik yıllarında gençlerin eğlenmek, şiir okumak, hoş vakit geçirmek için kurdukları bir oluşumdur. Bay Keating’ten etkilenen yedi arkadaş Ölü Ozanlar Derneğini tekrar kurarlar. Derneğin yeri okulun yakınlarındaki bir mağaradır. Çocuklar bu mağarada toplanıp burada ölü ozanların şiirlerini okurlar ve adeta bu şiirleri yaşarlar. Burada toplanıp bu şiirleri okumanın asıl amacı ailelerinin baskı ve beklentilerinden bir an için uzaklaşmak ve yaşamın her anının ne kadar önemli olduğunu anımsamaktır.

Neil’in en büyük isteği bir tiyatro oyununda rol almaktır. Bay Keating’in de teşvikiyle bölgede sergilenecek bir tiyatro oyununda başrolü alır. Ancak babası kesinlikle bunu istemiyordur. Buna rağmen Neil babasından habersiz olarak Ölü Ozanlar Derneğinde edindiği bir takım düşüncelere dayanarak bu oyunda oynar. Babası da bu oyuna gitmiş ve Neil’i bu oyunda görünce çok sinirlenmiştir. Neil’in babası tüm olanların suçlusu olarak Bay Keating’i görür. Bu yüzden Neil’i bu okuldan alıp bir askeri okula yazdırmaya karar verir. Neil ailesinin kendi yolunu kendisinin çizmesine izin vermediği için çok büyük bir sıkıntı ve stres altına girer ve hayatına son verir. Bunu duyan tüm arkadaşları yıkılmıştır. Bir süre sonra Okul müdürü Nolan’ın Ölü Ozanlar Derneğinden de haberi olur. Ayrıca bu derneğin kurucusunun Bay Keatin olduğunu da öğrenir. Bay Keating’in öğretmenliğine son verilir. O okuldan ayrılırken Ölü Ozanlar Derneği’nde bulunan öğrenciler Bay Nolan’nın gözü önünde masalarının üzerine çıkarak Bay Keating’e duydukları o büyük sevgiyi gösterirler. Film bu sahne ile sona erer.

 

ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ BAĞLAMINDA SİNEMA VE ÖZGÜRLÜK    

Ölü Ozanlar Derneği filmi 1989 yılında gösterime girmiş kısa süre içinde dünyanın pek çok yerinde kült filmlerden biri olmuştur. Bir gençlik filmidir. Robin Williams’ın ve gençlerin mükemmel performansıyla, muhteşem tabiat manzaraları, renkleri ve görüntüleriyle hala seyredilmeye devam edilen bir filmdir. Filmde Keating sürekli gençleri kendileri olmaya davet eder:

“Sizler, kendi sesinizi bulmak için çabalamalısınız. Çünkü ne kadar uzun beklerseniz, bulmanız o kadar zor olur.”

Film boyunca biz çekingen bir çocuk olan Todd Anderson’un kendisini bulma çabalarını görürüz. Keating herkese bir şiir yazma ödevi vermiştir. Todd günlerce uğraşmış ama yazdıklarını beğenmeyip atmıştır. Keating şiir yazmadığını söylemesine rağmen Todd’u kaldırır gözlerini kapatıp konuşmasını ister:

“Bu tatlı deli ellerini uzatıp beni boğuyor. Bu arada mırıldanıyor. Gerçekleri söylüyor. Ayaklarımızı dışarıda bırakan bir battaniye gibi gerçekler. Gersen de çeksen de asla yeterli olmayacak. Hiç birimizi tam olarak örtmeyecek. İlk ağladığımız andan bu dünyayı terk edene kadar sadece yüzümüzü kapatacak ve her çığlığımızda onu hissedeceğiz.”

Biz filmde Todd’un nasıl çekingenliğini, korkaklığını atıp özgürleştiğini ve kendisini bulduğunu görürüz. Filmde sık sık sivil itaatsizliğin Amerika’daki ilklerinden olan Henry David Thoreau’dan alıntılar yapılır:

Ormana gittim çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum. Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak ve ölüm geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu fark etmemek için. Ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben hep daha az kullanılanı seçtim. Bu hayatımdaki tüm farkı yarattı.”

Bilinçli yaşamak, anlamlı yaşamak, hayatın iliğini emmek film boyunca tekrarlanır. Belki de film bu mesajları ile bu kadar yıl izlenilmeye devam etmiştir. Zira modern insanın en büyük ızdırabı hayatı bir robot gibi, ruhsuz, anlamsız bir şekilde yaşamaktır. Kazanan, evleri, arabaları, mobilyaları olan insan giderek yalnızlaşmakta, toplumsallık duygusunu kaybederek yaşamaktadır.

1817/62 yıllarında Amerika’da Concord’da yaşayan Henry David Thoreau köleliği protesto edip devlete vergi vermemesiyle sivil itaatsizlik hareketinin öncüsü olmuştur. Thoreau, 1845 yılında Concord şehrinin dışında bulunan Walden Gölü kıyısında, Emerson'a ait olan bir arazinin üstüne bir kulübe inşa etti.  Sık sık çekildiği bu inziva köşesinde kitapları ile tabiatın içinde yaşadı, günler süren okumalar yaptı ve yazılar yazdı. Thoreau’ya göre  “En iyi yönetim hiç yönetmeyendir ve insanlar buna hazır olduklarında yönetim biçimi bu olacaktır.”[4]

Thoreau, 1846 yılında, dört yıldan bu yana kelle vergisini ödemeyi reddettiği gerekçesiyle tutuklanır ve bir gece hapis cezası ile cezalandırılır. O günü ve geceyi orada geçirirken ziyarete gelen arkadaşı Emerson neden tutuklandığını sorduğunda Thoreau ona “Sen neden tutuklanmadın? Burada değilsin” der. Bu Thoreau' nun ilk ve son sivil itaatsizlik deneyimidir. 1864 Concord’da verdiği bir konferansta, yaptığı eylemin meşruluğunu ve kuramsal temellerini ortaya koymaya çalışmıştır.[5]

Thoreau kelle vergisini ödemektense hapse girmeyi tercih eder. Thoreau’nun bu eylemi Mahatma Gandhi ve Martin Luther King’in eylemlerinin öncüsü olmuştur. Thoreau, vergiyi, köleliği protesto etmek, baskıcı yönetime tepki geliştirmek ve ABD’ nin Meksika ile olan savaşını protesto etmek gibi ilkesel nedenlerle ödemediğini ifade etmiştir.

Filmde  Keating Thoreau’nun söz ve şiirlerinden alıntılar yapar. Adeta gençleri kendini bulmaya, özgür düşünmeye çağırır. Ancak okul disiplini ve hocalar buna karşıdır. Keating’e göre “Kim ne derse desin dünyayı kelimeler ve fikirler değiştirebilir.” Thoreau dünyayı fikirleri ve kelimeleri ile değiştirmeye çalışan bir adamdır.

Ölü Ozanlar Derneği filminde en çok tekrarlanan düşüncelerden biri de Carpe diem (anı yaşa) felsefesidir. Carpe diem Keatingin ilk dersinde anlattığı düşüncesidir. Keating ilk sınıfa girdiğinde öğrencileri okulun koridoruna çağırır. Burada eski öğrencilerin resimleri vardır. Keating kitaptan bir bölüm okutur:

“Vakit varken tomurcukları topla, zaman hala uçup gidiyor. Ve bugün gülümseyen bu çiçek yarın ölüyor olabilir.”

Bu duygunun Latince ifadesi Carpe diem’dir. Keating’e göre “Hepimiz bir gün solucan yemi olacağız. Her birimiz bir gün nefes almayı kesecek, kasılacak ve öleceğiz.” Keating öğrencilerinden resimleri olan eski öğrencileri incelemelerini ister. Onlar da eskiden bu koridorlarda koşuyor, eğleniyor, çalışıyor, okuyorlardı. Ama şimdi “Bu oğlanlar çiçeklere gübre oldular.” Bu ölmüş öğrenciler şimdiki gençlere “Carpe diem, yaşadığınız günü kavrayın çocuklar. Hayatınızı olağandışı yapın.” diye fısıldamaktadırlar. 

Keating bir sonraki derste kitaptan Şiiri Anlamak adlı makaleyi okutur. Tahtaya makale ile ilgili şiirin önemini tespit etmeyi açıklayan şekiller çizer. Sonra da bunun saçmalık olduğunu söyler. Zira şiir böyle grafiklerle, rakamlarla açıklanamaz. Şiir duygularımızın sesidir. Keating öğrencilere kitabın bu giriş bölümünü yırttırır ve çöpe atar:

“Biz hoş olduğu için şiir okuyup yazmıyoruz. İnsan ırkının birer ferdi olduğumuz için şiir okuyup yazıyoruz. Çünkü insan ırkının içinde coşkular vardır. Tıp, hukuk, mühendislik yaşamak için asil mesleklerdir çocuklar. Ama şiir güzellik, aşk, sevgidir. Biz bunlar için hayattayız… Siz buradasınız, hayat var ve hep olacak. Güçlülerin mizanseli devam ederken sen de birkaç dize katkı yapabilirsin. Sizin dizeniz ne olacak?”

Keating’in bu ders işleme metodunu bazı öğretmenler tenkit ederler. “Dersleriniz büyüleyici olmasına rağmen yanlış yere yönlendiriyordu, onları sanatçı olma riskini göze alıyorsunuz.” sözüne karşılık Keating, “Ben sanatçı değil özgür düşünen beyinler peşindeyim.” der.

Özgür düşünen gençler, hayatı doya doya yaşama, yaşadığımız anın tadını çıkarmak. Keating “Hayal kurmak insanı özgürleştirir.” derken insanın kendi kendisini, duygularını, varlığını keşfetmesini istiyor.

Dücane Cündioğlu, “Bir mısra için bir divanı hatmetmek, bir couple için bir senfoniyi dinlemek, bir filmi sadece bir sahne için seyretmek bazılarına beyhude bir çabaymış gibi gelir. Zarara uğramış, zaman kaybetmiş gibi hissederler kendilerini. Oysa hiç de öyle değil. En azından benim için öyle değil.”[6] der.

Ölü Ozanlar Derneği her sahnesi için seyredilmeye değen, hayatı, varlığı, kendimizi sorgulamaya vesile olan filmlerden.

                 

SONUÇ

Robin Williams, John Keating rolü ile Ölü Ozanlar Derneği filminde ölümsüz bir karakter ortaya koydu. O Keating rolü ile hepimizin, bilhassa gençlerin rol modeli oldu. Eğitimin, eğitimcilerin kendilerini sorgulamalarına vesile oldu. Biz ne kadar özgür gençler yetiştiriyoruz? Yoksa eğitimimiz gençlerin kabiliyetlerini, hayallerini, duygularını öldürüyor mu? Keating filmdeki hafızalarımıza kazınan replikleri ile otuz yıldır gençlerimize ve eğitimcilerimize yol göstermektedir. Bay Keating bizim dersimize girmemiştir, sıralarımızın üzerine çıkıp bize ders vermemiş, bahçede bizlerle beraber top oynamamıştır. Ama o otuz yıldır düşünen, varlık kaygısı olan gençlerin öğretmenidir. Yıllardır internet sitelerinde, sosyal medyada Ölü Ozanlar Derneği replikleri dolaşmakta, gençler tarafından ilgiyle okunmaktadır.

Keating bize hayallerimizin peşinden koşmayı, mecbur olduğumuz değil, istediğimiz şeyleri yapmayı, anı iliklerine kadar emerek yaşamayı, vakit varken hayatımızın çiçeklerini toplamayı öğretti.

 

KAYNAKÇA

ARNHEIM, Rudolf, (1997) Film Essays And Criticism Wisconsin Studies in Film, (U.S.A:University of Wisconsin Press).

BACON, Francis, (1952) Advancement of Learning, Novum Organum, New Atlantis, (Chicago: Encyclopaedia Britannica Inc).

CÜNDİOĞLU Dücane, (2012) Sinema ve Felsefe, (İstanbul: Kapı Yayınları).

KLEİNBAUM N. H. (2019) Ölü Ozanlar Derneği, Çev. Nurten Hatırnaz, (İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 13. Baskı).

LOİS Lowry, (2019) The Giver, Seçilmiş Kişi, Çev. Esra Davutoğlu, (Ankara, Arkadaş Yayınları, 7. Baskı).

ORWELL George, (2019), 1984, Çev. Celal Üster, (İstanbul, Can Yayınları, 68. Baskı).

ÖKÇESİZ, H. (1996), Sivil İtaatsizlik, (İstanbul: Afa Yayınları).

THOREAU, H. D. (2001), “Devlete Karşı İtaatsizlik Görevi Üzerine”, Kamu Vicdanına Çağrı: Sivil İtaatsizlik, Çev. Önsöz Yakup Coşar, (İstanbul: Ayrıntı Yayınları).

 

[1] Yönetmenliğini  James Mc. Teigue’in yaptığı, 2005 yılı Amerikan ve Alman yapımı unutulmaz film.

[2] Rudolf, Arnheım, Film Essays And Criticism Wisconsin Studies in Film, University of Wisconsin Press, USA,1997, s.18.

[3] Francis Bacon, “Novum Organum”, Advancement of Learning, New Atlantis, Chicago, USA, Encyclopaedia Britannica Inc, c.2, 1952, s. 18.

 

[4] H. D. Thoreau, Devlete Karşı İtaatsizlik Görevi Üzerine Kamu Vicdanına Çağrı: Sivil İtaatsizlik, Çev. ve Önsöz Yakup Coşar, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2001, s.29.

[5] H. Ökçesiz, Sivil İtaatsizlik, İstanbul, Afa Yayınları, 1996, s.26.

 

[6] Dücane Cündioğlu, Sinema ve Felsefe, İstanbul, Kapı Yayınları, 2012, s.17.

 

Bu haber toplam 2723 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim