• İstanbul 22 °C
  • Ankara 27 °C

Ömer Lekesiz‘in “Sanat Nazariyesi” Üzerine İnceleme

Ömer Lekesiz‘in “Sanat Nazariyesi” Üzerine İnceleme
Dr. İbrahim Arpacı / TYB Akademi 23 / Estetik / Mayıs 2018

“Sanat, farklı dönemlerde farklı biçimlerde algılanan ve yorumlanan bir alandır.”[1] Bundandır ki Sanat’ın, sanat ile meşgul olan herkes tarafından bir tanımı yapılır. Bu yüzden belirli formlar dışında herkesin tamamen üzerinde ittifak ettiği bir sanat tanımından söz etmek güçtür. Sanat’ın ne olduğu konusunda kesin bir yargı ifadesi kullanmak uzun zamanlar boyunca ne olduğu üzerine tartışan, fikir beyan eden düşünürlerin bu verimli tartışmalarını görmezden gelmek anlamına gelir. Öyle ki, sanatçılar, felsefeciler, tarihçiler, edebiyatçılar ve diğerleri; hepsi kendi disiplinleri etrafındaki gerçeklikten ya da güzellik (estetik) açısından bir değerlendirme yapmak sureti ile sanata çeşitli tanımlamalar getirmişlerdir. Özellikle Avrupa’daki ilk dönem felsefeciler sanat üzerinde ciddi tartışmalar yapmışlar, önemli çıkarımlarda bulunmuşlardır.[2]  Bunların başında ise Aristoteles ve Platon gelmektedir. Platon ve Aristoteles’ten sonraki gerek batılı gerekse doğulu düşünürler, sanat ve estetiği ele alırken bu iki şahsiyetin düşünce dünyaları üzerinden bir çıkarsamada bulunmuş ya da kendi tanımlamalarını ortaya koymuşlardır.[3]

Platon ve Aristoteles, sanatı duyumsama merkezli bir anlayışla tanımlarken daha sonraki felsefeciler bu kavramı doğanın bir yansıması olarak ele almıştır.[4] Kant da bu düşünceyi olgunlaştırarak sanatı yapay ve doğal olarak iki kısma ayırmıştır.[5]  Yani doğanın ortaya koydukları güzellikler doğal sanat, doğa dışında ortaya konulan, insanın kendi yaptıkları da yapay sanat olarak karşılık bulmuştur. Kant’a göre bu ikili ilişkide öncelik doğanındır.[6]

Batı sanat felsefesinin temelini oluşturan, onu sistemleştiren kişiler olarak kabul edilen Aristoteles, Platon ve Kant’ın bu yaklaşımları aynı zamanda batılı sanat anlayışının da mümessili ve nüvesidir.

İslami anlayışta ise sanat, “bir şeyi ustalıkla yapabilme melekesi, bir duygunun, hayalin ve güzelliğin ifade edilmesi maksadıyla başvurulan usullerin tamamı”[7] olarak açıklanır. Önemli dil bilimcilerimizden Şemsettin Sami ise sanatı“İhtiyâcât-ı beşeriyeden birinin imali hususunda mümârese ile öğrenilen ve icra olunan mübah iş”[8] şeklinde tanımlar.

Batılı sanat anlayışı ile İslam sanat anlayışı tanımları üzerinden yüzeysel bir okuma yaptığımızda sanat kavramına yüklenen bir anlam farklılığının olduğunu görebilmekteyiz. Batılı sanat anlayışı sanatı duyumsama ve hissetme kabilinden ele alırken,[9] İslam sanat anlayışı sanatı, duygu esaslı değil de, belki onu da kapsayan şekilde daha çok beşeri, zanaatsal bir tanım olarak tarif eder ve anlar. Ömer Lekesiz’in sanatın tanımsal formuna yaklaşımı da bu şekildedir. Ona göre bizdeki sanatın icrası daha çok bir ihtiyaçtan kaynaklıdır. Sanatı ortaya çıkaran şey bizâtihi ihtiyacın kendisidir. O, örneğin hat sanatının Kur’an yazımı ile başlayıp, şahnânemeler, mesnevilerle, miraçnamelerle, gelişen Selatin camilere yazılan yazılarla ortaya çıkma imkânı bulan bir uğraş olduğunu söyler. Bu durumu şöyle bir kuramsal ifade ile açıklar: “Hat, ayetin (işaretin) işaretlenmesinden ibarettir.[10] Diğer bir söyleyişle resim gerçekliğin iması ise hat ima’nın imhasıdır” der.[11] Ebû Hayyân et-Tevhîdî, bu tespiti destekler nitelikte sanatın var olanı ortaya koyarak ona bir tanım vermek sureti ile var olanı işaretlendirdiğini söyler.[12]

Kant’ın doğal güzellik olarak tanımladığı sanat, aslında Lekesiz’in kişinin ya da tüm varlıkların öz cevherinde var olduğunu söylediği şeydir. Fakat konuyu ele alış paradigmaları birbirinden farklı olması sanata yükledikleri anlamları da farklılaştırmaktadır.

Lekesiz’e göre hattat, şair ya da başka bir sanat ehli “haydi ben de şahane eser patlatayım” diye ortaya çıkmamıştır. Bir ihtiyacın gerekliliğinin, o kişide kabiliyeti ölçüsünde onu o ihtiyacın kaldırılmasına ya da giderilmesine sevk ettiğini söyler. Kendi ifadesi ile “Yunus Emre, cihan bir sanatkâr görsün” diye şiir söylememiştir.[13] Bundandır ki Lekesiz, bizdeki sanatın faydaya müteallik olduğunu, dolayısı ile ortaya çıkan her ihtiyacın bir şekilde giderilmesine matuf olarak ortaya çıktığını, sanatın kendi dönemi itibari ile bir geçerlilik taşıdığını ve bir başka dönemde farklı paradigmalarla farklı bazı gereksinime ihtiyaç duyduğu için bu sefer de yeni bir kuramla o ihtiyacın giderilmesi esasiyeti olduğunu söyler. Devamla, bunun da haliyle tüm dönemlere hitap eden bir poetik yaklaşımı da gereksiz kıldığını iddia eder. Bu durumdan dolayı da yeni bir nazariyata (kurama) ihtiyaç duyulması gerektiğini, sanatla ilgili olarak yeni bir sanat anlayışının inşasının gerekli olduğu, batının ortaya koyduğu sanat anlayışının bizim anlayışımızla bir ilgisinin olmadığı görüşündedir. Başka bir ifade ile İslam sanat anlayışında sanatın kendisi nesne iken, batıda özne olduğunu ve batı sanat anlayışında sadece haz almak gayesi ve şartı arandığını ifade eder. [14] Batı’nın sanat anlayışını yaptığı bir tanımlama ile ortaya koyan Nejat Bozkurt, “anlık bir haz dahi uyandırıyor ise bu sanatın geçerliliği için yeterli bir sebeptir. Nihayetinde sanat eseri amaçlılık kavramından yoksun olandır. Herhangi bir fayda gözetmez.”[15] der.

Sanata batılı anlamda bir tanım getirmek isteyenler, zaten onu tanımlarken sanat ifadesinin kökeni üzerinden bir tanımlamayla bunu yaparlar.[16] Oysa Lekesiz’e göre problem tam da burada başlar. Çünkü başkasına ait olan bir kelimeyi yine kendilerine ait olan bir nazariyat ile doldurduklarında binaya giriş için nereden kapı açarsan aç hep onların kuramlarının içerisinde kalınacaktır. Oysa Lekesiz, “bizler kendi kuramlarımız üzerine bir sanat anlayışı inşa etmek istiyorsak önce kendi kavramlarımızı oluşturup ardından da yolu yapacaklarımıza göre değil asıl (yap(a)mayacaklarımıza göre belirlememiz gerekir.”[17]der.

Aslında Lekesiz’in bu yaklaşımı bize göre İslam teatisine uygun bir yaklaşımdır. İnsan özüyle yani cevheri ile doğar, beşer perdesinde yaşadığı hadiselere göre kabiliyetleri gelişim kazanıp dönüşüm yaşar. “Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Hâlbuki serçe kuşunun istidadı, o taslitle inkişaf eder.”[18] Dolayısı ile Müslüman’ın sanat anlayışı kendisinde var olan cevherin herhangi bir dış etkenin ona müdahalesi ya da onu harekete geçirmesi ile ortaya çıkan bir kazanım şeklindedir.

II.

Lekesiz, sanat nazariyesi ile ilgili olarak iki problemi önceler. Birincisi, yukarıda belirttiğimiz gibi, batıdan devşirilen sanat anlayışının bizim kodlarımıza ve sanat anlayışımıza uygun olmadığıdır. Bu durumun temel nedeni olarak dilin kullanış tarzı ve muhtevasını görür.[19] Tıpkı Ludwig Wittgenstein’in dile mantıkla bakılması ve aslında insan diyaloglarındaki temel problemin dil problemi olduğunu ve insanların kullandıkları kelimelere yükledikleri anlamla ilgili olduğu düşüncesini taşıdığı gibi…[20] Çünkü o, doğru bir sanat perspektifinin öncelikle doğru kelimelerin doğru karşılığıyla ibtida edebileceğine inanır. İkinci olarak ise yaklaşımı ülkemizdeki sanat anlayışının batı sanatının normal batı formlarından da daha yozlaşmış bir haliyle taklitçiliğin yapıldığını bize hatırlatır.  Bunun sebebini ise, ülkemizdeki sanatın karşıtlık ilkesi ile hareket ettiğini ve bu yüzden yerli olanın bu karşıtlıktan dolayı daha fazla gelenekçi ve muhafazakâr bir hal aldığını, bunun karşısında duran yapının da batı etkisinde batıya kendisini beğendirmeye yönelik, çağdaşlık saplantısı ile yereli küçümsediğini belirtir. Aslında bu her iki tutumun da sanatı kendi içinde kavrayamadıklarını, bilakis kendi arzularınca koşullanmış bir sanat anlayışı ile sanat yaptıklarını ifade eder. Bu nedenle sanat denilen şeyin bu karşıtlıktan ötürü henüz sanatın hiçbir alanında yerli yerine oturmadığı görüşündedir.[21]

Konuyu daha nesnel bir zeminden ifade etmek gerekirse Batı’da olup da bizde farklı bir sanat ontolojisinin belirlenmesine ilişkin önemli bir fikir ortaya koyar Lekesiz: “Bizim sufi ontolojisine (metafiziğine) mahsus sanat yaptığımızı, Batı'nın ise sanata mahsus ontoloji yarattığını, bunun iki sanat arasındaki en belirgin fark, en belirgin güzellik ayrımı olduğunu söyleyebilirim”[22] der.

III.

Lekesiz, “sanat şeriatın konusu değil insan oluşun konusudur[23] diyerek, insandaki üst ahlaki normları önceler ve bir nevi sanatı meydana getiren hassanın insanın duyu ve duygu[24] dünyasını da içine alan metafizik[25] olduğuna işaret eder. Veri kaynağını ilahi kelimetullahtan, veri dolaşımını ise İslam Medeniyetinde kendisi için bir şematik çizdiği belirli şahsiyetlerin eşyaya yaklaşım tarzlarından alır. Bu yüzden ona göre sanat tek bir kişide ya da toplulukta terennüm eden şey değil; bilakis kişinin içinde yaşadığı kültürün sağımlanması sonucu ortaya çıkan etkinlik olarak karşılık bulur. Ve bu kendisinin ifadesi ile “Cervantes ile Attar’, Rilke ile Sezai Karakoç’u, Hafız ile Goethe’yi, Mustafa Kutlu ile Salinger’i karşı karşıya getirmez. Ancak onları yan yana getirir.”[26]

Maruz kalınan modernleşmenin çözücü amili olarak her ne kadar karşısına almasa da batılı referanslı şahsiyetlerini değil, doğunun hikemi derinlikli yaklaşımını önceler.[27]

IV.

Lekesiz, zaman zaman metinlerinde kendi çağdaşları arasından sanat konusunda etkilendiği şahsiyetlere yer verir. Bu, bize Lekesiz’in sanat anlayışının nasıl şekillendiği ve kendi yerel sanat anlayışının da kombinesinin nasıl oluştuğu konusunda bir izdüşümü sağlar.  O, sanat kavramı ile ilgili olarak öncelikle bu duruma, batılı anlamda neden sanat kavramımızın olmadığı sorusuyla başlar ve bizdeki sanatın (İslam sanatı) şiir, hat, minyatür, ebru, tezhip olduğunu belirtir. Bu anlamda sanatsal faaliyetler farklı iken sanatsal kuramın aynı olmasının düşünülemeyeceğini belirtir. Dayanak olarak da şu örneklemede bulunur: “Perspektifsizlik İslam sanatlarında belirleyicidir. Ama nedeni tam olarak açıklanamaz. Çünkü bu perspektifsizliğin bilimle açıklanması mümkün değildir. Bu durumda perspektifsizliği nasıl anlamalıyız diye sorulduğunda cevabı bilimde değil, bilgide aramamız doğru bir yöneliş olacaktır”.[28]

Elbette bilgi, bilimin ana öğesidir, fakat Lekesiz, gerçek bilginin İslam maneviyatı ile ve bunu temsil eden tasavvuf ile bilinebileceğini söyler.[29] Aslında Lekesiz’in bu yaklaşımı yeni bir yaklaşım değildir. Çünkü “Mısırlılar mimaride ve görsel tasvirlerde dini bazı sakıncalar nedeni ile perspektif’i görmezden gelmişlerdir.”[30] Lekesiz, daha sonra Batı’nın da kabul ettiği bu gerçeklik algısının insanlara kutsal kâse olarak dayatıldığı, oysaki asıl gerçek olanın, İbn-i Arabi’nin “Yokluk bir hükümdür, mevcut bir şey değildir.” sözünden hareketle, insan muhayyilesinin yok olanı (namevcudu) bile (kendi içinde) mevcut kılabileceğini ve dolayısıyla dünyevi gerçekliğin beraberinde (yanında ya da içinde) başka gerçekliklerin birbirleriyle eş zamanlı olarak fehmedilebileceği görüşündedir.[31] Bundandır ki, kendisi tek bir gerçeklik algısının olmadığını ve gerçeklik algısının özü aynı kalmak kaydıyla bakana, bakılana, zamana, mekâna, kültüre vs göre değişebildiğini söyler.

Onun bir nazariyat oluşturmak için öncelikle sanatın eşya ile ya da kavramlarla olan ilişkisini, mesafesini ya da birbiri ile olan rabıtasını irdelediğimizde, Lekesiz, bizi metafizik bir kurgunun içine çeker. Aslında bu da kendisinin inanç çeperini oluşturan hikmet ve tasavvuf anlayışıdır.

V.

Sanatta aslolan gerçekliktir. Önemli olan bu gerçekliğin insana nasıl aksettiğidir ya da insanın bu gerçeklikte nasıl hemhal olduğudur. Sanat kuramının öncüsü olan Aristoteles, “duyuların kişiyi gerçeğe ulaştırdığını ve duyuların kişiyi eğittiğini ve dış dünya hakkında kesin bilgiler sunduğunu söylemek sureti ile bu duyu ve aklın ortaya koyduğu esere sanat adını verir.”[32] Aristoteles’in bu yaklaşımı ile ilgili olarak Lekesiz, duyu ifadesini önemser. Çünkü Lekesiz’e göre aslında o duyu değil, ilhamdır.[33] Lekesiz, Platon’un sanat anlayışı ile ilgili olarak, onun sanatın taklit ve duygusal yönüne takılı kaldığını söyler.”[34] Nitekim Attar, Miskevey, Sühreverdi gibi şahsiyetler her ne kadar İslam düşüncesi temelinde bir sanat ve estetik tarifi yapsalar da[35] eserlerini incelediğimizde batılı bu filozoflardan izler görmemiz pekâlâ mümkündür.[36] Fakat Lekesiz tüm bunların bilgisine vakıf olsa da, sanatı ve estetiği taşıdığı mecra tamamen kendi tabiri ile “ Sanat kendisi olmaklığı bakımından sanat olan şeydir” diyerek, her gerçekliğin bir sanat olduğu, dolayısı ile aslolan sanat yapmak değil var olan sanatı ortaya çıkarmak olduğunu savunur.[37]  Yani sanat hakikati ortaya koyar, hakikat ise kendisini ifade edebilendir. Dolayısı ile kendisini ifade edebilen kendi göstergelerini ortaya koyan her şey sanat tarifi içerisine girer. Belirli bir disiplin etrafında şekillenen örneğin, müzik, resim, heykeltıraş, minyatür edebiyat, tüm bunlar aslında tüm bu sanat tarifinin içerisinde kendi yapısı ile kaim belirli bir estetizm ile sunulan göstergeler olduğunu söyler. [38]

Sanata bu denli metafiziksel[39] anlam yükleyen Lekesiz, Sanatı, “Hallerin Çocuğu” olarak tanımlar. Yani sanat denilen olgunun, “örneğin şiir şeklinde dile dökmekten, surete aktarma şeklinde ele vermekten kaçınamadığımız ve bu kaçınamazlığı ihtira', ibda', yaratma düzeyinde (istidâdımız, istihkâkımız ve imkânımız oranında) sıradanlıktan çıkartarak, güzellik ağacına (bkz.: İbrahim Suresi, 14:24) altın bir dal olarak eklediğimiz şey” olarak tanımlar.

 

VII.

“Sanat, bilişsel ve duyuşsal sınırları zorlayarak, evreni ve içindeki insanı anlamlandırma ve anlamlı kılma çabasında, bilim ve teknolojiden hatta felsefeden bile rol çalmaktadır. Bazen basit bir melodi, sıradan bir çizim, gündelik bir heykel; toplumsal bilinç oluşturmada, felsefi ya da siyasal bir kuramdan, ilkeden, kişiden çok daha etkili olabilmektedir.”[40]

Sanat kuramı üzerine konuşulduğunda irdelenmesi gereken birincil başlıklardandır. Bunun sebebi ise sanatı disipline eden onu belirli bir forma kavuşturan şeyin ahenk olduğu görüşüdür.[41] Bir bütünü teşkil eden parçaların veya unsurların estetik ölçüler içinde birbiriyle uyuşması anlamına gelen, çeşitli ilim ve sanat dallarında kullanılan terim[42] olan ahenk, her ne kadar tanımda yer aldığı üzere bir sanat eserinin belirli bir uygunlukta bir araya getirilmesi olsa da aslında sanatı metafizik bir bakış açısıyla inceleyen Lekesiz için kader ile içkin bir kavramdır.

 

Lekesiz, hikmet denildiğinde ahenkten, ahenk denildiğinde ise hikmetten söz eder. Tanımda da ifade edildiği üzere ahenk, bir bütünü teşkil eden parçaların veya unsurların estetik ölçüler içerisinde birbiriyle uyumu olsa da, Ömer Lekesiz‘in sanat veçhesi içerisinde ele aldığı ahenk tüm bu fizyolojik tanımdan uzak bir göstergede durmaktadır. Çünkü ahengi kaderle eşleştirdiğimizde ya da hikmetle içkinleştirdiğimizde bu kelimenin tanımıyla eşdeğer bir yapıda olmadığını görürüz. Bundandır ki Lekesiz’in ki ahenk anlayışında metafizik bir kurgu olduğunu görmekteyiz. Çünkü kendisine göre kurgunun birbiriyle uyumunda hikmet vardır ve hikmet kendisine göre ahengin ta kendisidir[43] ama aynısı değildir.[44] Kendi teorisini arı ve bal örneği üzerinden bir örnekleme ile şöyle temellendirmektedir: “Bahar gelir, çiçekler açar ve çiçek tozları havalanmaya başlar. Toz dediğimiz çiçekteki erkek organın başçığındaki polendir. Bu polenler su, rüzgâr, böcek vb. vasıtasıyla çiçekteki dişiciğe taşındığında çiçek kendine özgü bir zevk içinde açılır. Arı, polenlerin hareketini çiçeklerin zevklenişini kendi içinde takdir edilen zamanda duyar; gelip o zevkin özünü oluşturan polenlere “bulanır” ve bu bulanışını en has bala dönüştürür. Bu eylemlerin en büyük bölümü havada gerçekleşir. Onun sonucu ise bir mekânda hâsıl olur. Tıpkı sesin de ahenk içinde söze, sazın teline ve âşığın diline ulandığı gibi.”

Lekesiz’in sanat ve ahenk arasındaki ilişki ile ilgili olarak ortaya koyduğu yaklaşım aslında ilgili kelimelerin ıstılah anlamlarıyla çok da uyumlu yaklaşımlar değildir. Fakat Lekesiz bunun farkındadır ve hakikate uğrayan her şeyin sanat veçhesinin ortaya çıktığını belirtmektedir.[45]

VIII.

Sanatın bir diğer konusu ise estetiğin ana konusunu oluşturan güzellik kavramıdır. Sanat, estetik ve güzellik… Ömer Lekesiz‘in bu kavramlar ile ilgili görüşlerini, bu kavramlar hakkında görüşleri ön plana çıkmış batılı şahsiyetlerin ilgili kavramlara yükledikleri anlamla paralel okumaya çalışacağız.

Estetiği bağımsız bir şekilde ele alan ilk filozof G. Baumgarten’dir. Baumgarten estetiğin, güzelliği kendisine konu aldığını söyler.[46] Lekesiz iç içe geçmiş bir kavram yumağı halinde olan sanat, estetik ve güzelliği şu tanımlamalarla birbirinden ayırır: Lekesiz’e göre Estetik, sanatın esas kaidesidir. Güzellik ise sanatı da kapsayacak şekilde hayatın tümüne mahsustur. “Örneğin sadaka vermek, çirkin bir kadının güzelliğidir; yardımlaşmadan tebessüme, ibadetten meşke eylem, toplumsal yarar sağlayan her türlü işten bireysel tekâmüle uzanan her türlü eğilim güzelliğe dâhildir. Bu nedenle bizdeki güzelliğin hayatın içinden devşirilen bir husus olması, onun batıdaki gibi özel bir bilime, nazariyata dönüşmesini gereksizleştirmiştir.[47] der. Tabi onun güzellik üzerine bu tür bir örneklendirmede bulunması güzellik konusundaki yaklaşım nazariyesinin tam olarak bu olduğu anlamına gelmez. Lekesiz’e göre güzellik kavramı referans aldığı İslam teatisine göre hem biçimsel hem de soyuttur. O, Tin suresi 4. Ayetin, (“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.”) ayetinin güzelliğin biçimsel formunu ortaya koyduğunu, Mu’minûn suresi 14. ayette ise (“Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir!”) diyerek güzelliğin soyut formunu ortaya koyduğunu ifade eder.

Aslında Batı medeniyetine temel teşkil eden Antik Yunan estetiği de insan bedeninde mükemmelliği öngörür.[48] Fakat bu mükemmellik tamamen beden uzuvlarının kusursuzluğuyla ilgilidir. Oysa İslam anlayışındaki surete dönük güzellik, uzuvlarındaki asimetrik yönelim değildir. İki düşünce arasındaki farkı somut olarak daha net görmek için dünya sanat tarihinde heykelciğin başlangıç noktası olan batılı heykellere ve bu heykellerin ortalama bir insan suretinden daha mükemmel olarak kabul edilmesine bakmamız yeterli olacaktır. Öyle ki, Umberto Eco batı perspektifinden güzelliği tanımlarken “Güzel olan sevilir, olmayan sevilmez[49] diyerek, bir güzel farklılığı ortaya koyar ve güzelliğe bir mükemmeliyet atfeder. Merve İlbak, ilgili makalesinde Batının bu yaklaşımına yorum getirirken, Antik Yunan’ın Tanrı tasvirlerinin insan bedenleri olarak tasvir edilmesinden kaynaklı olduğuna işaret eder.[50]

Platon’un, güzelliği ikiye ayırıp birini ontolojik diğer güzelliği ise var olan güzele katılmak sureti ile güzelleşen şey olarak tanımlaması,[51] Lekesiz ‘in yaklaşımıyla bir aynîlik gösterir. Rüzgâr Yılmaz Milliyet gazetesindeki bir makalesinde Hegel’in bu güzellik olgusuna daha farklı bir yaklaşım getirerek, güzelliğin doğrulukla ilintili bir uyumu olduğunu söyler. Devamla şu ifadeleri kullanır: “bir güzelliğin ide olduğunu söylüyoruz.”. O zaman güzellik ve doğruluk aynı anlama gelmektedir. Hakikat varlığın doğruluğudur. Güzellik hakikatin yanında ortaya çıkmaz. Eğer hakikat sanat yapıtı içerisine girerse o zaman, güzel olarak görülebilir.”[52] der.

Lekesiz, batılı estetiğin görme gösterme dolayısı ile göz merkezli olduğunu, bu nedenle ahlaktan ona geçilemeyeceğini fakat ondan ahlaka geçilebileceğini söyler.[53] Bu yaklaşımın aslında tam olarak tanımı, “Güzellik, köken olarak duyumsanır bir dış nesneyi ve ona yönelen bir bilinç etkinliğini gerektirmektedir. Estetik, bu yönelimin içeriği üzerindeki düşünsel bir tasarımdır.”[54] şeklindedir.

VIII.

Ömer Lekesiz, İslam sanatının merkezinin Doğu olduğunu söyler. Müslüman şahsiyetin ortaya koyduğuna da sanat değil “tecelli” demeyi daha uygun görür.[55] Bunu hem fiziki hem de metafizik bazı yaklaşımlarla açıklar. Bu yüzden de kendi sabitesini Doğu’dan başlatır. Diğer bir ifade ile ondaki pergelin yere basan tarafı Doğu’dadır. Bu yüzden sanat nazariyesi konusunda oldukça cüretkârdır. O, her şeyden önemlisi, perspektife hiç itibar etmeyen sanatla (yani minyatür ile kendini gösteren İslam sanatı) perspektifi adeta putlaştıran bir sanatın (yani resmin ya da heykelin) tam ortasında durarak, modernizmin Doğu’da ölüme mahkûm ettiği, Batı’da ise tüketilmiş imkânlar gösterisine dönüştürdüğü resim sanatına, yeni bir can soluğu üflemek, ancak bu vasattan (Anadolu ve İran’dan) sağlanabilir, demektedir. Ona göre, bu savını desteklerken, son dönem ortaya çıkan doğudaki minyatür ile ilgili bazı yeni çabaları kendisini gösterir.[56] Fakat şunu da belirtmek gerekir ki, Lekesiz’e göre batılı nazariyatı kabul etmek oryantalist olmayı da kabul etmekle eşdeğerdir. Bu manada o, yerli sanat nazariyatçısının neden Şia değil de Ehlisünnet neden Eş’ari değil de Mâturudi veya Mutezile olduğunu önemseyip önemsememek sorusuyla kişiyi muhatap kılıyor. Çünkü Lekesiz’e göre “Şii” bir anlayışla ortaya konan mimari ile Ehlisünnet anlayış ile ortaya konulan mimaride de bir nazariyat farkı vardır. [57] 

Lekesiz, Frithjof Schuon’un “ışık olgusu”ndan hareketle bu olgunun doğu ve batı sanatlarının ayrı bir olgu olduğunu ortaya koyduğunu ve İslam medeniyetinin de doğuda neşvu nema bulduğunu belirtir. Bunu ise şu betimlemeyle açıklamaya çalışır:

“Yoğun ışık, nesneleri tüm boyutları ile görmemizi sağlamakla kalmaz, ışığın farklı halleri, yansımaları içinde o nesneleri kimi görsel oyunlarımıza da açık hale getirir. Serabın sadece çölde görüldüğünü hatırlarsak, yoğun ışıkta yaşayan insanların hayal güçlerinin daha çok geliş olabileceğine hükmedebiliriz. Öte yandan, yoğun olmayan ışığınsa nesnelerin görünürlüğünü yüzleriyle sınırlandırdığını, görünmeyen yüzleriyle nesnelerin ötesine (yani karanlıktaki kısmına) bir korku unsuru yüklediğini düşünebiliriz. Batı sanatındaki gerçeklik saplantılı tasvir merakını görünmeyeni görme kaygısına bağlayacağımız gibi, özleri itibariyle karanlık olan vampir, şeytan temalı anlatımları da yine aynı kavrayışa yorabiliriz.”[58]

Lekesiz, Doğu’dan gelen yoğun ışığın var olanı ziyadesiyle gösterdiği, çölde serap varken ışığın kendisini bu denli fazlaca hissettirdiği gerçeğinden hareketle, yoğun olmayan ışığın nesnelerin görünürlüğünü yüzleriyle sınırlandırmakta diyerek, batının yaptıkları heykellerde neden mükemmeliyetçi bir suret çizme kaygısı taşıdıklarını da açık olarak ortaya koymaktadır. Çünkü Lekesiz‘in dediği gibi bu, her ne kadar bir aforizma da olsa hakikate bakan yönüyle nesnelerin görünürlüğünü mümkün kılmak için suret objesiyle sınırlı bir mükemmeliyet ortaya koyma çabasından fazlası değildir.

 IX.

Lekesiz’e göre batılı sanat anlayışı bizim teatilerimize uygun değildir. Bu bağlamda da sanat anlamında batılı bir figürü bazı göstergeler uyum sağlıyor diye bizdeki bazı figürlere benzetmemizi doğru bulmaz. Bunu hem taklidin taklidi hem de “bir kediyi, onun kadar küçük diye bir çocuğu, bir aslanı da ona çok benziyor diye bir kediyi sever gibi sevemeyiz. Üçünün de hakikati farklıdır ve hakikat, bir şeye tabiatı üzere bilmek ve ona o bilgi gereğince davranmaktır.”[59] diyerek her mevcudun kendi âmili ve dinamikleri olduğu için bu ve buna benzer minvallerde bilimsel platformlarda farklı kuramlara sahip şahsiyetleri aynı ideolocya içerisine almayı doğru kabul etmez. Batılı sanatkârın vermek istediği mesajın bizim künhümüzde başka bir iraba çıktığını, bu nedenle bizim yaptığımızın sanat değil taklit olduğunu söyler. Taklidin nedeni olarak da Müslüman kimliğimiz üzerinden var olma çabamızın bizde beğenilir olma, fark edilir olmayı öne çıkarması olarak ifade eder. Bunun da farklar arasındaki farkı düşünmeyi ertelememize neden olduğunu ve dolayısı ile bir hayalin penceresi olan resim, musiki, mimariyle aramızdaki bağın kendimize bakmaktan kaybolduğunu ve çok zamanlar önce gelmemiz gereken sanat mecrasına bu yüzden gelemediğimizi belirtir. Bugünden sonra ise yeniden bir inşanın zor olduğu kanısındadır. Fakat Ömer Lekesiz bütün bu bütüncül düşüncelerine rağmen bu duruma bir nizam getirilecekse şayet, bunun ancak dil ile olacağını salık verir. Kendisinin edebi sanat üzerinden sürekli bir çıkarım ortaya koyması da yani çıkış yolunu da yine edebiyatın bir dalı olan kelimelerle başlanması gerektiğini bize hatırlatır. Belki de bu, kendisinin de bu fikre yönelmesine neden olan o taklidin reddi neticesinde tutunacağı tek dal olan edebiyat kaldığı içindir.

X.

Onun öngördüğü sanat kuramının başını Dil’in[60] çekmesinde, kendisinin aynı zamanda edebiyat eleştirmeni olmasının da etkisi vardır. Lekesiz’in bilinçli ya da bilinçsiz, sanatın hangi türü olursa olsun öncelikle yazınsal bir tema oluşturup, onun üzerine metafizik bir denklem ile sanat nazariyesi inşa etmeye çalışması, onun, her sanat disiplininin bir “İslami dil terminolojisi olması gerektiği” üzerindeki ısrarıyla aynıdır. Bu aynı zamanda kendisinin durduğu ana sabite olan dini kaygılarıyla da ilişkili bir durumdur. Çünkü o, sanata ilişkin düşünceleri inancına bağlı bir sabite üzerinden serdetmektedir. Bunu yaparken batıyla kavga etmez, yer yer ondan aldığı ilhamla metafizik bir kurgu içerisinde kendi yerelinin nasıl evrensel olabileceği üzerinde birtakım çıkarımlarda bulunur.  Bir başka deyişle Platon’u İbn-i Arabi’ye “boğdurmaz.”

Kaynakça:

Afşar, Timuçin, “Düşünce Tarihi”, BDS Yayınları, İstanbul, 1992.

Ali Utku, “Ludwig, Wittgenstein, Erken Döneminde Dilin Sınırları ve Felsefesi”, Doğu Batı Yayınları, 2014.

 Arda, Denke, “İlkçağ Doğa Felsefeleri”, İkinci Bsk. Özne Yayınları, İstanbul, 1998.

Beatrice Lenoir, “Sanat Yapıtı”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003.

Yıldırım, Delice, Didem, “Estetik Bir Yargı Olarak Güzel”, Ankara Üni, dtcf Dergisi. Sy, 43.

Ebû Hayyân et-Tevhîdî, “el-Mukābesât”, Tenkid: Muhammed Tevfik Hüseyin, el-Mubaa, Bağdat, 1970.

Günel, Gözde,  “Sanatta Estetik Kaygı”, Acemi Dergisi, s.3. y. 2015.

Heinz Heimsoeth, “Immanuel Kant’ın Felsefesi”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986.

Şimşek, İsmail, “Antikçağdan Alman İdealizmine; Estetik Bir Değer Olarak Güzellik”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sy: 4, Erzurum 2014.

Tunalı, İsmail, “Sanat Ontolojisi”, Önsöz, İnkılap Yayınları. 1. Baskı. 1971.

Tunalı, İsmail, “Estetik”, Cem Yayınevi, İstanbul, 1984.

Doğan, Mehmet, “Doğan Sözlük”, Pınar Yayınları, 22. Baskı. 2011. s. 1007.

Çağrıcı, Mustafa, Türkiye Diyanet Ansiklopedisi, “Ahenk”, C: I. Y: 1988.

Bozkurt, Nejat, “Sanat ve Estetik Kuramları”, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1995.

Lekesiz, Ömer “Sanat Bizim neyimize?”, Profil yayınları, 1. Baskı, 2013.

Lekesiz, Ömer 3. İslam Sanatları Paneli, 3. Oturum, “Sanat Üzerine” İstanbul, 2014.

Lekesiz, Ömer, “Sanat Ve”, Şule Yayınları, İstanbul, 2017.

Arslan, Rumiye, Mehmet, Yapıcı, “Sanat Yapıtında Psikolojik Obje Üzerine Hermeneutik Bir Analiz: Ressam Gülbin Zeren Örneği”, ULAKBİLGE, 2014, Cilt 2, Sy 4.

Nursi, Said, Bediüzzaman, “Risale-i Nur”, Envar Neşriyat, İstanbul, Bsk. 2014.

Greacmiss, Soulman, “Me and Art”(Ben ve Sanat) Çev: Ali Paksoy, Yedi Yıldız Yayınları, İstanbul, 2017.

Sami, Şemsettin, “Kamus-i Türkî”, Yeditepe Yayınevi, 2016.

Kavuran, Tamer, Dede, Bayram Platon Ve Aristoteles’in Sanat Etiği, Estetik Kavramı Ve Yansımaları”, Sanat Dergisi, Sy.23.

Eco, Umberto Güzelliğin Tarihçesi, Doğan Kitap, 2006.

Vehbi Büyür, “Türk Sanat Derneği Dergisi” sy. 8.

Closseng, Werner, “Is art the truth?”(Sanat mı Hakikat mi?) Çev. Merve Kurt,  Türk Edebiyatı Dergisi, sy. 422.

“Doğu Batı’nın Estetik Algısında Benzerlikler ve Farklılıklar”, http://www.tded.org.tr/dogu-ve-batinin-estetik-algisinda-benzerlikler-ve-farkliliklar-s-merve-ilbak

http://blog.milliyet.com.tr/georg-wilhelm-friedrich-hegel-in-guzellik-anlayisi/Blog/?BlogNo=363855

Yeni Şafak Gazetesi.

 


[1] İsmail Tunalı, “Sanat Ontolojisi”, Önsöz, İnkılap Yayınları. 1. Baskı. 1971.

[2] Soulman, Greacmiss, “Me and Art”(Ben ve Sanat) Çev: Ali Paksoy, Yedi Yıldız Yayınları, İstanbul, 2017. s. 112.

[3] Tamer Kavuran, Bayram Dede, Platon Ve Aristoteles’in Sanat Etiği, Estetik Kavramı Ve Yansımaları”, Sanat Dergisi, Sy.23, s. 47.

[4] Kavuran, a.g.e. s. 56-57.

[5] İsmail Tunalı, “Estetik”, Cem Yayınevi, İstanbul, 1984. s. 314.

[6] Beatrice Lenoir, “Sanat Yapıtı”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003. s. 93.

[7] Mehmet, Doğan, “Doğan Sözlük”, Pınar Yayınları, 22. Baskı. 2011. s. 1007.

[8] Şemsettin Sami, Kamus-i Türkî, Yeditepe Yayınevi, 2016.

[9] Kant’ın doğaya atfederek tanımladığı sanat anlayışı, doğa ve sanat yapıtlarındaki güzellik değildir. “Onun asıl ilgi alanı insanın sahip olduğu güzellik ve yücelik duygusunun düşünce bakımından yapısıdır.”(Heinz Heimsoeth, Immanuel Kant’ın Felsefesi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1986, S. 166.) Bu yüzden doğal sanat dediği anlayıştan İslami sanat kavramındaki gibi var olan bir güzelliğin ortaya çıkması şeklinde algılanmamalı.

[10] Ayet kelimesinin anlamlarından biri de “işaret”dir. Lekesiz, kendisi de bir işaret olan ayetin, hat sanatının kendi yazınsal disiplini içerisinde belirli bir forma bürünmesini de yine işaretin işaretlenmesi olarak tanımlamaktadır.

[11] Ömer Lekesiz, “Sanat      Bizim neyimize?”, Profil yayınları, 1. Baskı, 2013. s. 9.

[12] Ebû Hayyân et-Tevhîdî, “el-Mukābesât”, Tenkid: Muhammed Tevfik Hüseyin, el-Mubaa, Bağdat, 1970. s. 41.

[13] Ömer, Lekesiz, “Sanat Bizim Neyimize?”, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2013, s. 9.

[14] Lekesiz, a.g.e. s. 10.

[15] Nejat Bozkurt, “Sanat ve Estetik Kuramları”, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1995. s. 130.

[16] Sözcüğün kökeni de zaten bu yönelimi göstermektedir. “Sanat sözcüğü Aisthanesthai (duymak, algılamak), aisthesisi (duygu, duyum) sözcüklerinden gelmektedir” (Dogan,1998: 15).Didem, Yıldırım, Delice, “Estetik Bir Yargı Olarak Güzel”, Giriş. Ankara Üni, dtcf Dergisi. Sayı. 43.

[17] Lekesiz, a.g.e. s. 11.

[18] Said Nursi, Bediüzzaman, “Risale-i Nur”, Envar Neşriyat, Bsk. 2014. İstanbul, 18. Söz, 2. Nokta. s. 232.

[19] Lekesiz, a.g.e. 78.

[20] Ali Utku, “Ludwig, Wittgenstein, Erken Döneminde Dilin Sınırları ve Felsefesi”, Doğu Batı Yayınları, 2014. s. 148.

[21] Ömer Lekesiz, “Sanat Ve”, Şule Yayınları, s. 9, İstanbul, 2017.

[22] Yeni şafak, “Ontolojik Sanat ve Estetik”, 11 Eylül, 2015, Cuma.

[23] Lekesiz, a.g.e. s. 10.

[24] Kant, duyu ve duyguların sanatın asli özgesi olduğunu söyler.

[25] Sanat kavramının kurucularından kabul edilen Platon, sanatla ilgili olarak; “aklın sürekli değişen duyular karşısında kalıcı olduğunu bu yüzden de sanat kavramını asıl gerçeklikler gerçek gerçeklikler dünyası diye belirlediği aşkın dünyasına ait olduğu ve bu dünyayı o gerçekliğin bir yansıması, gölgeler dünyası olarak belirtir. Böylece görüneni görünmeyenle açıklar. (Afşar, Timuçin, “Düşünce Tarihi”, BDS Yayınları, İstanbul, 1992, s. 136.) Diyerek, Lekesiz ‘in salt olarak kast ettiği metafizik gerçeklikle uyum sağlar.

[26] Lekesiz, a.g.e. s. 11.

[27] Lekesiz, a.g.e. s.79.

[28] Lekesiz, a.g.e. s. 48.

[29] Lekesiz, a.g.e. s. 25, 26.

[30] S. Merve İlbak, “Doğu Batı’nın Estetik Algısında Benzerlikler ve Farklılıklar”, http://www.tded.org.tr/dogu-ve-batinin-estetik-algisinda-benzerlikler-ve-farkliliklar-s-merve-ilbak

[31] Lekesiz, a.g.e. s. 58, 59.

[32] Arda Denkel, İlkçağ Doğa Felsefeleri, İkinci Basım, Özne Yayınları, İstanbul, 1998, s.70.

[33] Kur’an göre duyumsamak, kulak ve göz ile yapılan bir eylem değil kalp ile yapılan bir eylemdir. Bu yüzden Hac suresinde 46. Ayetinde şu ifade yer alır: “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun?” Lekesiz’e göre bu duyumsama tamamen kalbe gelen ilhamdır.( Lekesiz, a.g.e. s. 83.)

[34] Kavuran, a.g.e. s. 53.

[35] Eşyada ve insanda öncelikle hikmeti önceleyen varoluş hakikatini gerçek sanatkâr olan Allah’ın ezeli ve ebedi ilminde gizli olduğu bu yüzden insanın kavradıkları sadece aks eden kadar olduğu bilgisi ile hareket etme eğilimindeki düşünce sistemi…

[36] Werner Closseng, “Is art the truth?”(Sanat mı Hakikat mi?) Çev. Merve Kurt,  Türk Edebiyatı Dergisi, sy. 422. s. 21.

[37] Vehbi Büyür, “Türk Sanat Derneği Dergisi” sy. 8. S. 33

[38] Ömer Lekesiz, 3. İslam Sanatları Paneli, 3. Oturum, “Sanat Üzerine” İstanbul, 2014. (21.10.2014)

[39]Sanat, hâle bağlı olmak bakımından fizikten önce metafizikle ilişkilidir ki, metafizik olanın içten nasıl yansıdığını, nasıl bir gönül toprağından ya da mizaçla bağlantılı olarak a'yan-ı sabiteden neş'et ettiğini dile dökmek, yazıyla sûretlendirmek oldukça zordur.” (Yeni şafak, 01 Kasım, 2015, Pazar)

[40] Rumiye Arslan, Mehmet, Yapıcı, “Sanat Yapıtında Psikolojik Obje Üzerine Hermeneutik Bir Analiz: Ressam Gülbin Zeren Örneği”, ULAKBİLGE, 2014, Cilt 2, Sayı 4.

[41] Büyür, a.g.e. s. 35.

[42] Mustafa Çağrıcı, Türkiye Diyanet Ansiklopedisi, “Ahenk”, Y. 1988, C. 1,  S. 515-516.

[43] Lekesiz, iddiasına sav olarak şu ayeti referans verir: “Gerçekten biz her şeyi bir ölçüde ve dengede yarattık.” (Kamer, 54/49)

[44]Hikmet’(e erişmek) örneğin çiçek arı ve bal ilişkisinde zihnimizin kavrayamadığı, dolayısıyla bu kavrayamayışın idrakimizde neden olduğu bir tür çukurlara, yarığa benzeyen hususları (boşlukları) düzler. Ahenk ise bu düzleyişteki armoniyi (meta-estetiği) teşkil eder. “(Ömer, Lekesiz, “Sanat Ve”, Şule Yayınları, s. 64. İstanbul, 2017.)

[45] Gözde Günel, “Sanatta Estetik Kaygı”, Acemi Dergisi, s.3. y. 2015. s. 22.

[46] İsmail Şimşek, “Antikçağdan Alman İdealizmine; Estetik Bir Değer Olarak Güzellik”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sy: 4, Erzurum 2014.

[47] Lekesiz, a.g.e. s. 68.

[48] “Doğu Batı’nın Estetik Algısında Benzerlikler ve Farklılıklar”, http://www.tded.org.tr/dogu-ve-batinin-estetik-algisinda-benzerlikler-ve-farkliliklar-s-merve-ilbak

[49] Umberto Eco, Güzelliğin Tarihçesi, Doğan Kitap, 2006, s.37

[50] http://www.tded.org.tr/dogu-ve-batinin-estetik-algisinda-benzerlikler-ve-farkliliklar-s-merve-ilbak

[51] İsmail, Şimşek, a.g.e. s. 333.

[52] http://blog.milliyet.com.tr/georg-wilhelm-friedrich-hegel-in-guzellik-anlayisi/Blog/?BlogNo=363855

[53] Lekesiz, a.g.e. s. 67

[54] Didem Yıldırım Delice, “Estetik Bir Yargı Olarak Güzel”, Ankara Üni., Dtcf Dergisi. Sayı. 43.

[55]  Yeni şafak Gazetesi, “Tecelli ve Sanat”, 28 Ocak 2018, Pazar.

[56] Lekesiz, a.g.e. s. 29.

[57] Yeni şafak, “Kurgu ve Kurgu Sanatı”, 27 Eylül, 2015, Pazar.

[58] Lekesiz, a.g.e. s. 28.

[59] Yeni şafak, 01 Ocak, “Sanat ve Kurgu”, 2018, Pazar.

[60] Nitekim eserlerinde herhangi bir konuyu ele alırken öncelikle her defasında o konuyla ilgili kelimenin etimolojik yapısı üzerinden bir tahlile gitmesi bunun bir göstergesi olsa gerektir. Tüm bu etimolojik yaklaşımlarını “Sanat Bizim Neyimize, Sanat Ve, Sevgili’nin Evi adlı eserlerinde ve sair yerlerdeki vermiş olduğu konferans panel ve gazete yazılarında görmekteyiz. (Burada aynı zamanda her sanat disiplinin kendine özgü dili de kast edilmektedir. Örneğin “Mimari’nin Dili” gibi…)

Bu haber toplam 2369 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim