• İstanbul 18 °C
  • Ankara 24 °C

Prof. Dr. Nâzım H. Polat: Edebiyat Tarihçiliği ve Prof. Dr. M. Orhan Okay

Prof. Dr. Nâzım H. Polat: Edebiyat Tarihçiliği ve Prof. Dr. M. Orhan Okay
TYB Akademi 22 / Orhan Okay / Ocak 2018

Edebiyat tarihi, edebiyat biliminin okyanusudur. Bütün suların göllere, denizlere, denizlerin okyanuslara akması gibi edebiyat alanında yapılan ve yapılabilecek olan bütün çalışmalar, en sonunda, iyi bir edebiyat tarihine ulaşmak içindir. Bu itibarla bütün edebiyat tarihçilerinin (Banarlı’nın Resimli Türk Edebiyatı Tarihi’ni, Akyüz’ün Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri’ni veya Kocatürk’ün Büyük Türk Edebiyatı Tarihi’ni bazı bahislerini özetleyen nevhevesler dışında) çeşitli alanlarda gezinip belli bir kıvama geldikten sonra edebiyat tarihine yönelmeleri adeta bir kader çizgisidir. Çünkü bu alan diğer bütün edebiyat faaliyetlerinden daha fazla birikim gerektirmektedir. Hemen ifade etmeliyiz ki “edebiyat faaliyeti” derken hem şiir, hikâye vb. edebî metin yazarlığını hem de makale, fikir yazısı, edebiyat meseleleri üzerine eleştirel yazıların tamamını kastediyoruz.

Abdulhalim Memduh, dört eserinin ikisini edebiyat tarihinden (Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye) önce yazmıştı. Son eseri Edmond Fazi ile birlikte hazırladığı Antologie de L’amour Ture (Türk Aşk Şiirleri Antolojisi) de edebiyat tarihçiliği anlayışıyla kaleme alınmıştı. Şahabettin Süleyman bütün edebî nesir türlerinde rüştünü ispatladıktan, sözü dinlenir bir eleştirmen olarak Fecr-i Ati’nin kuruluşuna da önderlik ettikten sonra edebiyat tarihi (Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye) yazdı. En olgun eseri de Fuat Köprülü ile birlikte yayımladığı Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı (1914) oldu. Köprülü de 1912’de bu alana adım atarken Fecr-i Ati sanat anlayışını -özellikle şiir ve eleştiri dallarında- temsil edenlerdendi; daha sonraki yıllarda da hep edebiyat tarihi yolunda yürüdü. İbrahim Nemci Dilmen İkinci Meşrutiyet’in başlarından beri hatırı sayılır bir şairdi, münekkitti. Mensur şiir de yazardı. Ama Tarih-i Edebiyat Dersleri’ni ancak 1922, 1925 yıllarında yayımladı.

İsmail Hikmet Ertaylan Azerbaycan Edebiyat Tarihi’nden (1926) önce XIX. yüzyıldan II. Meşrutiyet Devri’nin sonlarına kadar olan dönemin edebî şahsiyetlerini mihver alan bir eser yazmıştı. Türk Edebiyatı Tarihi gibi iddialı bir isim taşıyan bu kitaptan önce şiir, hikâye, roman ve piyes türlerinde birer kitabı bulunuyordu. Hıfzı Tevfik Gönensay daha 1914’te (Şahabettin Süleyman’ın adlandırmasıyla) Nayiler grubunun önemli bir şairi idi, denemeleri ve eleştirileri de vardı.

İsmail Habip Sevük; edebiyat tarihçiliğine adım atmadan önce altı yıl gazetecilik yaptı, bu türden kültürel mesele hakkında yazılar yazdı. Ahmet Hamdi Tanpınar, ilk şiirini yayımladığı 1920’den itibaren yirmi dokuz yıl şiir, hikâye, roman, denem ve edebiyat üzerine makaleler yazarak kozasını ördü, 1949’da 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ni yayımladı. Mustafa Nihat Özön, Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı’nı (1930) hazırlamadan önce 10 yıl hikâye, şiir, tiyatro ve edebiyat eleştirileri yazarak bir hazırlık devresi yaşadı.

Agâh Sırrı Levend, gazetecilikle başladığı yazı hayatını hikâye ve romanla devam ettirmiş, eleştiri alanındaki gayretlerinden sonra, liseler için hazırladığı Edebiyat Tarihi Dersleri (1. C. 1932, 2. C. 1934, 3. C. 1937) ile asıl alanını seçti ve ömrünün sonraki kısmını, Türkçenin bütün birikimini değerlendirecek bir edebiyat tarihi yazma hazırlığıyla yaşadı. Ne yazık ki planladığı büyük eserin yalnızca yöntem ve kaynaklar cildini yazabildi (Türk Edebiyatı Tarihi, 1. C. Giriş, 1973).

Benzer şeyleri Nihat Sami Banarlı ve Ahmet Kabaklı için de söylemek mümkündür.

Prof. Dr. M. Orhan Okay ise doğrudan edebiyat tarihi adlı veya sıfatlı bir kitap yazmadı. Fakat 1953’te “İfadenin Masumiyeti” (Türk Sanatı, sayı: 7 Nisan 1953, s. 5) denemesiyle başlayan yazı faaliyeti, ömrünün sonuna kadar devam etti. Söz konusu birikimin işaret taşları olarak Prof. Dr. M. Orhan Okay’ın edebiyat tarihi ve edebiyat tarihçiliği konusundaki görüşlerini bulabileceğimiz metinler şunlardır.

  1. “Edebiyat Tarihi”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 10, İstanbul 1994, s. 403-405.
  2. “Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, C. II, İstanbul 1998, s. 69-94, IRCICA yay. (Aynı yazının İngilizcesi: History of the Otoman State, Society and Civilization, C. II, s. 89-124, IRCICA yay.  
  3. “Batılılaşma Devri Fikir Hayatı Üzerine Bir Deneme”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, C. II, İstanbul 1998, s. 195-239, IRCICA Yay. (Aynı yazının İngilizcesi: History of the Otoman State, Society and Civilization, c. II, s. 125-162, IRCICA Yay.).
  4. “Cumhuriyet Devri Edebiyatı Üzerine Bazı Dikkatler”, Yeni Türkiye, sayı: 23-24: Türkiye Cumhuriyeti Özel Sayısı, c. III, Eylûl-Ekim1998, s. 2891-97.
  5. “Osmanlı Devleti’nin Yenileşme Döneminde Türk Edebiyatı”, Türkler, C. XV, Ank. 2002, s. 167-80, Yeni Türkiye yay. (Aynı yazının İngilizcesi: “Turkish literature in the Restoration period of the Otoman State”, The Turks, Ankara, s. 735-748).
  6. “Osmanlı Edebiyatında Batılılaşma”, Osmanlı Medeniyeti: Siyaset. İktisat. Sanat (haz. Coşkun Çakır), İstanbul 2005, s.243-58.
  7. “Edebiyat Tarihçiliğinde Usûl: Edebiyat Tarihlerinin ve Türk Edebiyatı Tarihinin Sınıflandırılması Meselesi”, Şinasi Tekin Anısına Uygurlardan Osmanlıya, İstanbul 2005, s. 637-46.
  8. “Edebî Eserden Zevk Almayan Bir Edebiyat Tarihçisi Düşünülebilir Mi?” (Mülakat: M. Selim Gökçe), Türk Edebiyatı, sayı: 387, Ocak 2006, s. 4-11.
  9. “Orhan Okay’la Türk Edebiyatı Tarihi Üzerine” (Mülakat: Neslihan Demirci), Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi (Yeni Türk Edebiyatı Tarihi-I), C. 4, sayı: 8, 2006, s. 351-359.
  10. “Abdülhalim Memduh’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a Edebiyat Tarihlerinde Yenileşmenin Sınırları”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, IV/8, 2006, s. 9-21.
  11. “Köprülü Mektebinin Son Temsilcisi: Ömer Faruk Akün”, Türklük Bilimi Araştırmaları, 2006, sayı: 19, s. 75-80.
  12. “Yeni Türk Edebiyatının Osmanlı Dönemi Araştırmaları Üzerine: Tespitler, Problemler ve Teklifler”, Dünden Bugüne Osmanlı Araştırmaları, İstanbul 2007, s. 119-25, İSAM Yay.
  13. “Biyografi, Tarihin Üvey Evladıdır” (Mülakat: Nilay Altunay), Türk Edebiyatı, sayı: 438, Nisan 2010, s. 4-12.

Bu yazı faaliyetlerinin tarihlerine dikkat edince Prof. Dr. Okay’ın doğrudan edebiyat tarihçiliği özellikle yöntem ile ilgili yazılarının 2005 sonrasına ait olduğu görülür. 1953’ten itibaren yazmaya hiç ara vermemiş bir bilim adamı için aradaki 52 yıl çok anlamlıdır. Daha akademik hayatının başlarında edebiyat tarihi yazdığını, yazabileceğini sananların bulunduğu günümüzde Okay’ın, pek az kimsenin elde edebileceği bir birikimden sonra edebiyat tarihçiliğine yönelmesi uygulamalı bir derstir.

Ancak Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı (Dergâh Yay., İstanbul 2005, 270 s.) Okay’ın tevazu yüklü tanımlamasıyla “…bir dönemin edebiyat tarihi olmak iddiasında değildir. Bununla beraber yer yer bir edebiyat tarihi özeti sayılabilecek bahisler vardır.” Yazarın “Kitaba esas olan dönemin edebiyatı ile ilgili” yazılarının bir araya getirilerek yer yer aralarında irtibat kurulması Batılılaşma Devri Türk Edebiyatının genel manzarasını ortaya çıkarmıştır (Sunuş, s.6).

En başından bugüne, bir bilim dalı olarak edebiyat tarihçiliğinin en önemli meseleleri

a. Edebî esere yaklaşımda nesnellik-öznellik (objektiflik-subjektiflik),

b. Bazı bilim alanları ve sanat dalları ile ilişkiler,

c. Bilimin gereği olarak edebî faaliyetleri sınıflandırma

olarak görülmektedir.

52 yıllık birikimle, dünyadaki belli başlı edebiyat tarihi anlayışlarını ve Türkiye’de yayımlanmış edebiyat tarihlerini inceleyen Prof. Dr. Okay, konuyla ilgili görüşlerini özetin özeti bir yoğunlukla Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı kitabının “Sunuş”unda vermektedir.

Bilimle uğraşan herkes için ideal davranış tarzı, keyfî hükümler vermemektir. Fakat malzemesi kadavra olanla kurgu ürünü duygusal metinler üzerinde çalışan kimsenin şahsî zevkini hükümlerine yansıtma ölçüsü aynı olamaz. Prof. Dr. Okay’ın konuyla ilgili kanaatlerine dair birkaç cümle alalım:

Sanat tarihi dediğimiz bilim ve araştırma alanı, diğer bilim alanlarına, özellikle pozitif alanlara göre büyük farklılık gösterir. Genel olarak bilim alanlarında araştırıcının davranışı için şart koşulan ortak özellikler, sağlam bilgi verilerine dayanmak, objektif/tarafsız kalmak, genel ve kesin yargılara ulaşmak vb.dir. Tarih, ekonomi, sosyoloji, hukuk gibi sosyal bilim alanlarında nisbî bir sapma gösteren bu özellikler, sanat alanlarına geçtikçe, objektif değerlerden çok sübjektif hükümlere doğru kayar. Çünkü zihnin/aklın fonksiyonlarına dayanan matematik; maddenin, bedenin ve canlı organizmanın incelenmesi alanları olan fizik, kimya, biyoloji gibi alanlara kıyasla, insanın ruhî fonksiyonlarının yine insan tarafından değerlendirilmesi olan sosyal ve psikolojik bilimlere dayanan alanlarda tek ve değişmeyen gerçeklere ulaşılmasının ne dereceye kadar mümkün olabileceği her zaman tartışma konusudur. Kaldı ki sanat tarihi dediğimiz alan da, daha çok maddî plandaki sanattan esas almıştır. Bugün sanat tarihi denildiğinde daha çok sadece mimârî, heykel, resim gibi plastik veya bunların uzantıları olan dekoratif sanatlar akla gelmekte ve öyle kabul edilmektedir. Farklı özellikler gösteren musiki ve edebiyat için ayrıca ve sanat tarihinin dışında musiki tarihi, edebiyat tarihi terimleri kullanılmaktadır. Bu alanlarda verilecek değer yargıları, alanların kaynağına bağlı olarak, nisbî ve izafi bir sübjektiflik göstermeğe adeta mahkûm gibidir. Araştırıcının, araştırma sırasında, olabildiği kadar objektif / tarafsız davranması gerekse de.” (s.5).

Yani objektif olmak amaçtır ama az-çok sübjektif düşmek, kaçınılmaz bir sonuçtur. Bunun sebeplerinden biri uğraşılan malzemenin hissi olması ise diğeri de bu malzemenin yer yer toplumsal meselelere dair insan davranışlarını yansıtmasıdır. Ama bazıları, eldeki malzemeye toplumsal meseleler açısından değil de yalnızca edebiyatın kendi iç meseleleri açısından bakmakla işin içinden çıkılabileceğini düşünmüşlerdir. Ne var ki izahında zorluk çekilmeyen bu görüş, edebiyat tarihi yazarken daha tek cümlelik yorumda yara alır. Çünkü Okay’ın ifadesiyle:

“(…) benimseyeceğimiz, karar vereceğimiz bir metoda ve sisteme göre şu veya bu şekilde zamanı da baz olarak alıp malzemenin tasnifi, gruplandırılması ve değerlendirilmesi demektir. Böylece edebiyat tarihi, alelâde tarih olmaktan çıkıp edebî şahsiyetlerin, edebiyat okullarının, gruplarının, edebî türlerin ve eserlerin tarihi haline gelir.

Edebiyat tarihinde, bu tarih nosyonu dışında, bir de edebî eserin incelenmesi, tahlili ve değerlendirilmesi bahis konusudur. Burada da, geçmişten günümüze kadar, belirli veya itibarî gruplara ayırarak bu eserlerin sayısını azaltmak mümkünse de edebî metinlerin inceleme ve tahlilinin pek çok metodu olduğu, hatta belki paradoks gibi görünse de, her edebî metnin kendine mahsus ayrı bir tahlil metodu bulunduğunu söylemek yanlış değildir. Bu görüşlerin ışığında edebiyat tarihi hem edebî metinlerin tahlil metodunu, hem de tarih ilminin metodlarını dikkate alan komplike bir çalışma alanı olacaktır. Edebiyat tarihi multi-disipliner bir araştırma alanıdır. Belki her bilim alanı için bahis konusu olacak komşu alanlarla ilişki, en çok edebiyat tarihi için bahis konusu olmalıdır. Edebiyat tarihine en yakın bilim alanı tarihtir. Ferdin, sosyal çevreden kopması mümkün olmadığına göre, sanatkâr olarak edebiyatçı dediğimiz insanın, dolayısıyla eserinin de, asgarî seviyede bile olsa tarihî ve siyasi bir zeminde düşünülmesi tabiidir. Nitekim bir takım tarihî ve sosyal vâkıaların izahında da edebî eserlere başvurulması, bu eserleri yerine göre birer belge olarak düşünen tarihçi için de vazgeçilmez olmaktadır. Siyasi meselelerle en ilgisiz görünen bir edebiyatçı bile eserinde, içinde yaşadığı devrin, tarihî olayların şahididir. Bu sebeple tek bir edebî eserin incelenmesinde onu çerçeveleyen sosyal yapıdan ayıklamak, belki bir metoda göre gerekli yahut zaruri olsa bile, bir edebî şahsiyetin, edebiyat grup ve okullarının, edebî türlerin sadece bu metodla ele alınıp anlaşılması, değerlendirilmesi mümkün ve doğru değildir.” (“Sunuş”, s.7).

Konunun devamı olan birkaç cümlesini de Okay’ın aynı eserindeki “Edebiyat Tarihlerinin ve Türk Edebiyatı Tarihlerinin Kategorileri” (s. 209) başlıklı kısmından alalım:

Edebiyatın -araştırma ve bilim alanı olan edebiyat tarihçiliği de, amacı ne derecede objektif kalmak olursa olsun, yazarının bağlı olduğu dünya görüşüne, felsefesine ve ortaya koyacağı eserdeki maksadına göre sübjektif yönleri bulunan bir alandır. Tek bir edebî esere ve bir edebi şahsiyete bakış açılarının değişmesiyle değer yargılarının da değişeceğini gösteren yığınla örnek dururken edebiyat tarihçiliğinden (dolayısıyla tenkitçiliğinden) tarafsız değilse bile mutlak objektif, pozititivist bir davranış beklenmesi mümkün değildir. İlimlerde sınıflamanın mutlak ve değişmez bir formülü, yapısı yoktur. Bu ameliye, sınıflamayı yapanın beklentisine göre farklı olabileceği gibi konu ile ilgili bilgiler genişledikçe de tasnifler yapılabilir. Bununla beraber matematik gibi aklın prensiplerine ve zihnî muhakemeye dayanan alanlarda genellikle benimsenmiş tasnifler daha geçerli ve yaygındır. Somut varlıkları konu edinen ilim alanlarında (pozitif bilimlerde) de durum buna yakındır. Buna mukabil sosyal ve beşerî ilimler alanlarında sadece bilgilerin gelişmesiyle değil, konuya farklı açılardan bakan ilim adamlarının kabul veya teklifleriyle de değişik tasnifler ortaya çıkmaktadır. (s.210). Edebiyat tarihlerinin (…) bir takım felsefe sistemlerine ve teorilere bağlanışı, aynı zamanda konuların tasnifi meselesini de beraberinde getirmektedir. Böylece farklı edebiyat tarihleri sosyal ve tarihi olaylar; siyasî, dinî ve felsefî akımlar; edebî ekoller, edebiyat toplulukları, edebî türler, edebî eserler veya daha başka özellikler esas alınmak suretiyle birtakım bölümlere, bahislere ayrılmış olarak yazılmıştır. Yine de hepsinin ortak çatısı olarak “kronoloji”nin kaybolmadığını söylemek gerekir. Çünkü netice itibariyle edebiyat tarihi de bir tarihtir ve tarihin (siyasî tarihin olduğu kadar sanat tarihinin, musıki tarihinin, felsefe tarihinin, bilimler tarihinin vs) iskeleti kroriolojidir. Bu yüzden, belirttiğimiz değişik esaslar dahilinde dönemlerin tasnifinde, ya doğrudan doğruya takvime (asırlar) veya siyasî iktidarlara ve olaylara (hükümdarların dönemleri, ihtilâl, inkılap, meşrutiyet, cumhuriyet rejimleri vs.) yahut da edebî türlere, eserlere, şahsiyetlere bağlı olarak daima kronolojinin belli bir nispette de olsa ihmal edilmediği görülür. Kronolojiyi hiçbir surette dikkate almayan, meselâ yazarların veya eserlerin yahut edebî terimlerin, kavramların alfabetik veya sistematik sistemle düzenlendiği bir edebiyat ansiklopedisini ise edebiyat tarihi olarak düşünmek mümkün değildir.

Herhangi bir bahis örnek gösterilebilir ama konumuz Okay’ın edebiyat tarihçiliğine katkısı olduğu için örneği de bu alandan seçebiliriz. Yazarın “Edebiyat Tarihinde Usul: Edebiyat Tarihlerinin ve Türk Edebiyatı Tarihinin Sınıflandırılması Meselesi” başlıklı yazısı, ilk defa Şinasi Tekin’in Anısına: Uygurlardan Osmanlı’ya (Simurg Yay., İstanbul 2005, s. 637-646) adlı kitapta yayımlanmıştır. Söz konusu makale, küçük değişikliklerle Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı’nın “Türk Edebiyatının Yenileşme Dönemi İle İlgili Bazı Monografik Konular” bölümünde “Edebiyat Tarihi’ (s. 205-207) ve “Edebiyat Tarihlerinin ve Türk Edebiyatı Tarihinin Kategorileri” (s. 208-205) başlıklı kısımlarını oluşturmuştur. Ancak burada önemli bir uyarıda bulunmak gerekir: Daha önceki bir makalenin bu kitaba alınması oradan kesip buraya yapıştırması anlamına gelmez. Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı, edebiyat tarihi anlayışı içinde hazırlandığı için bu türün meseleleri bazı noktalarda, önemli ilavelerle anlatılmıştır. Bir örnekle yetinelim:

Prof. Dr. M. Orhan Okay; Edebiyat tarihçiliğinde “doğru” denen şeyin metinlerin okunması yanında bir de tarihe ve biyografiye dayanan bilgiler de olabileceğini geri kalanlar yorum yani az çok öznel değerlendirmeler ihtiva edebileceğini belirtti. Edebiyat tarihlerinde yapılan tasniflerin de öznel (subjektif) kanaatlerden ibaret bulunduğunu şöyle ifade eder:

“Siyasî olaylara, edebî topluluklara, ortak mizaçlara, üstad olarak bilinen kişilere, türlere hatta eserlerin teknik ve tematik yapılarına göre çok değişik tasnifler yapılabilir. Belli bir prensibe dayanan her ciddi teklif edebiyata ve edebî esere bir başka açıdan bakma imkânı sağlar. Unutulmamalıdır ki kişiler, devirler, olaylar, türler ve eserler arasında bir açıdan bakıldığında fark edilmeyen özellikler, bir başka açıdan dikkati çekebilir. Çocukların küp oyuncakları gibi, mevcut olanı yıkıp yeniden yaptığınız zaman ortada başka bir binanın yükseldiğini görürsünüz.” (s. 215).

Şinasi Tekin’in Anısına: Uygurlardan Osmanlıya kitabındaki sözü edilen makale burada biter. Fakat bu makale Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı’na alınırken tasniflerin kişisellik taşıyabileceğine dair şu dipnotu okuruz:

“Edebiyat tarihlerinin tasnif sisteminde ve özellikle bahislerin adlandırılmasında esası değiştirecek önemli ve yeni bir ölçü olmadığı takdirde, kabul görmüş ve alışılmış olanın dışına çıkmayı doğru bulmadığımı burada ifade etmeliyim. Örnek olmak üzere, yazarların davranışlarını dikkate alarak Tanzimat dönemini “Arayış”, II. Meşrutiyet’ten sonraki edebî hareketleri “Uyanış”, Millî Mücadele yılları ile Cumhuriyet’ten sonrasını ise “Kurtuluş” olarak tasnif edip adlandıran Agâh Sırrı Levend’in (“Türkçülük ve Millî Edebiyat”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1961, Ankara 1962, s. 147-206) ve Tanzimat’tan günümüze kadar gelen edebiyatı “Arayışlar Devri” olarak adlandıran Sadık Kemal Tural’ın tasnifleri, bir bakış açısını yansıtan tekliflerden ibarettir. Bu arada benim Tanzimat devri edebiyatının ikinci dönemi ile Edebiyat-ı Cedide’yi II. Abdülhamit Dönemi Edebiyatı adı altında birleştirmem de iddiası olmayan ve sadece üzerinde düşünülmesi gereken bir teklif olarak görülmelidir.” (s. 215)

Prof. Dr. Okay’ın bu mütevazılığı Tanpınar’ın tavrına çok benzemektedir. Ahmet Hamdi Tanpınar XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihinin bütününde, özellikle yorumlarında ve üslubunda yer yer sanatkarca bir dil kullanan ve epey subjektif değer yargılarında da bulunan Tanpınar; (…) Önsöz’de “Bazı hüküm ve kanaatlerinde fazla yeni” götürebileceğini düşünerek bir ilim adamı için kaçınılmaz bir prensibi de ihmal etmez: “Bu hüküm ve iddialar sadece tenkide arz edilmiş tekliflerdir” (s. 214).

Prof. Dr. M. Orhan Okay’ın “II. Abdülhamit Dönemi Edebiyatı terimini teklif ederken ne kadar tevazu ile davranırsa davransın, savunulması son derece kolay bir terimdir. Fuat Köprülü’den beri Türk edebiyatı ilk basamakta medeniyet dairelerine, ikinci basamakta toplumu topyekûn etkileyen, değiştiren siyasi olaylara yani yeni bir rejim getiren olaylara göre devirlere ve üçüncü basamakta da ilgili devirler edebî gruplaşmalara göre tasnif edilmektedir. Ancak birçok tasnif denemesinde, tasnifin medeniyet devirleri basamağı hep aynıdır (I. İslamiyet’ten Önce, II. İslam Medeniyeti Dairesi, III. Batı Medeniyeti Dairesindeki Türk Edebiyatı) Fakat III. medeniyet dairesi kendi arasında tasnif edilirken Tanzimat Edebiyatı ve Cumhuriyet Edebiyatı terimleri genel kabul gördüğü halde bunlar arasındaki süreç çoğunlukla kural yani usul dışına çıkılarak edebî gruplaşmalara “devir” adı verilerek tasnif yapıldığı görülmektedir: Servet-i Fünun Dönemi, Fecr-i Ati Devri, Millî Edebiyat Devri gibi… Bunların “devir” değil edebî anlayışlar, gruplaşmalar olduğu ayan-beyan ortadadır; öncesine Tanzimat sonrakine Cumhuriyet demekten bellidir. Bazıları yine bu iki devir arasında II. Meşrutiyet (bir kısmı Meşrutiyet demekle yetiniyor) dönemi olduğunu kabullenmektedir. Fakat II. Meşrutiyet ile Tanzimat arasındaki süreç inatla “Servet-i Fünun Devri” diye sorgulanmaksızın lisede öğrendiğini tekrarlamaktadır. Bazıları ise Sultan II. Abdülhamit’in tahta oturmasından Edebiyat-ı Cedide zümresinin teşekkülüne kadarki süre içinde gelişen edebiyata Tanzimat dönemindekinden ayrı bir iklimde (ferdiyetçi) fakat Edebiyat-ı Cedide Topluluğu’ndan da çok farklı olduğunu görünce “Tanzimat’ın İkinci Devresi” diye hiçbir mantıkla açıklaması bulunmayan bir isimlendirmeye sığınmaktadır. Bu çelişki, bu yanlış, bu yöntem tutarsızlığı nerden kaynaklanıyor?

Bazıları kullandığı terimin yerinde olup olmadığını sorgulama sorumluluğunu taşımamaktadır. Diğer bazı kimseler ise bir edebiyat devrini Sultan II. Abdülhamit’in adıyla anmaktan çekinmektedir. Halbuki 1876”dan II. Meşrutiyet’in ilanına kadar geçen yıllar her bakımdan bu padişahın damgasını taşımaktadır: Sıkı idare; kültür ve edebiyat hayatına apolitik yani siyasi renk taşıyan şeyleri görmezden gelen ama bol bol padişah methiyesi yaptıran bir ortam doğmuştur. “Tanzimat’ın İkinci Devresi” dedikleri ferdiyetçi (Ekrem-Hamit-Sezai vb grubu) yönelişin de Edebiyat-ı Cedidecilerin siyasî ima taşıyan şeylerden kaçınmasının da altındaki toplumsal zemin gerçeği budur. Bu sebeple edipler; edebiyatın iç meseleleriyle daha çok ilgilendikleri için etkisi uzun yıllar devam eden eserler yazabilmişlerdir. Makber, Mai ve Siyah, Eylül, Rübab-ı Şikeste vb… Esasen madalyonun düzüne, tersine bakmaya gerek yok. 1876-1908 arası Sultan II. Abdülhamit’in şahsiyetiyle doludur. Öyleyse bu itibarla edebî devrin adı, Sultan II. Abdülhamit Dönemi olmalıdır. Bu dikkat ve önerinin sahibi Prof. Dr. M. Orhan Okay’dır. Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı’nın bir bölümü (s. 129-142) “II. Abdülhamit Dönemi Edebiyatı”dır. Alt başlıkları yani bu devrin içindeki edebî gruplaşmalar ise şöyledir:

-Ekrem, Hamit, Sezai nesli

-Ara nesil

-Edebiyat-ı Cedide

“II. Abdülhamit Devri Türk Edebiyatı” terimi, Prof. Dr. M. Orhan Okay’ın Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı dışında bir de onun öğrencisi sıfatıyla Nazım H. Polat”ın editörlüğünde Anadolu Üniversitesi Açık öğretim Fakültesi için hazırlanan II. Abdülhamit Dönemi Türk Edebiyatı kitabında kullanılmıştır. Ancak bu kitapta yapılan açıklamadan anlaşılmaktadır ki bu kitap “Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı” dersinin devamı için hazırlanmıştır. Tanzimat Devri “I. Dönem” ve “II. Dönem” alışkanlığıyla yazıldığı için II. Abdülhamit Dönemi Türk Edebiyatı kitabında Ekrem-Hamit-Sezai nesline yer verilememiştir. Yazarın bir terimi teklif ederken bile gösterdiği tevazuu, şahsiyetindeki arınmış-durulmuşluğu, gerçek bilim adamlığının ağırbaşlılığını yansıtmaktadır. Ne kadar mahviyetkâr olursa olsun, Prof. Dr. M. Orhan Okay’ın kültür, sanat ve edebiyat alanlarındaki bütün çalışmaları ve bu arada edebiyat tarihçiliği konusundaki eserleri de daima ufuk açıcı, yol gösterici meş’aleler olacaktır.

Bu haber toplam 4918 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim