• İstanbul 12 °C
  • Ankara 11 °C

Prof. Dr. Yücel Acer: Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları Sorunlarına Yaklaşımı ve Türkiye-Libya Sınırlandırma Mutabakatı

Prof. Dr. Yücel Acer: Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları Sorunlarına Yaklaşımı ve Türkiye-Libya Sınırlandırma Mutabakatı
Doğu Akdeniz’de deniz alanlarına ilişkin yaşanan sorunlar, 2000’li yılların başlarında gün yüzüne çıkmaya başlamıştır denebilir.[1]

Günümüze kadar uzunca sayılabilecek bir süredir çözülemeyen bu sorunların, siyasi ve ekonomik temelleri bulunmakla beraber, esas olarak hukuki temellere dayandıklarını ifade edebiliriz.

Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunlar esas olarak nispeten oldukça geniş deniz alanları, yani kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) alanları üzerinde yaşanmaktadır. Daha ziyade sınırlı sayıda devletin isimleri ön plana çıkıyor olsa da bölgede kıyısı bulunan bütün devletler, deniz alanlarının sınırlarının belirlenmesine dair sorunların tarafları durumundadırlar.

Doğu Akdeniz’de Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Mısır, İsrail, Filistin, Lübnan, Suriye, Yunanistan (Meis adası nedeni ile) ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) kıyıları bulanmaktadır. Ayrıca Yunanistan’ın başta Girit Adası olmak üzere Ege’deki bazı adaları ve Libya anakarasının bazı kıyıları Doğu Akdeniz’i görmekte ve bu bağlamda Doğu Akdeniz ile ilgili ülkeler arasında yer almaktadırlar.

GKRY dahil İsrail, Lübnan, Suriye Libya ve Mısır olmak üzere altı ülke MEB ilan etmiş durumdadır.[2]

 

İlan edilmesine gerek olmadığından, Türkiye dâhil diğer devletler Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı alanlarına sahip durumdadır. Ayrıca, aşağıda görüleceği gibi, Türkiye-Libya Deniz Sınırlandırma Mutabakatı’nda MEB ifadesinin kullanılmış olması, Türkiye’nin en azından Libya’ya karşı MEB uygulamasının olduğu anlamına gelmektedir. Keza, yine aşağıda değinilecek olan Yunanistan-Mısır Sınırlandırma Antlaşmasında da MEB ifadesinin kullanılmış olması, Yunanistan’ın da en azından Mısır’a karşı MEB uyguladığı anlamına gelmektedir.

Bu çalışmada, Doğu Akdeniz’de deniz alanlarının sınırlandırılması ve ilişkili sorunlara Türkiye’nin yaklaşımına dair genel bir değerlendirme yapıldıktan sonra, Libya-Türkiye Sınırlandırma Antlaşması’nın içeriği analiz edilecek ve bu antlaşmanın hukuki değeri ve yol açabileceği yeni gelişmelere dair öngörüler ortaya konulmaya çalışılacaktır.

1. Deniz Hukuku, Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge

1.1. Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge Kavramları ve İçerikleri

İnsanlığın bilinen tarihi boyunca denizler, çeşitli maksatlarla yararlanılan alanlar olmuşlardır. Denizlerden yararlanma maksatları, zamanla hem çeşitlilik hem de kapsam açısından büyük gelişmeler göstermiştir. Günümüzde denizlerden, ulaşım, iletişim, enerji, balıkçılık ve gıda, diğer doğal kaynaklar, turizm ve yerleşim maksatları ile yoğun bir biçimde yararlanılmaktadır. Teknolojinin geldiği noktada, sadece denizlerin su kesiminden değil, derin okyanuslarda dahi deniz tabanında ve onun altındaki doğal kaynaklardan yararlanmak mümkün hale gelmiştir.

Dünya yüzölçümünün yaklaşık 2/3’ünü kaplayan deniz alanları, hukuken çeşitli alanlara bölünmüştür. Bunlardan geleneksek olanı karasularıdır ve günümüz uluslararası hukuk kurallarına göre, denize kıyısı olan devletlerce, kıyı çizgisinden itibaren en fazla 12 deniz miline kadar ilan edilebilir.[3]

 

Uluslararası Hukuk çerçevesinde, son 70 yıl içerisinde ise, devletlerin tam egemenliği altında bulunan karasularına nispeten oldukça geniş deniz alanları da doğmuştur. Bunların başında kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge alanları (MEB) gelmektedir.

Kıta sahanlığı, ilan edilmesine gerek olmadan kıyı devletinin sahip olduğu ve kıyı devletinin tam egemenliği altında olmayan ama kıta sahanlığındaki bütün doğal kaynaklar üzerinde kıyı devletine tam ve münhasır egemenlik bahşeden, kıyıdan itibaren 200 deniz miline kadar uzanan (bazı istisnai durumlarda 350 deniz miline kadar uzanabilen) ve su alanı ve onun üstünde yer alan hava sahasının statüsünü etkilemeyen bir deniz yetki alanıdır. Özetle, kıta sahanlığı, deniz tabanında ya da altında bulunan doğal kaynaklar (madenler ve tabana bitişik canlı kaynaklar) üzerinde münhasır haklar sağlayan, doğal kaynak arama ve işletme için tesisler kurma hakkı veren bir deniz yetki alanıdır.[4]

 

MEB ise, Uluslararası Hukuk’a 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) ile girmiş, kıyıdan itibaren 200 deniz miline kadar ilan edilebilen, deniz tabanında, deniz tabanının altında, onun üzerindeki su ve hava kesiminde mevcut bütün canlı ve cansız doğal kaynakları üzerinde münhasır ve egemen yetkiler tanıyan bir deniz alanıdır. Bu bölgede kıyı devleti, ilan ettiği MEB alanında, canlı ve cansız doğal kaynak arama ve işletme, bu maksatlarla tesisler kurma, bilimsel araştırmalar yapma ve doğal çevrenin korunmasına dair yasalarını uygulama haklarına sahip olmaktadır.[5]

Özetle ifade edildiğinde, Uluslararası Deniz Hukuku’nun ilgili kurallarına göre, bir kıyı devleti ilan etmese de kıta sahanlığına ve şayet ilan etti ise münhasır ekonomik bölge (MEB) alanına sahiptir.[6] Kıta sahanlığı ve MEB, kıyıdan maksimum 12 deniz mili (yaklaşık 22 km) uzaklığa kadar ilan edilebilen ve devletin ülkesinin bir parçası sayılan karasularına nispeten çok daha geniş deniz alanlarıdırlar. Bu alanlar, şayet ilgili deniz alanlarının genişliği yeterli ise, kıyıdan itibaren maksimum 200 deniz miline (kıta sahanlığı bazı durumlarda 200 deniz milinin ötesine) kadar uzanabilmektedirler.

Kıta sahanlığı ve MEB, kıyı devletine doğal kaynaklar üzerinde münhasır yani sadece kıyı devletine ait egemen yetkiler verir. Kıta sahanlığı üzerindeki münhasır yetkiler, deniz tabanı ve deniz tabanının altındaki canlı ve cansız (mineral) doğal kaynakları kapsar. MEB üzerindeki münhasır yetkiler ise, deniz tabanı, deniz alanı ve deniz üzerindeki hava sahasında bulunan canlı ve cansız bütün doğal kaynakları kapsar.[7]

1.2. Sınırlandırmanın Prensipleri ve Uygulanması

Karasuları gibi kendilerinden önceden mevcut deniz alanlarına nispeten oldukça geniş olan bu deniz alanlarının ortaya çıkardığı en yaygın sorunların başında, sınırlandırma sorunları gelmektedir. Özellikle Kuzey Denizi, Karadeniz, Ege ve Akdeniz gibi okyanuslara nispeten dar deniz alanlarında, her ülkeye tam genişlikte kıta sahanlığı ve MEB alanları tahsis edilemeyecek deniz alanlarında, her bir kıyı devletinin deniz yetki alanlarını birbirlerinden ayıracak sınırların belirlenmesi gerekmektedir.

İlgili deniz alanının bütün taraflara Uluslararası Hukuk’un izin verdiği azami genişlikte deniz alanı verebilecek kadar geniş olmaması, kıyı şekilleri, bölgede ada veya adacıkların bulunması ve benzeri nedenler ile ülkelerin deniz alanlarına ilişkin talepleri çatışabilmektedir. İki veya daha fazla ülkenin belirli bir deniz alanında karasuları gibi egemen oldukları deniz alanlarının ya da kıta sahanlığı ve MEB gibi egemen yetkiler kullandıkları deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin görüşlerinin ya da taleplerinin çatışması durumunda, bu ülkelerin deniz alanlarının birbirlerininkinden ayrılması, çözüme kavuşturulması gereken bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.

Uluslararası sınırlandırma hukukunun günümüzde geldiği noktada hem yapılageliş kuralları hem de kurallarının önemli bir kısmı yapılageliş hukuku haline gelmiş 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 74. ve 83. maddeleri, sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasında münhasır ekonomik bölgenin ya da kıta sahanlığının sınırlandırılmasının “hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla…uluslararası hukuk temelinde uluslararası bir antlaşma ile” yapılması gerektiğini öngörmektedir.[8]

Görüldüğü gibi, temel sınırlandırma kuralına göre, deniz sınırları, ilgili devletler arasında bir uluslararası antlaşma ile yapılmalı ve uluslararası hukuk temelinde “hakça bir sınır” oluşturulmalıdır.

Ancak, deniz alanlarının sınırlandırılmasında hakkaniyete uygun bir çözüm bulunması gerektiğine ilişkin bu kural, somut durumlara uygulanamayacak kadar soyut bir nitelik göstermektedir. Bu kuralın içeriğinin açıklanması, uygulamada ve özellikle yargı kararları ile açıklığa kavuşturulan bir husus olmuştur.

Yargı kararlarında ön plana çıkan prensip “coğrafyanın üstünlüğü” prensibidir. Coğrafyadan kastın ise iki ülke arasında sınırlandırmaya konu olan alandaki anakara coğrafyası olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda en önemli unsurlar, anakara kıyılarının genel biçimi yani kıyı üzerindeki girintiler çıkıntılar ve anakara kıyılarının uzunluğudur. İşte bu unsurlar, bir sınırlandırma işleminde, başlangıç ve daha sonra kısmi oranda değişebilecek olan “temel” sınırlandırma çizgisini belirleyen unsurlardır.[9]

Sınırlandırmada hakkaniyetin, sadece coğrafi unsurların dikkate alınması ile sağlanamayacağı, hakkaniyetin sağlanması için diğer ilgili unsurların da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Bu nedenle, uluslararası mahkemeler de sınırlandırmanın bir sonraki aşamasında coğrafya dışı ilgili unsurları dikkate alıp, coğrafi unsurlar temelinde ulaşılan çözümün hakça sayılıp sayılmayacağını değerlendirmişlerdir. Örneğin, varlığı bilinen doğal kaynakların sınırlandırmada dikkate alınacağı yargı kararlarında kesin bir biçimde kabul edilmiştir. Bu faktörler canlı türler olabileceği gibi madenler ve diğer mineral kaynaklar olabilmektedir.[10]

2. Doğu Akdeniz Deniz Sorunlarının Gelişimi ve Türkiye’nin Yaklaşımı

2.1. Sorunun Esası

Doğu Akdeniz’de deniz sorunlarının esasını, kıta sahanlığı ve MEB alanlarının sınırlarının belirlenmesi, bir başka ifade ile sınırlandırılması oluşturmaktadır.

En uzun noktasında dahi iki karşı kıyı arasındaki mesafenin yaklaşık 300 deniz mili olduğu Doğu Akdeniz’in esasen dar bir deniz alanı olması nedeni ile, kıyıdaş devletlerin kıta sahanlığı sınırlarının ve ilan edenler için de MEB sınırlarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu derecede dar deniz alanlarında, kıta sahanlığı için belirlenen sınır, daha sonra ilan edilmesi durumunda MEB alanları için de sınır kabul edildiğinden,[11] MEB ilan etmemiş ülkeler için belirlenen ya da belirlenecek kıta sahanlığı sınırları, ileride ilan edilebilecek MEB için de belirlenmiş olacaktır.

Ancak Doğu Akdeniz’de kıyısı bulunan bazı devletlerin ve bu arada Türkiye’nin, paylaşımın nasıl olması gerektiği, yani sınırların konumunun ne olması gerektiğine dair görüş ve talepleri büyük oranda çatışmaktadır.

Yukarıda belirttiğimiz, Uluslararası Hukuk’un ilgili kuralı gereği, Doğu Akdeniz’de kıyısı bulunan devletlerin her birinin, Doğu Akdeniz’de sahip oldukları kıta sahanlığı ve MEB alanlarının tam olarak hangi sınırlar içerisinde bulunduğunu, yani sınırlarının ne olduğunu, tek taraflı hukuksal işlemlerle değil, yapacakları devletlerarası antlaşmalarla belirlemeleri gerekmektedir.

Türkiye, deniz alanlarının sınırlandırılmasına dair deniz hukuku kurallarının açık ve net bir biçimde öngördüğü gibi, sınırlandırmanın hakça bir çözüm üretecek şekilde yapılması gerektiğini savunmaktadır. Bu bağlamda Türkiye, ilgili hüküm ve uygulamalarla açıkça oluştuğu gibi, sınırlandırmanın uluslararası bir antlaşma ile, esas olarak hakça bir sonuç üretmesinin gerekliliği prensibine göre ve bu bağlamda coğrafi unsurların ve özellikle de kıyı uzunlukları arasındaki oranın dikkate alınarak yapılması gerektiğini savunmaktadır.[12]

Buna karşın GKRY, sınırın eşit uzaklık çizgisi olması gerektiğini, yani Kıbrıs Adası’nın eşit miktarda deniz alanına sahip olması gerektiğini savunmaktadır. GKRY ile yaptıkları ikili sınırlandırma antlaşmaları bağlamında değerlendirildiğinde, İsrail ve Mısır’ın da Kıbrıs Adası konusunda bu yönde tavır takındıkları görülmektedir.

Öte yandan, Doğu Akdeniz’e bir yönü bakan Girit, Rodos, Kerpe (Karapthos), Çoban (Kasos) gibi Ege’deki Yunan adaları ile Doğu Akdeniz’de bulunan Meis Adası ve Türkiye arasındaki deniz sınırlarının da belirlenmesi gerekmektedir. Yunanistan, GKYR’nin tutumuna benzer bir şekilde, bu adalar ile Türkiye arasındaki deniz yetki alanı sınırlarının eşit uzaklık sınırı olması gerektiğini savunurken, Türkiye, Doğu Akdeniz’deki sınırlandırmada, ilgili hukuki prensipler gereği bu adalara kıta sahanlığı ya da MEB alanları verilmemesi gerektiğini savunmaktadır.[13]

2.2. Sınırlandırma Sorununun Yansımaları

Yukarıda özetlenen ve esas sorun olan sınırlandırma sorunundan kaynaklanmak üzere, Doğu Akdeniz’de başka bazı sorunlar daha yaşanmaktadır. Anlaşmazlıklara rağmen bazı devletlerin hukuki durum kesinmiş gibi faaliyetler gerçekleştirmesi, birçok sorunun daha doğmasına sebep olmuş ve olmaktadır.

Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan devletlerden bazılarının kendi aralarında MEB sınırlandırma antlaşmaları yapmış olmaları bu sorunlardan bazılarının oluşmasına yol açmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Mısır, 17 Şubat 2003 tarihinde bir MEB sınırlandırma antlaşması yaparak aralarında karşılıklı MEB sınırını oluşturmuşlardır. Ancak bu Antlaşmaya Türkiye, kendi kıta sahanlığı ve ilan edildiğinde MEB alanlarına tecavüz ettiği ve GKRY’nin, Ada’nın tek yasal temsilcisiymiş gibi hareket ederek, yani Kıbrıslı Türkleri yok sayarak, bir uluslararası antlaşma yaptığı gerekçeleri ile resmi olarak itiraz etmiştir.[14] Ayrıca GKRY, 17 Ocak 2007 tarihinde Lübnan ile benzeri bir antlaşma yapmış ancak bu antlaşma Lübnan iç hukuku bağlamında onaylanmamış ve dolayısı ile yürürlüğe girmemiştir.

Öte yandan, (GKRY) ve İsrail, 17 Aralık 2010 tarihinde bir sınırlandırma antlaşması yaparak Ada’nın güneyinde iki tarafın karşılıklı MEB sınırını belirlemişlerdir. KKTC bu antlaşmaya, GKRY’nin adanın yasal temsilcisi olmadığı ve KKTC’nin MEB ve kıta sahanlığı alanlarına tecavüz ettiği gerekçeleri ile resmen itiraz etmiştir. Öte yandan Lübnan da GKRY-İsrail Antlaşması’na, İsrail ile belirlenecek yan sınır bölgesinde kendi alanına girildiği gerekçesi ile karşı çıkmaktadır.[15]

Bu tartışmalı sınırlar üzerinden, GKRY’nin bazı bölgelerde çeşitli alanlar (parseller) belirleyerek, buralarda doğal kaynak arama ve işletme ruhsatları vermesi de yeni sorunlara ve gerginliklere neden olmaktadır. Rum Kesimi, ilan ettiği MEB alanında, 26 Ocak 2007’de 13 adet petrol arama ruhsat sahası ilan etmiş, müteakiben bu sahalarda 3 tur ruhsat ihalesi (Mayıs 2007, Aralık 2012, Mart 2017) yapmış ve 11 Eylül 2011 tarihinde 12 numaralı parselde sondaj faaliyeti başlatmıştır. Ayrıca GKRY 11 Şubat 2012 tarihinde bazı alanlarda daha ruhsat başvuru çağırısı yapmıştır.[16] Oluşturduğu 1, 4, 5, 6 ve 7 numaralı sahalar, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve muhtemel MEB’i ile kısmen örtüşmektedir. GKRY tarafından 17 Eylül 2019’da oluşturduğu 7 nolu parsel için de ENI ve TOTAL firmalarıyla anlaşma imzalamıştır. Yine, 2, 3, 8 ve 9 nolu parsellere anlaşmayla TOTAL firması da dahil edilmiştir. GKRY tarafından 2019-2020 döneminde 9 farklı sondaj faaliyetinin hedeflendiği açıklanmıştır.

Bütün bu alanlarda GKRY’nin arama ve sondaj ruhsatları veriyor olmasına Türkiye’nin güçlü itirazları mevcuttur. Türkiye, bir oldu-bitti durumunu önlemek ve haklarını fiilen korumak için, söz konusu bölgelerde deniz kuvvetleri bulundurmakta ve doğal kaynak arama girişimlerini de fiilen engellemektedir. Ayrıca Türkiye’nin, bu bölgelerde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) verdiği arama ruhsatlarına dayanılarak sondaj faaliyetleri de başlatılmıştır.

Türkiye’nin söz konusu önlemleri ve uygulamalarına yönelik olarak Avrupa Birliği’nin (AB) de karşı çıkışları bulunmaktadır. Örneğin, 11 Kasım 2019 tarihinde yapılan AB Dışişleri Bakanları toplantısında bu mesele ile ilgili olarak Türkiye’ye bir dizi yaptırım uygulanması kararı alınmıştır.

Öte yandan Türkiye, 21 Eylül 2011 tarihinde KKTC ile bir kıta sahanlığı sınırlandırma antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşmadan sonra KKTC, 22 Eylül 2011 tarihinde 7 blokta (belirlenmiş parsellerde) TPAO’ya doğal kaynak arama ve işletme ruhsatı vermiş, TPAO ve KKTC arasında 2 Kasım 2011 tarihinde arama faaliyetlerinin detaylarına ilişkin bir antlaşma imzalanmıştır.[17] Ruhsat verilen alanlardan bazıları Ada’nın güneyinde bulunmakta ve GKRY’nin belirlediği alanlarla çakışmaktadır. GKRY, KKTC’nin bu antlaşmayı yapmaya ve ruhsat vermeye yetkili olmadığı gerekçeleri ile zaman zaman itirazlarını dile getirmektedir.

Türkiye, Türkiye, 27 Kasım 2019 tarihinde Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” (bundan sonra Türkiye-Libya Sınırlandırma Antlaşması olarak anılacaktır) imzalamış, bu antlaşma ise, Yunanistan, Mısır ve Suriye’nin itirazlarına konu olmuştur.[18] AB’nin de bu Antlaşma’ya itirazı olduğu anlaşılmaktadır.[19]

En son gelişme ise 6 Ağustos 2020 tarihinde Yunanistan ve Mısır’ın BEM sınırlandırma antlaşması imzalaması olmuştur. Daha önce Türkiye ve Libya arasında 27 Kasım 2019 tarihinde yapılan ve yürüklüğe konan sınırlandırma anlaşması ile oluşturulan sınırı hiç dikkate almayan, aynı bölgede farklı ve çelişen bir sınır oluşturan bu antlaşmaya itiraz ederek bu antlaşmayı yok saydığını ilan etmiştir.[20]

3. Türkiye-Libya Sınırlandırma Antlaşması ve Önemi

3.1. Antlaşma’nın Niteliği

Türkiye, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 27 Kasım 2019 tarihinde iki ülkenin Uluslararası Hukuk’tan doğan haklarının muhafazası için “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalamıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez al-Sarrac arasındaki görüşmeler sonucunda, her iki ülkenin dışişleri bakanlarınca imzalanan Mutabakat, iki ülkenin Akdeniz’de karşılıklı kıyıları arasında deniz yetki alanları sınırını belirlemiştir.

Türkiye’nin son yıllarda Doğu Akdeniz’deki Uluslararası Hukuk’tan kaynaklı haklarının korunması konusunda hem hukuken hem de fiilen yaptığı çalışmaların bir sonucu olduğu söylenebilecek bu Mutabakat Muhtırası’na dair onaylamayı uygun bulma yasası, 5 Aralık 2019 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş, 6 Aralık 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış ve 7 Aralık 2019 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir. Antlaşma, 20 Aralık'ta BM'nin meşru kabul ettiği Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Bakanlar Kurulu'nda onaylanmıştır.

Antlaşma’nın ifadesi ile “Akdeniz’de kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırları”, Mutabakat metnine eklenmiş bir haritada koordinatları ile gösterilmektedir.[21] Söz konusu haritada gösterilen A noktasından B noktasına kadar yaklaşık 30 km uzunluğunda bir sınır belirlenmiştir. Ayrıca, Antlaşma’nın “ortay hat” olarak belirlediği ifade edilen sınırın konumunun belirlenmesinde esas alınan karşılıklı kıyı hatlarının koordinatları da verilmiştir.

Antlaşma’nın, sınırlandırmaya ilişkin iki önemli hükmünden daha burada bahsetmekte yarar vardır. Bunlardan ilki, taraflardan birisinin münhasır ekonomik bölgesinden başlayıp diğer tarafın münhasır ekonomik bölgesine uzanan (belirlenen sınıra tekabül eden) doğal kaynaklar olması durumunda, bu tür kaynakların işletilmesi maksadıyla oluşturulacak anlaşmalar konusunda iki ülkenin işbirliği yapabileceğinin belirtilmesidir. (Madde IV, par. 2) İkinci önemli husus ise, Türkiye ya da Libya devletlerinden birisinin münhasır ekonomik bölge sınırlandırılması konusunda bir üçüncü devlet ile görüşmelere başlaması durumunda, nihai bir antlaşma yapmadan önce birbirlerini bilgilendirecek ve müzakerelerde bulunacaklardır. (Madde IV, par. 3)

Türkiye ve Libya’nın deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin bir mutabakat imzalamalarının siyasi ve hukuki önemli bazı sonuçları bulunmaktadır. Öncelikle Türkiye, bugüne kadar özellikle GKRY’nin yaptığı sınırlandırma antlaşmalarına “itiraz eden” ve bu antlaşmalarla belirlenen alanları “gasp etmeye çalışan” bir ülke konumundan, ifade ettiği hukuki yaklaşımları bir başka kıyıdaş ülke tarafından kabul gören, bu yaklaşımlarını fiilen uygulayabilen bir ülke konumuna gelmiştir. Bu durum, Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de deniz alanlarının sınırlandırılması ile ilgili hukuki yaklaşımının güçlenmesi açısından önem arz etmektedir.

Türkiye’nin, uluslararası hukukun ilgili kuralları temelinde sınırlandırmanın hakça bir çözüm yaratması gerektiği ve bu bağlamda kıyı uzunlukları arasındaki farkın büyüklüğünün en önemli faktör olduğu görüşü, bu Mutabakat ile daha da somut bir içerik kazanmıştır. Mutabakat’ın giriş kısmında “bütün ilgili faktörler göz önünde bulundurularak, adil ve hakça sınırlandırılmasının yapılmasını kararlaştırmış olarak…” ifadesine yer verilmiştir. Bu ifadeler, deniz alanlarının sınırlandırılmasında, Türkiye’nin önceden beri ifade ettiği ve uluslararası hukukun ilgili kuralları ile de örtüşen hukuki yaklaşımının, bu Mutabakat ile de kabul gördüğünü göstermektedir. Bu yaklaşıma uygun olarak, birbirlerini “yandaş benzeri” bir açı ile gören iki tarafın ilgili kıyılarının uzunluklarının birbirlerine yakın oluşu gereği, iki taraf arasındaki deniz sınırı yaklaşık eşit uzaklık çizgisine tekabül edecek şekilde belirlenmiş gözükmektedir.[22]

Bu hukuki yaklaşım, bundan sonra özellikle Kıbrıs Adası’nın batısında yapılacak sınırlandırmada, Kıbrıs adasına ne kadar deniz yetki alanı verilmesi gerektiği konusunda da Türkiye’nin tutarlı yaklaşımını ifade edecek niteliktedir.

Öte yandan, Yunanistan’ın Ege Denizi’nin güney ve güney doğu kesiminde bulunan adalarına ve Meis Adası’na, sınırlandırmada hakkaniyet gereği deniz yetki alanı verilmemesi gerektiğine dair Türkiye’nin yaklaşımı bu Mutabakat ile devam ettirilmiş ve bu yaklaşım Libya tarafından da kabul görmüş durumdadır. Tutarlı ve ısrarlı yaklaşımların hukuki kazanımlara yol açtığı düşünüldüğünde, bu mutabakatın Türkiye açısından ilerleyen süreçlerde olumlu yansımaları olacağını değerlendirmek gerekir.

Bu Antlaşma’nın ikinci önemli yansıması, gelecekte yapılabilecek muhtemel sınırlandırma antlaşmaları üzerinde yaratabileceği etkidir. Belirli bir süreden beri Yunanistan’ın, söz konusu adaları ile Mısır ülkesi arasında ve yine bu adalarla GKRY arasında eşit uzaklık çizgisine dayanan bir sınırlandırma antlaşması yapmak için çaba gösterdiği bilinmektedir. Türkiye-Libya Sınırlandırma Antlaşması, bölgede oluşturduğu sınır ile bu muhtemel antlaşmaları bir nevi zorlaştırmıştır denebilir. Zira söz konusu muhtemel antlaşmaların yapılması, Türkiye ile Libya’nın kendi alanları olarak belirledikleri deniz yetki alanlarına kaçınılmaz olarak tecavüz edecek, bu ise yeni gerginliklere yol açacak bir durum yaratacaktır.

Gerçekte de Yunanistan, 6 Ağustos 2020 tarihinde Mısır ile aynı bölgede bir sınırlandırma antlaşması imzalamış[23] ancak bu Antlaşma, Türkiye-Libya Sınırlandırma Antlaşması’nın oluşturduğu sınırı dikkate almadığında, Türkiye’nin hukuken güçlü itirazlarına konu olmuştur. Yunanistan’ın bu antlaşmaları yapmaya yeltenmesinin ciddi gerginlikler yaratacak olması, uygulamada caydırıcı bir durum oluşturmuştur da denebilir. Bir başka açıdan bakıldığında ise, bu Mutabakat ile Yunanistan, Mısır, GKRY’nin Türkiye aleyhine Libya ile bir yetki sınırlandırma anlaşması yapmasının da önü kesilmiş olmaktadır.

Üçüncü olarak, Antlaşma’nın, gelecekte yapılabilecek sınırlandırma süreçleri için de dikkate alınması gereken bir hukuki durum yarattığı ifade edilebilir. Sınırlandırma sorunlarının uluslararası yargı vasıtası ile çözülmesi durumunda, ilgili yargı kuruluşunun bu durumu “dikkate alınması gereken bir durum” olarak görmesi kuvvetle muhtemeldir.[24]

Antlaşma’nın bir başka önemli yansıması ise, Türkiye’nin söz konusu bölgede doğal kaynak arama ve işletme faaliyetlerinin meşru bir zemin kazanmasını sağlamış olmasıdır. Söz konusu Mutabakat ile belirlenmiş sınır, iki devlet arasından imzalanmış bir antlaşma olması hasebi ile, bu tür faaliyetler için hukuki zemin teşkil edebilecektir.

3.2. Antlaşma’nın Önemi ve Bazı Öngörüler

Bu aşamadan sonraki süreçlerde, Antlaşma ile ilgili ya da Antlaşma’dan kaynaklı bazı gerginliklerin ve hukuki zorlukların yaşanması da muhtemeldir. Bu zorluklar, iki temel durumdan kaynaklanabilir. Bunlardan ilki, Libya’da mevcut Başkanlık Konseyi Başkanı tarafından imzalanan bu Mutabakat’ın Libya iç hukuk sisteminde gerekli onay işlemi ile ilgili olan durumudur. İkincisi ise özellikle Yunanistan, Avrupa Birliği, GKYR, Mısır ve İsrail’in bölgede gerginliği artırıcı bazı adımlar atmaları olabilecektir.

2010 yılından itibaren iç karışıklıklar yaşamaya başlayan Libya’da, 17 Aralık 2015 tarihinde BM’nin girişimleri ile belli başlı Libya siyasi grupları arasında “Libya Siyasi Antlaşması” olarak bilinen bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma ülkede 9 üyeli bir Başkanlık Konseyi ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan geçici bir Ulusal Mutabakat Hükümeti kurulmasını öngörmüş ve bu doğrultuda söz konusu kurumlar oluşturulmuştur.[25] Ancak 2016 yılından itibaren Temsilciler Meclisi, Libya Siyasi Planı’nın uygulanmasına ve Başkanlık Konseyi’nin çalışmalarına zorluklar çıkarmaya başlamıştır. Yine BM’nin girişimleri ile yeni bir siyasi geçiş süreci planı oluşturulmuş ancak bu da ortaya çıkan siyasi kilitlenmeyi çözememiştir. 2019 yılında yapılması planlanan Ulusal Konferans gerçekleşememiş, nihayetinde Hafter’ın liderliğindeki “Libya Ulusal Ordusu”, Başkanlık Konseyi’ne karşı silahlı direniş başlatmıştır.[26]

Libya’daki bu siyasi zorluklar ve ülkedeki farklı unsurların farklı ülkeler tarafından destekleniyor olması, ülkede bir siyasi belirsizliğin mevcut olduğunu göstermektedir. Türkiye ile Antlaşma’yı imzalayan mevcut hükümetin geleceğinin bu türden siyasi belirsizlikler taşıyor olması, hukuki zorluklar yaratacakmış gibi gözükebilir. Ancak, Libya’da hükümet değişikliği yaşansa dahi, mevcut Antlaşma’nın Libya iç hukukuna göre yapılmış ve mevcut hükümet tarafından da Libya adına onaylanmış olması, bu antlaşmanın hukuki bağlayıcılığını olumsuz etkilemeyecektir.

Zira, Antlaşma’nın hem Türkiye iç hukukunda hem de Libya iç hukukunda onaylanmasında sonra BM’ye tescil için gönderilmiş, sonuç olarak Antlaşma BM tarafından tescil edilip yayınlanmıştır. Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 1 Ekim 2020 tarihinde yaptığı açıklamasından anlaşılmaktadır ki, söz konusu Türkiye-Libya Sınırlandırma Antlaşması, BM tarafından tescil edilmiştir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ayrıca BM Genel Sekreteri’nin imzasını taşıyan 30 Eylül 2020 tarihli onay belgesini de kamuoyu ile paylaşmıştır. Ayrıca, BM Okyanus İşleri ve Deniz Hukuku Dairesi de hem Libya hem de Türkiye adına yayınlanan sayfada bu Antlaşma’yı yayınlamış durumdadır.[27] Bu durumda, Türkiye-Libya Sınırlandırma Antlaşması’nın bahsedilen web sayfasında yayınlanmamasına dair özellikle Yunanistan ve Mısır kaynaklı taleplerin gerekçeleri ile birlikte incelenip uygun görülmediği görülmektedir.

İkinci olarak başta Yunanistan olmak üzere AB, GKYR, Mısır ve İsrail’in takınacağı bazı muhtemel tavırlar da bazı gerginlikler yaşanmasına neden olabilir. Mutabakat’ın yapıldığının duyulması üzerine Yunanistan hükümetinden sert tepkiler gelmeye başlamıştır. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yayınlayarak, Libya ve Türkiye’nin denizden komşuluğunun bulunmadığı, Girit Adası’nın hiçe sayıldığı ve bu nedenlerle Mutabakat’ın Uluslararası Deniz Hukuku kurallarına aykırı olduğu iddia edilmiş[28] ve BM nezdinde Antlaşma’ya resmi itirazda bulunulmuştur.[29] Türkiye’nin Yunanistan Büyükelçisi ve Libya Büyükelçisi izahat için Dışişleri Bakanlığı’na davet edilmişler, daha sonra Yunanistan, Libya Büyükelçisini “istenmeyen kişi” ilan ederek Yunanistan’dan ayrılmasını talep etmiştir.[30] Yunanistan’ın, bu günlerde AB’yi harekete geçirerek Libya üzerine baskı uygulanmasını ve bu antlaşmanın bir nevi “bertaraf edilmesini” ni sağlamaya çalıştığı görülmektedir.[31]

Öte yandan Mısır Hükümeti de antlaşmayı hukuka aykırı ve geçersiz gördüğünü açıklayarak, Mutabakat’ın diğer devletlerin haklarını etkileyemeyeceğini ileri sürmüştür.[32] Mısır’ın açıklamalar yapmanın da ötesine geçerek, anlaşmazlıklara konu deniz alanlarında askeri tatbikat başlattığı da bildirilmiştir.[33] Yunanistan ve Mısır dışişleri bakanları 1 Aralık’ta Mısır’da bir araya gelerek bir nevi bir dayanışma gösterisinde de bulunmuşlar, her iki ülke dışişleri bakanları arasında yapılan toplantının en önemli sonucunun, Mısır ve Yunanistan’ın MEB sürecini hızlandırmaya karar vermeleri olduğu bildirilmekte.[34]

Mevut durumda, Yunanistan ve Mısır’ın aynı bölgede bir sınırlandırma antlaşması imzalayarak, Türkiye-Libya sınırı ile çelişen bir sınır oluşturmuş olmaları, ilerleyen aşamalarda ciddi gerginliklere yol açabilecektir. Bölgede muhtemel Yunan faaliyetleri karşısında Türkiye’nin, hukuki itirazlarını dile getirmenin yansıra fiilen önleyici tedbirler almak durumunda kalması muhtemeldir. Bu muhtemel durumlarda yeni somut gerginlik ve sürtüşmelerin yaşanması beklenebilir.[35]

Sonuç

Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunların esasını oluşturan kıta sahanlığı ve MEB alanlarının sınırlandırılması sorunu, gerginliklere yol açan birçok sorunun daha oluşumuna yol açmaktadır. Özellikle GKRY’nin bazı devletlerle imzaladığı ve Türkiye’nin ve KKTC’nin muhtemel deniz yetki alanlarına tecavüz eden sınırlandırma antlaşmaları, uluslararası deniz hukukunun ilgili prensipleri temelinde Türkiye’nin ve KKTC’nin itirazlarına konu olmaktadır. Yakın zamanlarda Yunanistan ve Mısır’ın aralarında MEB sınırlandırma antlaşması imzalayarak hem Libya’nın hem de Türkiye’nin daha önceden belirlenmiş kıta sahanlığı alanlarına tecavüz eden bir sınır belirlemiş olmaları yeni bir gerginlik unsuru oluşturmuştur. Türkiye itirazları temelinde, haklarını korumak için, güvenlik tedbirleri ve doğal kaynak arama ve sondaj çalışmaları gibi somut adımlar da atmaktadır.

Bütün bu gelişmeler bağlamında, Türkiye ve Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin Antlaşma önemli bir aşamayı ifade etmektedir. Bu mutabakat ile her şeyden önce Türkiye bir başka ülke ile bir sınırlandırma antlaşması yaparak, mevcut antlaşmalara hukuk temelinde itiraz eden bir ülke olmakla yetinmeyip, hukuki zemin oluşturan bir ülke konumuna gelmiş bulunmaktadır. Öte yandan Türkiye, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasının hangi prensipler temelinde ve nasıl yapılması gerektiğine dair görüşlerini, bir diğer ülke ile bir antlaşma yaparak, bir oranda kabullendirmiş ve uygulayabilmiş gözükmektedir. Bu durum Türkiye’nin, özellikle Kıbrıs Adası ve Yunan adalarının deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusundaki tutumunu hem diğer ülkeler nezdinde hem de muhtemel yargısal süreçler önünde güçlendiren bir unsur oluşturmaktadır.

Ancak, özellikle Yunanistan-Mısır Sınırlandırma Antlaşması ile aynı bölgede ikinci bir deniz sınırının oluşturulmuş olması, Libya’daki iç siyasi belirsizlikler ve Doğu Akdeniz’deki diğer bazı devletlerin atabileceği adımlar, bölgede yeni gerginliklere ve hukuki durumların daha da karmaşıklaşmasına yol açabilecektir.

Kaynakça

Kitap ve Makaleler

Acer, Yücel. “Türkiye-Libya Deniz Siniri Antlaşmasi’nin Birleşmiş Milletler Tarafindan Tescilinin Önemi.” file:///D:/A.SETA/LİBYA-TÜRKİYE%20ANTLAŞMASI/Antlaşmanın%20Onaynın%20Önemi-SETA.pdf

Charney, J.I. ‘Progress in International Maritime Boundary Delimitation Law’, American Journal of International Law, vol. 88, 1994, s. 245;

Herman, L.L. ‘The Court Giveth and the Court Taketh Away: an Analysis of the Tunisia-Libya Continental Shelf Case’, International and Comparative Law Quarterly, vol. 33, 1984, s. 835.

Shaw, M.N. Uluslararası Hukuk. 8. Basım (TÜBA), s. 416.

Resmi Belgeler

The Letter of the Permanent Representative of Turkey to the UN: 2013/14136816/22273. 8 March 2013.

Türkiye’nin 2004 Turkuno dt/4739 sayılı notası (2 Mart 2004).

UN Security Council Resolution 2259.

The Letter dated 15 June 2016 from the Chargé d’affaires a.i. of the Permanent Mission of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General.  A/70/945–S/2016/541.

Letter dated 13 November 2019 from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/550.

Letter dated 9 December 2019 from the Permanent Representative of Greece to the United Nations addressed to the Secretary-General.

Note Verbale dated 23 December 2019 from the Permanent Mission of Egypt to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/628. Website of the Division for Ocean Affairs and the Law of the Sea.

The Letter dated 14 February 2020 from the Permanent Representative of Greece to the United Nations addressed to the Secretary-General. Annex to this letter is the Letter dated 9 December 2019 from the Permanent Representative of Greece to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/706. 19 February 2020. Website of the Division for Ocean Affairs and the Law of the Sea.

Letter dated 29 April 2020 from the Permanent Representative of the Syrian Arab Republic to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/831.

Letter dated 2 July 2020 from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/936.

Note Verbale dated 14 August 2020 from the Permanent Mission of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/990.

The letter dated 21 August 2020 from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/997–S/2020/826.

 

[1] Sorunun ortaya çıkışı, 17 Şubat 2003 tarihinde GKRY ve Mısır arasında münhasır ekonomik bölge alanlarının iki taraf arasında sınırlandırılmasına ilişkin yapılan ve Türkiye’nin itirazlarına konu olan antlaşma ile olmuştur.

[2] Maritime Space: Maritime Zones and Maritime Delimitation. https://www.un.org/Depts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/index.htm (13.12.2019).

[3] Bakınız, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS), Madde 3.

[4] Bakınız, 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi, Madde 76-81.

[5] Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS), Madde 55-58.

[6] Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları Kararı; M.N. Shaw, Uluslararası Hukuk. 8. Basım (TÜBA), s. 416.

[7] 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi, Kısım V ve VI.

[8] 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi, Madde 74, 83.

[9] Örneğin Bakınız, Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları Kararı, par. 91; İngiltere-Fransa Davası Kararı, par. 96; Tunus-Libya Davası Kararı, par. 73; Libya Malta Davası Kararı, par. 47.

[10] Örneğin, Tunus-Libya Davası Kararı, par. 81; Gine-Gine Bissau Davası Kararı, par. 112. Bu konuda değerlendirmeler içini bakınız, J.I. Charney, ‘Progress in International Maritime Boundary Delimitation Law’, American Journal of International Law, vol. 88, 1994, s. 245; L.L. Herman, ‘The Court Giveth and the Court Taketh Away: an Analysis of the Tunisia-Libya Continental Shelf Case’, International and Comparative Law Quarterly, vol. 33, 1984, s. 835.

[11] Birçok ilgili uluslararası yargı kararı bu durumu teyit etmektedir.

[12] Letter dated 13 November 2019 from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/550. Ayrıca bakınız, The Letter of the Permanent Representative of Turkey to the UN: 2013/14136816/22273. 8 March 2013. Ayrıca bakınız, the Letter dated 15 June 2016 from the Chargé d’affaires a.i. of the Permanent Mission of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General.  A/70/945–S/2016/541; Letter dated 2 July 2020 from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/936; The Note Verbale dated 14 August 2020 from the Permanent Mission of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/990.

[13] Örneğin bakınız, Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes: "Kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılmasında uluslararası hukukun koyduğu kural, sınırlandırmanın hakça olması. Bu anlaşma da hakkaniyet ilkesi çerçevesinde yapılan bir anlaşma çünkü uluslararası hukukta, Rum ve Yunanlıların iddialarının hilafına, adaların otomatik olarak kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge yaratma hakları yok. Sınırlandırmada adaların özel konumlarına bakılıyor, kıyı uzunluklarına bakılıyor, bulundukları coğrafyaya bakılıyor ve uluslararası mahkeme kararlarında da ikili anlaşmalarda da adalara hiçbir şekilde deniz yetki alanı verilmiyor. Türkiye de bu hakçalık prensibiyle hareket ederek bu anlaşmayı Libya'yla yaptı." https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50682215 (10 Aralık 2019)

[14] Bakınız, Türkiye’nin 2 Mart 2004 tarih ve 2004 turkuno dt/4739 sayılı notası. Ayrıca bakınız, The Letter dated 2 July 2020 from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/936. Note verbale dated 14 August 2020 from the Permanent Mission of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/990.

[15] Örneğin bakınız, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/lubnan-ile-israilin-deniz-siniri-anlasmazligi-yine-gundemde/1670413

[16] Bakınız, T.C. Dışişleri Bakanlığı Açıklaması. https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/kibris-rum-kesimine-protesto/381010 (15.02.2012)

[17] Antlaşma 23 Kasım 2011 tarihinde KKTC Bakanlar Komitesi tarafından onaylanmış ve yayınlanmıştır.

[18] The Letter dated 14 February 2020 from the Permanent Representative of Greece to the United Nations addressed to the Secretary-General. Annex to this letter is the Letter dated 9 December 2019 from the Permanent Representative of Greece to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/706. 19 February 2020. Website of the Division for Ocean Affairs and the Law of the Sea; Letter dated 9 December 2019 from the Permanent Representative of Greece to the United Nations addressed to the Secretary-General; Note Verbale dated 23 December 2019 from the Permanent Mission of Egypt to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/628. Website of the Division for Ocean Affairs and the Law of the Sea; Letter dated 29 April 2020 from the Permanent Representative of the Syrian Arab Republic to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/831.

[19] AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, söz konusu Antlaşma üzerine yazılı bir açıklama yaparak AB’nin Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri bağlamında Kıbrıs’ın yanında olduğunu ifade etmiştir. “AB’den Türkiye’ye: Libya ile Yapılan Anlaşma Metni Geciktirilmeden Bize Ulaştırılmalı”, Euronews, 5 December 2019.

[20] Note verbale dated 14 August 2020 from the Permanent Mission of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/990. Ayrıca bakınız, the letter dated 21 August 2020 from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/997–S/2020/826.

[21] Türkiye, Doğu Akdeniz’de MEB ilan etmediği halde, bu Mutabakat’ta MEB sınırından bahsedilmiş olması diğer devlet uygulamalarında da rastlanan bir durumdur. Bazı ülkeler MEB ilan etmeden MEB sınırı belirleyen antlaşmalar yaparak bir nevi ilan edildiğinde uygulanacak sınırı belirlemiş olmaktadırlar.

[22] Yunanistan ve Mısır’ın Türkiye-Libya anlaşmasının hukuksuz olduğu yönündeki açıklamalarına ilişkin soruya yazılı yanıt veren Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, “Bu, başta uluslararası hukuk içtihatlarını oluşturan mahkeme kararları olmak üzere, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri dahil, uluslararası hukuka uygun olarak imzalanmış bir anlaşmadır” dedi. Aksoy, gerçekte tüm tarafların, “Türkiye’nin kıyı projeksiyonunun adalarla kesilmeyeceğinin, iki anakara arasındaki ortay hattın ters tarafında kalan adaların karasuları dışında deniz yetki alanı yaratamayacağının ve deniz yetki alanları hesaplaması yapılırken kıyıların uzunluklarının ve yönlerinin hesaba katıldığının” farkında olduğunu ifade etti. https://www.cnnturk.com/dunya/turkiyenin-hamlesi-yunanistani-saskina-cevirdi-sah-ve-mat (02.12.2019)

[23] Bakınız, The Agreement between the Government of the hellenic Republic and the Government of the Arab Republic of Egypt on the Delimitation of Exculusive Economic Zone between Two Countries.

[24] Sınırlandırma ilişkin bazı uluslararası yargı kararlarında, bölgede mevcut antlaşmaların dikkate alınabileceği belirtilmiştir.

[25] Bakınız, UN Security Council Resolution 2259.

[26] https://foreignpolicy.com/2019/12/05/libya-khalifa-haftar-take-tripoli-russian-fighters-help/ (05.12.2019)

[27] Bu web sayfası https://www.un.org/Depts/los/index.htm adresinde bulunmakta ve ulusal düzenlemeler ve denizlere dair uluslararası antlaşmaları, “Maritime Space: Legislation and Treaties” başlığı altında bir veri tabanı olarak yayınlanmaktadır. Detaylı bilgi için bakınız, Yücel Acer, “Türkiye-Libya Deniz Siniri Antlaşmasi’nin Birleşmiş Milletler Tarafindan Tescilinin Önemi.” file:///D:/A.SETA/LİBYA-TÜRKİYE%20ANTLAŞMASI/Antlaşmanın%20Onaynın%20Önemi-SETA.pdf

[28] “Yunan Dışişleri çevreleri uluslararası deniz hukukuna göre Türkiye’nin Libya ile sınırı bulunmadığını belirterek, böylesi bir mutabakatın bu nedenle geçersiz olduğunu savunuyor. Atina ayrıca Ankara’nın bu tür girişimlerle Girit Adası’nın güneyindeki kıta sahanlığını ihlal ettiğini öne sürüyor.” https://www.dw.com/tr/atina-türkiye-libya-mutabakatı-uluslararası-hukuka-aykırı/a-51458139 (28.11.2019)

[29] Bakınız, The Letter dated 14 February 2020 from the Permanent Representative of Greece to the United Nations addressed to the Secretary-General. Annex to this letter is the Letter dated 9 December 2019 from the Permanent Representative of Greece to the United Nations addressed to the Secretary-General. A/74/706. 19 February 2020. Website of the Division for Ocean Affairs and the Law of the Sea; Letter dated 9 December 2019 from the Permanent Representative of Greece to the United Nations addressed to the Secretary-General. Ayrıca bakınız, https://www.ntv.com.tr/dunya/yunanistandan-bmye-turkiye-libya-anlasmasi-itirazi,G-pBf5xnUUu3N-aut7dN3Q (10.12.2019)

[30] Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, Büyükelçi Muhammed Yunus Menfi'ye ülkeyi terk etmesi için 72 saat süre tanındı. https://tr.euronews.com/2019/12/06/yunanistan-turkiye-ile-anlasma-nedeniyle-libyanin-atina-buyukelcisini-sinir-disi (12.06.2019)

[31] AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'in ofisinden yapılan yazılı açıklamada, “AB, Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Ege Denizi'ndeki faaliyetleri çerçevesinde GKRY ve Kıbrıs ile tam dayanışma içinde olmayı sürdürüyor.” ifadesine yer verildi. https://tr.euronews.com/2019/12/05/ab-den-turkiye-ye-libya-ile-yapilan-anlasma-metni-geciktirilmeden-bize-ulastirilmali (05.12.2019)

[32] https://tr.euronews.com/2019/12/06/turkiye-libya-anlasmas-dogu-akdeniz-de-yeni-bir-krize-neden-olabilir-mi (06.12.2019)

[33] Bakınız, https://www.yeniakit.com.tr/haber/turkiye-libya-mutabakati-sonrasi-misirdan-tehlikeli-hamle-963466.html (12.12.2019).

[34] https://tr.euronews.com/2019/12/06/turkiye-libya-anlasmas-dogu-akdeniz-de-yeni-bir-krize-neden-olabilir-mi (06.12.2019)

[35] Türkiye bu durumları önlemek adına bazı tedbirler almaya gayret göstermiş gözükmektedir. Yunanistan-Mısır antlaşması imzalanmadan önceki süreçte, Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, “Türkiye bu anlaşmayı imzalamadan önce tarafları hakkaniyet çerçevesinde bir uzlaşı için görüşmelere çağırmıştır ve halen de görüşmelere hazırdır ancak Türkiye'nin uluslararası hukuka dayalı ve hakkaniyeti temel alan bu yaklaşımı karşısında görüşmelere başlamak yerine sadece tek taraflı adımlar atarak Türkiye'yi suçlamak tercihine gidilmiştir." ifadesini kullanmıştı. https://tr.euronews.com/2019/12/05/ab-den-turkiye-ye-libya-ile-yapilan-anlasma-metni-geciktirilmeden-bize-ulastirilmali (05.12.2019)

TYB Akademi 31 / Doğu Akdeniz

Bu haber toplam 4266 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim