Çok tuhaf bir işleyişe sahip düşünce ve edebiyat dünyası var ülkemizin. Düşünerek hareket edilmesi gereken yerlerde duygularla, duyguların şaha kalkması gereken zamanlarda akılla hareket ediliyor. Hayatın bütün alanlarına giren her şey sevmekle nefret etmek arasında gidip gelen bir sarkaca hapsediliyor. Bireysel dünyadaki savaşlar, çelişkiler ilgilenilen, uğraşılan, üzerinde çalışılan tarihi, kültürel, sanatsal, edebi çalışmalara da yansıyor. İnanılan siyasi, ideolojik kabullerin ötesinde başka hiçbir düşünceye, çalışmaya değer atfedilmiyor. Tarih ve tarihi şahsiyetler ya tapınılacak ya da yerin dibine batırılacak, gerçeklikten kopuk şahsiyetlere dönüştürülüyor. Alın terinin, emeğin yerini ilişkiler, bağlantılar, klikler dolduruyor. Kimin kimle bağlantısı daha sağlamsa o öne çıkıyor. Kim daha çok emek harcıyorsa o görünmüyor. Farklı sesleri, özgün duruşları, aykırı yansımaları yok eden, silen, görmezden gelen bir anlam dünyası var. İllaki her şey birbirine benzeyecek!...
27 Aralık 1907’de İstanbul’da doğan, 15 Ekim 1958’de yine İstanbul’da vefat eden Asaf Halet Çelebi, yukarıda anlatmaya çalıştığımız işleyişin en büyük mağdurlarından. Evet, ciddi anlamda hesaplaşılması ve siyasi, kültürel, edebi bünyemizden kesilip atılması gereken hastalıklı bir işleyiş. Bu işleyiş en çok da aydınların, düşünürlerin, edebiyatçıların mahfillerinde.
Yazının devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/18261/kendi-ozgun-sesini-yakalamisti-asaf-halet.html
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.