• İstanbul 13 °C
  • Ankara 14 °C

“Edebiyat”sız ve “Edep”siz Türkçe

C.Yakup ŞİMŞEK

TDK’ye göre Türkçe “edebiyat”sız kalmalıydı ve “edep”siz olmalıydı. Nitekim “edep” kelimesinin yerine geçirmek üzere önce “edev” diye bir kelime uydurmuş, sonra da “saygıbilirlik” şeklinde bir söz kurmuştu.

“Edep yâhû” sözünü veya “Edep bir tâc imiş nûr-ı Hudâ’dan / Giy ol tâcı emîn ol her belâdan” gibi mısraları hayat düsturu edinip bunlarla evinin duvarını, gönlünün dağarını süsleyen insanlar elbette saygının da en güzelini bilirlerdi ama “edep”lerini terk edebilirler miydi?

Onların dilinden “edepli, edeplice, edepli edepli, edep yeri, edepsiz, edepsizlik, edepsizce, edepsizleşmek, edeplenmek, edeplendirmek, edep etmek, edebini bilmek, edebini takınmak, edep dairesi, edep dâhilinde, edep dışı, edep erenlere, edep erkân...” sözleri de düşmezdi.

Edeb” sahibi olmayı diğer bütün hünerlerden üstün tutan bir cemiyetin “ehl-dil” fertleri, büyüklerin dizleri dibine oturup onlardan nasihat talep ederlerdi; büyükler de onlara sık sık şöyle derlerdi:

“Ehl-i diller arasında aradım kıldım taleb
Her hüner makbûl imiş illâ edeb illâ edeb”

Evet, onlar böyle düşünüyor, inanıyor ve yaşıyorlardı.  

TDK ise bu milleti o hayattan mahrum etmek istercesine onların “edeb” damarını buruyordu ve “edebiyat”larına darbeler vuruyordu. “Edebiyat kelimesi yabancı bir kelime olduktan başka anlam bakımından konusu ile de hiç bir ilgisi olmadığından...” gibi asılsız iddialar savuruyordu. Aslında onlar da çok iyi biliyordu ki “edeb” ile “edebiyat” arasında kopukluk değil kuvvetli bir bağ vardı.

Nitekim, Şinasi bu hususta “Fenn-i edeb bir ma’rifetdir ki insana haslet-âmûz-ı edeb olduğu için edeb ve sâhibi edîb tesmiye kılınmışdır...” demişti.
Şemseddîn Sâmi Bey, Kaamûs-ı Türkî’sinde “edeb” kelimesini izah ederken onun aynı zamanda “edebiyat” demek olduğunu kaydetmişti:

“Edebiyat ilmi ki hikâyât ve emsâl ve ahlâk ile eş’âr ve lisân tahsîline âlet olan sarf, nahv, ma’ânî, lügat vesâir ulûmu câmi’dir...”

Bir TDK’li olan Ferit Devellioğlu bile Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat’inde “edeb” kelimesinin aynı zamanda “edebiyat bilgisi” yerine kullanıldığını ifade ediyordu.

Kısaca, eskiler “edeb” ile “edebiyat” kelimelerini birbirinin yerine kullanacak kadar bir saymışlar ve edepsiz sözleri “edebiyat”a pek yakıştıramayıp yaklaştırmamışlar. Bu tavır mesela “edeb-i kelâm” sözünün manası düşünüldüğünde daha iyi sezilir:

“Söylenmesi kaba, çirkin veya mahzurlu görülen şeylerin başka kelimelerle daha uygun ve edepli bir biçimde anlatılması; ifade arasında bayağı ve çirkin tabirler bulunmaması.”

Hele bir “edîb” kelimemiz var(dı) ki “edep, terbiye; nezaket, zarafet” gibi mefhumlarla “edebiyat”ı aynı bünyede birleştiriyor(du). Dolayısıyla “edîb”lerin “edep”siz olması bir tezat olarak görülürdü. Mehmet Âkif, İkinci Meşrutiyet devrinin ilk günlerinde (Temmuz 1908) memleketin dramatik, travmatik, sinematik ve demokratik (!) hâlini ustalıkla tasvir ettiği bir şiirinde “Üdebânız ana avrat sövüyor birbirine...” derken “üdebâ=edipler” ile “ana avrat söv[mek]” arasındaki bu tezadı gözler önüne seriyordu.

Haydi bu incelikleri TDK’nin uydurduğu ve Türkçenin “edîb”ini boğdurduğu “yazman, yazıneri, yazıncı, yazar” sözleriyle anlatın...

Mesela, Âkif’in yukarıdaki mısrasında gördüğümüz tezatlı, sanatlı izahı ve kara mizahı “Yazmanlarınız ana avrat sövüyor birbirine...” diyerek yapın.

Yazman”dan sonra vazgeçip “yazıneri”nde mi karar kılmıştınız? O hâlde “Yazınerleriniz ana avrat sövüyor birbirine...” diyelim.

O da mı olmadı? Buyurun, bu işi son sevgilinizle yapın: “Yazarlarınız ana avrat sövüyor birbirine...”

(Mehmet Âkif hakkında “Ömrünün son senesinde öz Türkçe hidayetine erseydi, Osmanlıca şiirlerine de bir ayar verseydi...” fantezisi kuranlara armağan olsun.)

Fakat olmuyor, yine olmuyor...

Üdeba” veya “edîb” kelimeleri, bu sıfatı taşıyanların “birbirlerine ana avrat sövmesi”nin kabul edilemeyeceği gerçeğini her zaman hatırlatacaktır...

Yazarlar da Yazar ama Ne Yazar

Yazar” sözünde böyle bir meziyet olamaz.

Çünkü o yalnızca “yazmak” fiiline bağlıdır.

Onun dışındaki şeylerle bir bağı yoktur.

Edepsizi de kalpsizi de tertipsizi de ipsiz sapsızı da çapsızı da esvapsızı da kitapsızı da yazar...

Kansızı da izansızı da vicdansızı da plansızı da randımansızı da tabansızı da vatansızı da yazar...  

Sapıtmışı da çarpıtmışı da cıvıtmışı da kırıtmışı da sırıtmışı da yazar...

Cilalatılmışı da boyatılmışı da dayatılmışı da hoplatılmışı da otlatılmışı da oynatılmışı da satılmışı da yazar...

Hırsızı da arsızı da damarsızı da ayarsızı da hayırsızı da uğursuzu da yazar...

Peki, bunlar hakikatte ne yazar?

19.06.2012

Bu yazı toplam 2810 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim