• İstanbul 19 °C
  • Ankara 26 °C

Anekdotlar Arasında

Önder SAATÇİ

Fıkra anlatmayı seven bir toplumuz. Bunu kimse inkâr edemez. Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Lâz, Temel, Yahudi, vb. asırlarca mizah kültürümüzü beslemiş belli başlı fıkra kahramanlarımız olduğu gibi, zengin tarihimizin içinden süzülüp gelen ibret nümunesi anekdotlarımız da var. Bunlar da fıkraların benzerleri ama bu anlatılar fıkralardan biraz olsun farklı. İki tür arasındaki en önemli fark fıkraların anonimleşerek zamanla çeşitlenmeye uğraması. Oysa anekdotlarda bu çeşitlenme daha az görülür. Bununla birlikte, anekdotlar da fıkralar gibi sohbetlerimize tat katar. Sıkıcı geçen bir derste öğretmenin, veya camide uzun uzun vaaz eden vaizin imdadına çoğu zaman bu anekdotlar yetişir. Anekdotlar çoğu zaman tarihî şahsiyetlerle ilgili olduğundan tarihi sevdirmede de etkili bir araçtır, denebilir. Meselâ, Osmanlı’nın adam kıtlığı çektiği dönemde devlet kademelerinde önemli görevler üstlenmiş Keçecizade Fuat Paşa’dan pek çok anekdot nakledilir. Bunlardan biri şöyledir:

Keçecizâde’nin Rusya’da bulunduğu sıralarda Rus Çarı, Paşa’ya takılır:
- Paşa, şu Girit’i satsanız!
- Hay hay, satalım ekselans.
- Kaça satarsınız?
- Aldığımız fiyata.

Girit’in yirmi seneyi aşkın bir zamanda ve binlerce şehit verilerek alındığını bilen Çar sararır.

Osmanlı’nın en uzun süre (46 yıl) iktidarda kalmış padişahı Kanunî Sultan Süleyman ve devrin ünlü Şeyhü’l-İslâmı Zenbilli Ali Efendi arasında geçen şu anekdot da ibret dersi niteliğindedir:

Güneşli bir bahar günü Topkapı Sarayı'nın bahçesinde dolaşan Kanunî Sultan Süleyman ağaçlardan birine çok miktarda karıncanın musallat olduğunu görür. Karıncaları topluca imha etmeyi düşünürse de acele etmez. Zenbilli Ali Efendi'ye şu beyti soru maksadıyla gönderir: 

Dırahte(ağaca) ger ziyan verse karınca, 
Ziyanı var mıdır, anı kırınca?

Şeyhü'l-islâm Ali Efendi de cevabını şu beyitle yollar: 

Yarın Hakk'ın divanına varınca
Süleyman'dan hakkını alır karınca.

Anadolu’yu ebedî yurt tutmamızı sağlayan büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan’dan nakledilen şu anekdot da onun gözü pekliğini, kahramanlığını ve cesaretini anlatan enfes bir hatıradır:   

Sultan Alp Arslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip; üç yüz bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der. Alp Arslan hiç önemsemeyerek şöyle karşılık verir:
- Biz de onlara yaklaşıyoruz.

Tarihimizin hep savaşlarla geçmediğini, atalarımzın bizlere bir büyük v muhteşem bir medeniyeti miras bıraktığını da tarih bilincine sahip olanlar bilirler. Bu zenginliklerimiz de anekdotlarda yerini bulmuştur. Meselâ, büyük Osmanlı münevveri İbnü’l-emin Mahmud Kemal İnal’dan pek çok anekdot nakledilir ki her biri ayrı bir hayat dersi niteliğindedir. İşte onlardan biri:

İbnü’l-emin Mahmud Kemâl İnal’a sormuşlar:
- Sizdeki bilginin çok azına sahip olmalarına rağmen sizden çok daha fazla tanınanlar var. Bunun sebebi nedir?
Hazret şöyle cevap vermiş:
- Ben bilmek için öğrendim, onlarsa bilinmek için!..

Ünü bütün dünyaya yayılmış ünlü hekimimiz İbn-i Sina’dan da şu anekdot nakledilir:

İbn-i Sinâ’ya sormuşlar:
- Dünyada devası olmayan bir dert var mıdır?

O da şu hakimane cevabı vermiş:

- Derdin devasızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır.

 

Anekdotlar bazen de bir deyimin veya bir edebî ürünün nasıl doğduğunu hatırlatr: Meselâ, dilimizdeki “Buyurun cenaze namazına. ” deyiminin ve ünlü bir şarkının nasıl doğduğu şu iki anekdotta anlatıldığı gibi oluştuğu söylenir:

 

4. Murad’ın içki yasağı koyduğu yıllarda Bekri Mustafa kayıkçılık etmektedir. O günlerde tebdil gezen(kılık değiştirerek) padişah bir gün onun kayığına biner. Boğaz’ın ortalarına geldiklerinde Bekri zuladan çıkardığı şişeden bir yudum çekerek yolcuyla sohbete başlar. Bekri Mustafa, kimlerdensin diye sorunca 4. Murad, Kayılardanım, diye cevap verir. Peki, hangi sülâleden diye sorduğunda  da Sultan Murad, Osmanoğullarından, der. Adını da lütfeder misin, deyince “Murad” cevabını alır. Şu bizim padişah Murad mı? diye sorduğunda da “elbette”  cevabı karşısında sonunun geldiğini anlar ve şu tarihî cevabı verir: Buyurun cenaze namazına.

 

Söylenenlere göre, Ahmed Rasim Bey’in bestelediği ünlü “Bu akşam gün batarken gel” şarkısı da şu hadisenin sonucunda ortaya çıkmıştır:

Hem edip hem de musıkişinas(müzisyen) olan Ahmet Rasim Bey ünlü bestekâr Tatyos Efendi ile pek samimi idi. Her gün, gece yarılarına kadar işret(içki) meclisleri kurar, zevk u safa ederlerdi. Ahmet  Rasim’in karısı ise bu durumdan hiç de memnun değildi. Bir gün kocası evden çıkarken ona sıkı sıkıya, “Sakın geç kalma, erken gel.” diye tenbih eder. Buna aldırmayan Ahmet Rasim, bir de karısını alaya alarak onun bu cümlesini gün boyu tekrar eder durur. Akşam Tatyos Efendi ile bir araya geldiklerindeyse bu cümlenin üzerine birkaç ilâvede bulunur ve o meşhur şarkı oracıkta besteleniverir:

Bu akşam gün batarken gel.
Sakın geç kalma erken gel.
Tahammül kalmadı artık.
Sakın geç kalma erken gel.

Cefâ etme bana mâhım, 
Sonra tutar seni âhım, 
Üzme beni şîvekârım, 
Aman geç kalma erken gel.

Anekdotlar bazen de insanın yalnızca eğlenme ihtiyacını karşılar. Her anekdotta hikmet aranmaz elbette. Meselâ, Şair Eşref, Süleyman Nazif gibi edebiyatımızın çok değerli kalemlerinden pek çok anekdot nakledilmiştir. Bunlardan bir demet:

 

19. asrın ikinci yarısında yaşamış Şair Eşref bir kasabada kaymakamlık ederken vali sırayla kazaları dolaşıyormuş. Valiyle pek geçinemeyen Eşref Bey de durumu fırsat bilerek ona bir telgraf yazmış. Telgrafın metni şöyledir: İnşallah, kazaya uğrarsınız.

 

Süleyman Nazif de Malta’daki sürgün günlerinde arkadaşlarıyla vakit geçirmek üzere sohbet ederken söz ilk çapkınlıklardan açılır. Herkes ilk çapkınlık hikâyesini bire on katarak anlatırken sıra Enver Paşa’nın babasına gelir. Pek muhterem bir zat olan Paşa, eski topraktır. Verdiği cevap da ağırbaşlıdır: Gençler, der meclistekilere; beni mazur görün. Anlatacak bir şeyim yok. Çünkü ben ömrüm boyunca harama uçkur çözmedim. Taşı gediğine koymakta usta olan Süleyman Nazif  fırsatı kaçırmaz ve şöyle der:

-Ah paşam, ah! Keşke sen helâline de uçkur çözmeseydin. Baksan a, başımıza ne geldiyse şu senin oğlun yüzünden geldi.

 

Görüldüğü üzere, bütün bir tarihi ve onun taşımış olduğu zengin kültür malzemesini anekdotların arasından bulup çıkarmak mümkün. Hem eğlendiren hem düşündüren daha nice yakası açılmadık anekdotlar bugün bile kim bilir hangi tozlu raflarda, yahut eski bir hatıra defterinde, sayfaları sararmış ve dökülmeye yüz tutmuş kitaplarda gün yüzüne çıkmak için meraklılarını bekliyordur. Kim bilir niceleri de hafızalardan silinip nisyan(unutkanlık) denizine terk edilmiştir.

 

Ne de olsa hafıza-i beşer nisyan ile mâlüldür.

 

26 Mayıs 2012

Bu yazı toplam 2205 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim