• İstanbul 18 °C
  • Ankara 23 °C

Irak’ta Meselenin Özü

Önder SAATÇİ

Batılıların, hasta adam ilân ettikleri Osmanlı’yı kendi hâline bırakmaları     beklenemezdi.  Avrupalılar, Osmanlı’nın çekirdeğini manevî(dinî) özünden tecrit ederek(soyutlayarak)Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde zapt ettikten sonra, şapkadan tavşan çıkarırcasına, Osmanlı’nın külleri üzerinde, 20’den fazla devlet kurdurdular. Osmanlı’nın cesedi çiğnenerek kurulan bir sürü Arap devleti 20. asırda ya birbiriyle savaştı veya parçalandı. Yemen’i önce Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye böldüler sonra savaştırdılar. Filistin’i İsrail’e peşkeş çektikten sonra Yahudileri Arap komşularının üzerine salarak Oratadoğu’yu kan gölüne çevirdiler. Balkanlarda Bosna faciasının baş mimarlığını yaptıktan sonra da Sudan’ın bölünmesini başarıyla(!) tezgâhladılar. 2003 yılından beri de Irak’ın yamalı bohça halinden faydalanarak bu ülkeyi kurtlar sofrasına çevirdiler. Suriye’nin de Irak’tan farkı yok. Bütün bunların ardında da zengin petrol yataklarını kontrol etme politikaları var.

Osmanlı’nın tarihe intikal etmesiyle, onun birleştirici gücü olan İslâmın kitleleri bir arada tutan sosyolojik etkisi de ortadan kalkmış oldu. Böylece, Irak ilk kurulduğu günden beri bir kavmiyetler ve mezhepler cehennemine dönüştürüldü. Gerek Irak’taki gerek Türkiye’deki Millî devlet yapılanmaları dinin esas alındığı millîlikten kavmiyetin öne çıkarıldığı bir “ulusçuluk”a dayandırıldı. Millî devletler, içinde barındırdıkları farklı etnik unsurları ret ve inkâr ederek ucuz bir ulusçuluğu birleştirici İslâm kardeşliği ve kader birliği gibi tarihî kazanımlara tercih ettiler. Bu ırkçı-ulusçu tutumu Ermenilerin ve Balkan devletlerinin, içlerinde barındırdıkları veya komşu oldukları Türkleri katliamlara tabi tutmasında görebileceğimiz gibi, Türkiye’nin yakın tarihinde ve Irak’ın yakın geçmişinde de görmek mümkündür.  Bu gibi ulusçuluk politikaları zamanla, bir taraftan ırkçı-ayrılıkçı eğilimleri beslerken bir taraftan da emperyalist (sömürgeci) yabancı güçlerin yıkıcı politikalarını icra edebilmelerine uygun bir zemin hazırladı. Geçmişte, Türkiye’de “Türk milliyetçiliği”ni üreten kadronun dinden uzak durmasıyla(Bunu bazı tarihî zaruretlere bağlayanlar da vardır.) bugün Kürt ayrılıkçılığının piyonlarının Kürtlere, İslâm yerine eski dinleri Zerdüştlüğü hatırlatmaya çalışması arasında bir doğru orantı olmadığı iddia edilebilir mi?...

Bu kısa tarihî-sosyolojik tahlilden ve uzun girişten sonra Irak’ta cereyan eden hadiselere daha iyi nüfuz edebiliriz, sanırım.

Irak’taki Arap ırkçılığıyla karşı karşıya gelen Türkler(Bugün daha çok “Türkmen” diye anılıyor.) ve Kürtler bu mesele karşısında farklı tutumlar sergilediler. Irak Türkleri, gerek tarihten tevarüs ettikleri medenî alışkanlıklarından gerek güçlü bir lideri içlerinden uzun süre çıkaramadıklarından ve gerek bir dış güç tarafından şöyle ya da böyle desteklenmediklerinden hiçbir zaman Irak devleti aleyhinde bir faaliyette bulunmadılar. Türkmenler, uğradıkları bütün mezalime rağmen bugün dahi Irak’ın bütünlüğünü en çok savunan kitledir. Kürtler ise 50’li yıllardan itibaren Molla Mustafa Barzani’nin başını çektiği bir silâhlı ayaklanmayı yürüttüler ve bugün de oğul Barzani’nin elebaşılığında Irak’ta hedeflerine büyük ölçüde ulaştılar. Kürt hareketi başlangıçtan beri sol karakterliydi ve emperyalistlerin (Rusya, İsrail, ABD) güdümünde yoluna devam etti. Kürt lider baba Barzani 50’li yıllarda Türkmenleri de yanına çekmek istediyse de Türkmenler Komünist Kürtlerle iş birliğine girişmediler. Bunun bedelini de 14 Temmuz (1959) Kerkük Katliamı’nda ağır bir şekilde ödediler. Bugünden bakınca, Türkmenlerin o günkü tavrının her şeye rağmen isabetli olduğunu söylemekte beis görmüyoruz. Zira, Türkmenler o günlerde Kürtlerle el ele verip Irak Hükûmetine karşı ayaklansalardı bugün yine de petrol iştihasıyla üzerlerine gelen ve kökü İsrail’e dayanan entrikaların hedefine oturtulacaklardı. Zira Irak’taki bütün kavga petrol üzerine kurulmuştur. Irak’ın kuzeyinde düşünülen Kürt devletinin hâlâ tam müstakil olamayışı Türkmen ve petrol şehri Kerkük’ü kendi sınırlarına henüz katamamış olmasında aranmalıdır.

Irak’ta bugünkü kavmiyet ve mezhep çeşitliliğinin tarihten tevarüs edildiği gün gibi ortadadır. Ancak, bu farklılıkların çatışma konusu haline gelmesi Irak’ta bir “ulus-devlet” modelinin İngilizlerce Osmanlı sonrasında devreye konmasından sonradır. Bu gibi devletlerde her ne kadar bir “ulus” bilinci geliştirilmek istense de hiçbir zaman kavmiyetten milliyete geçiş mümkün olmamaktadır. Irak’ta bugüne kadar bir Iraklılık kimliği teşekkül etmemişse ve bu ülke bir insan mezbahasına dönüştürülmüşse bunun sebebini biraz da tarihî gerçeklerle alay edercesine kurdurulan “ulus-devlet” mekanizmalarında  aramak lâzım.

Bugün gelinen noktada ise Osmanlı coğrafyasının daha fazla bölünmeye tahammülü kalmamıştır. Her bölünme bir başka çatışmayı da beraberinde getirecektir. Barzani ve Talabani liderliğindeki Kürtler Irak yönetiminden çektikleri sıkıntıların acısını Türkmen kardeşlerinden çıkararak veya bütün Iraklıların ortak malı olan petrolü tek başlarına(ABD –İsrail menfaatleri gereği) kontrol ederek daha emin bir istikbale çıkamayacaklardır. Kürtler şunu bilmelidirler ki çevre ülkelerden toprak koparıp büyük Kürdistan hayalleriyle  yeni bir “ulus” kimliği inşa edilemez. Milletleşme ise tarihin getirdikleriyle mümkündür ve ırk, soy gibi ayrıntılarla kavranamayacak kadar geniş bir kavramdır. Bugün bu bölgeye lâzım olan barış ve kalkınma her kavmiyetin kendi sınırları içinde barındığı küçük zümrelerin tahakkümüne verilmiş ve ipi başkalarının elinde olan kukla devlet yapılanmalarıyla asla gerçekleştirilemez. Gerek Türkiye’de gerek Irak’ta Kürtlerin daha uzun bir müddet Türk ve Arap kardeşleriyle birlikte yaşamaları kendi menfaatlerinedir.

Bölge dışından dayatılan her türlü çözüm modeli ve teklifinin(özerklik, bağımsızlık, ortak yönetim, federalizm, vs.) bu bölgenin emniyetine ve istikrarına hizmet etmeyeceği bilinmelidir.

 

 

 

Bu yazı toplam 1217 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim