• İstanbul 17 °C
  • Ankara 17 °C

Nazife Şişman ile 'Dijital Çağda Müslüman Kalmak' Üzerine Konuştuk

Nazife Şişman ile 'Dijital Çağda Müslüman Kalmak' Üzerine Konuştuk
''Her şeyin göze hitap ettiği, 'görünmek var olmaktır' mottosunun hâkimiyeti altındaki bir dünyada, kulağımızı hakikate nasıl vereceğiz? Bu dert, kitaptaki yazıların kalkış noktası.''

Nazife Şişman, kendi adıma 3-4 yıldır merakla beklediğim, bir kısmını önceden okuma imkânı bulduğum yazılarını nihayet kitaplaştırdı. “Dijital Çağda Müslüman Kalmak” başlıklı kitap, 3 ana bölümden oluşuyor: “Bildiğimiz Kitabın Sonu”, “Dijital Çağda Gören Kim, Görünen Kim?”, “Teknoloji’nin İnşa Ettiği Yeni Kültür”.

Birbiriyle irtibatlı ama konuya farklı noktalardan yaklaşan makalelerden oluşan kitapta daha çok ilgimi çeken ise, “Bildiğimiz Kitabın Sonu” ve “Teknolojinin İnşa Ettiği Yeni Kültür” başlıklı bölümlerde yer alan yazılar oldu. 

Bazılarının ilk versiyonlarını gazetede (internette tabi ki) okuduğumda, itina ile yazdırıp dosyalayıp evde sakladığım bu yazıların da içinde yer aldığı kitap ve içerdiği konular üzerinden Nazife Şişman ile bir söyleşi gerçekleştirdik. 

“Bildiğimiz Kitabın Sonu” bölümünde yer alan yazılar çok geniş bir alanı kapsıyor. Ben öncelikle bildiğimiz kitaptan başlamak istiyorum; bildiğimiz matbu kitap hakkında ne söyleyebiliriz? McLuhan’ın “Gutenberg Galaksisi” dediği galakside insanlar nasıl düşünür, yazar, okur?

Bizim “bildiğimiz kitap” matbu kitapla sınırlı değil, takdir edersin ki. Biz kitap deyince Kur’an-ı Kerim’i anlayan ve bu yüzden de yerde üzeri yazılı bir kağıt parçası görse öpüp başına koyan bir kültürden geliyoruz. Daha doğrusu bizden önceki kuşaklar böyleydi ve okumuş çocuklar/cahil halk gerilimi bu bakımdan epistemolojik bir gerilimdi aynı zamanda. Bu uzun bir konu.

“Bildiğimiz kitap” derken kastettiğim, Gutenberg Galaksisi’nin, yani metnin iki kapak arasına yerleştirildikten sonra basılarak çoğaltıldığı bir evrenin kitabı. Matbu kitap Batı’da yeni bir bilgi organizasyonunu beraberinde getirdi. Ortaçağda Avrupalılar’a ancak Kilise aracılığı ile bilgiye ulaşabilecekleri söyleniyordu. Matbaanın icadıyla birlikte bu tekel kırıldı ve bilgi demokratikleşti. Reform da bu kanalla ivme kazandı ve herkes İncil’ini kendi anadilinde okuyabilmeye başladı. Roma’nın siyasi hâkimiyeti ile birlikte kilisenin bilişsel hâkimiyeti de güç kaybetti.

Yani bilgi sekülerleşti.

Evet, bilgi sekülerleşti, ama iktidar aracı olmaya modern devletler elinde devam etti. Artık devletin sansüründen geçebilen bilgi tedavüldeydi. 19. ve 20. yüzyıllarda liberalizmin yükselişi ise durumu biraz özgürleştirse de bilgiye ulaşmak bir grup seçkin uzman dolayımından gerçekleşmeye devam etti. Bu arada kapitalist ekonominin her şeyi alınıp satılacak bir nesneye indirgeme sürecinden bilgiyi ulaştıran araçlar da etkilendi. Telif hakları, fikir ürünleri gibi hukuki düzenlemeler, bilgiyi kapitalist sistemin alınıp satılan metaları arasına kattı. Yani bilginin taşıyıcısı rahipler değildi artık; üniversiteler, aydınlar, uzmanlar ve matbaalarda basılan kitaplardı. Bu aynı zamanda otoritenin değişmesi anlamına da geliyordu. Kilisenin bilgi üzerindeki otoritesini sarsan, ansiklopedinin, aydının ve üniversitenin bilginin kaynağı olduğu bir sisteme geçiş, “bildiğimiz kitabın” mihmandarlığında bilginin organizasyonunu değiştirerek modernliğin temelini oluşturdu.

Matbaayı bilginin herkese yayılması noktasında önemli bir aşama olarak gösteriyorsunuz. Benzer bir durum bugün de yaşanıyor. “Bilginin demokratikleşmesi”ni İslam Dünyası da yaşadı mı?  Nasıl yaşadı? Bugün nasıl yaşıyor? 

İslam tarihinde bilgi, iktidar ve kitap ilişkisini bir röportaj sorusunun cevabı olarak “zip”leyip sunmam takdir edersin ki mümkün değil. Ama en azından şu hususu vurgulayabilirim. Kitap, Kur’an’ın konumuna nispet edildiği için tartışılmaz bir yere sahip olmasına rağmen hiç bir zaman müderrisin yerini almamıştır. Kur’an gökten zembille inmemiş, Müslümanlar Kur’an’ı da “yürüyen Kur’an” diye tavsif edilen Hz. Peygamber’in rehberliğinde öğrenmişlerdir. Devam eden silsilede de insan, yani âlim/arif her zaman merkezîliğini korumuştur. Müslüman âlimler, tek meşru bilginin icazet verilmiş bilgi ve icazet verilmiş bilginin de silsileye dayalı olması gerektiğine karar vermişlerdir. Fakat bu sistem, ruhban sınıfı olmadığı için hiç bir zaman kilisedeki gibi bir tekelleşmeye yol açmamıştır. Ehliyet ve icazet, uzmanlığı belirleyen ana unsurlar olmuş, avam ve havas ayrımı da beşeri özelliklerden ziyade bu unsurlara dayandırılmıştır. Bunun yanı sıra halkın tecrübî bilgisi “örf” kavramıyla fıkıhta kendisine yer bulmuş; “sağduyu”, “kocakarı imanı” gibi kavramlaştırmalar da bilginin deruni ve sezgisel boyutunun göz ardı edilmemesini sağlamıştır.

 

Devamı için: http://www.dunyabizim.com/soylesi/25573/nazife-sisman-ile-dijital-cagda-musluman-kalmak-uzerine-konustuk

Bu haber toplam 2856 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim