• İstanbul 19 °C
  • Ankara 23 °C

Dr. Öğr. Üyesi Emrullah Kılıç: Necmettin Tozlu Felsefesinde Düşünme Sorunu

Dr. Öğr. Üyesi Emrullah Kılıç: Necmettin Tozlu Felsefesinde Düşünme Sorunu
Düşünme faaliyeti esasında karşılaştığımız ikircikli durumlarda açığa çıkan bir faaliyettir. Düşünmek en temelde bir yol ayrımıdır.

Nasıl düşünüleceğine dair pek çok yaklaşım söz konusu olsa da birinin diğerine üstünlüğünü kesin olarak söylemek mümkün değildir. Ancak bu düşünme yöntemleri betimlenebilir ve diğerlerine göre neden üstün olduklarını ortaya koymaya dair çabalara girilebilir. Pürüzsüz bir faaliyet olmayan düşünme kendiliğinden tutuşup açığa çıkan bir faaliyet de değildir. Olup biten pek çok şey karşısında insanoğlunun çıkış yolu araması ile başlayan düşünme, en ilkelinden en gelişmişine kadar insanın ihtiyacını gidermeye, olay ve olguların makul sebeplerini anlamaya yönelik olmuştur. Düşünme ilişkileri belirleme sürecidir. Bu bağlamda düşünce eski ilişkileri bulup gün yüzüne çıkarma etkinliği değildir (Dewey, 2022: 15, 87). Düşünme, sanıldığı gibi bir çırpıda açığa çıkan bir hadise olmayıp meşakkatli bir yolculuk ve arayışın kendisidir. Buradan hareketle insanın “düşünüyorum” dediğinde salt bir şeyi düşünmekten öte bir kavrayış ve buna bağlı bir dünya görüşü ve yaşantıya da göndermede bulunduğunu fark etmemiz gerekir. Söz konusu farkındalık ise bizi düşünmenin kendi içinde bitimsiz aşamalarının olduğunu ve bu aşamaların da düşüncenin talep ettiği unsurlarla ve yaşamla ilişkisel sonuçları olduğuna götürür. Kendi zamansal ve mekânsallığına referans ile gerçekleşen düşünme düşünürün düşünüşünden pay alır. Düşünür, söz konusu payın sorumluluğu çerçevesinde gereğini yerine getirebilecek insanların mevcudiyetine ve o insanların bağlı oldukları medeniyet ufkuna gönderme yapar. Zamansal ve mekânsal olanda- durarak- meydana gelen düşünme faaliyeti üstü örtük olan şeyin açığa çıkarılması hadisesi olarak da görülebilir. Söz konusu açığa çıkarma faaliyeti eğitim ve kültürün içerisinde sözcükler ve dilin gerçeklikle ilişkisine bağlı olarak  yeni yaşama formları üretme teklifleri ile de çok katmanlı bir yapıya bürünür.

Düşünme yukarıda da ifade edildiği gibi düşünürün yaşadığı çağda kendi kültürünü, dilini, kendi kavram haritasını, kendi kaygı ve deneyimiyle anlamlandırdığı bir dünyayı resmeder. Dolayısıyla düşünme düşünürün kendi mizacı ve idraki doğrultusunda dünyaya yönelmesi ve oradan anlamlar zinciri oluşturmasına karşılık gelir. Bu bağlamda düşünmenin bir ürünü olan bilgi de evrensel ve zorunlu bir bilgi olmaktan çok yerellik ve olumsallıkla ifade olunur. Yerellik ve olumsallığa dayanan bilme anlayışı ise her türlü düşünceyi faydalanılabilir bir zemine, dolayısıyla deneyime taşır. Söz konusu durum ise düşünmenin en önemli özelliğinin yaşantıya dönüşen bir niteliğe sahip olmasını fark etmemizi ve buna uygun hareket etmemizi gerektirir. Böylece deneyimlerimizi kendi gerçekliği içinde açılımlayarak hayatın aktüel akışını mümkün olan en geniş ve asli çerçevesinde ele alma ve bu doğrultuda şahsiyetler üzerinden bir inşa faaliyetine dönüştürme imkanına kavuşabiliriz. Düşünmeye bağlı söz konusu inşa varoluş ile iç içedir. Varoluşu da sadece ratio’dan ibaret görmemek, mümkün olan bütün farklı boyutlarıyla anlamak, kognitifliğe hapsetmemek gerekir. Bu bağlamda düşünme çoğu zaman bir medeniyet ufku, dünya görüşü ve buna bağlı insan ve eğitim modeli perspektifinde hayat bulur. Söz konusu perspektif yakın dönem Türk düşüncesi açısından oldukça önemli tartışmalara sahne olmuştur. Yakın dönem düşünce tarihimizi belirleyen eski-yeni, gelenek-modernlik, doğu-batı, din-bilim, Batılılaşma-teknoloji-ahlak, eğitim-kültür vb. konulardaki tartışmalar Türk modernleşmesi sorununu da kapsayacak biçimde yapılagelmiştir. En derininde insan, toplum, ahlak, kültür ve medeniyet anlayışı çerçevesinde şekillenen söz konusu düşünme süreçleri nihai anlamda düşünmenin varoluşu ortaya koymada etkin bir güç olduğunu fark eden ve insanın daima düşünmeden pay alacağını bilen düşünürler tarafından son derece dinamik biçimde yürütülmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda başat rol oynayan düşünme sorunu, nasıl düşünüleceğine dair usul tartışmalarını da beraberinde getirmiş ve nihai anlamda tartışmaların ekseriyeti eğitim ve düşünme eğitimi ile ilişkili olarak cereyan etmiştir.

Eğitim felsefecisi olarak bilinen Tozlu, Türkiye’deki düşünme, düşünme eğitimi ve eğitim ile ilgili hususlarda önemli çalışmalarda bulunmuştur. Tozlu, söz konusu bağlamda Cumhuriyet dönemi Türkiyesi’nde felsefî değerlendirmeler yapan az sayıdaki düşünürlerimizden biridir. Çağın ve medeniyetin karşılaştığı sorunlara da vakıf olan Tozlu’nun önerdiği çözüm önerileri de yine insan ve onun iyi yetişmesine matuftur. Önerilerini de bir zihniyet çerçevesinde ortaya koyan Tozlu’nun arayışının, Türk düşüncesi ve buna bağlı eğitimini de kendi asli malzeme ve imkanlarımızla yeniden inşa arayışına yönelik bir girişim olması bakımından önem arz etmektedir. Yukarıda ifade edilen hususlardan hareketle çalışmamız öncelikle yakın bir dönemde kaybettiğimiz Tozlu’nun felsefesi bağlamında düşünme ve onunla ilişkilendirdiği sorunlara odaklanmayı amaçlamaktadır. Günümüzde daha çok katı rasyonalitenin yörüngesinde inşa olunan düşünmenin yol açtığı krizler düşünüldüğünde, Tozlu’nun varlık kategorilerine bağlı olarak ortaya koymaya çalıştığı felsefesi ve buna bağlı düşünme metodunun hayatın asli ve aktüel durumlarına vereceği ufkun önemli olduğunu ifade edebiliriz.

Varlık İçinde Yer Bulmak: Düşünmek

Tozlu’nun bütün felsefi görüşlerinde insan ve insanı önceleyen bir ahlaki bir düşünceyi öncelediğini ifade edebiliriz.  İnsanın düşünme yetisini değer duygusuna bağlı inşa etmeye çalışan Tozlu için düşünme öncelikle ahlâka dökülmelidir. Ahlak, varoluşu değiştirecek, o düşünmeye uygun bir yaşantı halidir. Başka bir ifadeyle Tozlu açısından düşünme, deneyimlerimizi medeniyet ufkumuz içinde serimleyen; hayatın aktüel, daha geniş ve asli durumlarına yön veren ve buna bağlı olarak şahsiyetleri “inşa eden” faaliyeti temsil eder. İnsanın metafizik boyutunun da devrede olmasını içeren söz konusu inşa ile insanın özgürleşmesi sağlanabileceği gibi değersizleştirilmesinin de önüne geçilebilir. Bu bağlamda Tozlu şahsiyeti inşa edecek düşünce eğitimine de büyük önem verir. Ahlaki duyarlılıklar ile işleyecek bu süreç insanı aynı zamanda özüne yaklaştıracak bir süreçtir. Onun düşüncesinde söz konusu öze uygun temsilin ya da insan modelinin zirvesi ise insan-ı kâmildir. Dolayısıyla düşünce ve eğitimin temel gayesi de bu insanı yetiştirmektir. Kâmil insan ne dünyadan sırt çeviren ne de onu sırtlayan insandır. İyiyi, güzeli üretmeyi amaç edinen söz konusu insan adeta kuşandığı zırhla, günümüz hâkim düşüncesinin ürettiği bir başka ifadeyle modern dünyanın, modern eğitimin yetiştirdiği, teşvik ettiği insan tipinin hırsına, acımasızlığına, bencilliğine karşı feragati, aşkı, ideali, adaleti, duyarlılığı çoğaltan, insanın insanlığını ve ruhunu yeniden kazanmasının yolunda düşünen, emek veren insandır. Böyle bir insanı inşa etmek için de gereken bir usul gerekir. Fakat bu yöntem çağdaş eğitimin yegâne yol ya da tek gerçek olarak görülen bilimsel yöntemden uzaktır. Bu yöntem insanı fiziksel ya da matematiksel olarak tek boyutla tanımadığı için yetersiz kalır ve insanı bütünlüğü içerisinde kavrayamaz (Tozlu, 2014a: 152). Temelde varlığın birliği esasına “Tevhid” e dayalı bir diyalektik ile inşa edilecek düşünceyi önceleyen Tozlu’ya göre insanlığın bunalımını aşmak mümkün olabilir. Bu bağlamda sûfi öğretiler dahil olmak üzere sünnet ve Kur’an’i bakışını içeren görüş onun düşüncesinin zeminini oluşturur (Tozlu, 2014b: 234). Bu anlayışla insanı, bilgiyi, dış dünyayı ve bunlara bağlı biçimde kurulacak sistemin hem içerimi hem de yönünü tayin eder. Bu bakımdan metot sadece bir teknoloji değildir. Metot, insanın çağdaki konumu üzerine odaklanan, neyi niçin yapmamız ve öğretmemiz gerektiğine dair bir felsefedir (Tozlu, 2014b: 242-243).

Tozlu, bugün yaşadığımız pek çok problemin nedeni bu insanı yetiştirecek düşünce gücümüzü, tefekkürümüzü ve kurumlarımızı kaybetmiş olmamıza bağlar. Çünkü düşünce bitince; “yapma, var etme, kurma ve geliştirme de biter. Böylece insan ve toplum statikleşir, zaman dışı kalır.” Batı düşüncesinin halihazırda elde ettiği gücü tek bir nedene indirdiğimizde bunun tefekkür gücü olarak ifade eden Tozlu’ya göre düşünebilen bir toplum, millet kendini de tabiatı da başka dünyaları da okumasını bilir. Özgün bir bilim üretebilir. Düşünmeyi kaybeden kendini de kaybeder. Kendilerine has bir bilim paradigması kuramayan, kurumlarını oluşturamayan, doğayı farklı bir şekilde okuyamayan bir medeniyet gayesine ulaşamaz. Bunun için yapılması gereken kendi insan, toplum ve medeniyet tasavvurlarına uygun özgün bir düşünce modeli ortaya koymaktır (Tozlu, 2014a: 151).

Düşünmeyi ve bu amaca matuf eğitim felsefesini geniş bir soruşturmaya tabi tutan Tozlu bu doğrultuda öncelikle ilkesel olarak bazı önerilerde bulunur. Ona göre ayağımızı bastığımız mekân ve baktığımız ufuk ile doğrudan bağlantılı olan felsefi düşüncenin ve ilk basamağı “kapsayıcılık”tır. Kapsayıcılık, hem kendimizi bütün boyutlarıyla ele almayı hem de yenilikleri, değişiklikleri yani dışımızdaki dünyayı kapsamayı, bilmeyi içerir. İkinci olarak; felsefe sadece kültür, eğitim, sanat, dil vs. üzerine yapılanmamalı, “aşkın”ı içermelidir. Bu bağlamda eğitim felsefesinin önemli bir alanı da metafizik alan olmalıdır. Üçüncü ilke “sorgulama” ilkesidir. Sorgulama bir idrak işi olup derinliğine anlamayı içerir. Tozlu’ya göre sorgulama hürriyet ve şahsiyetin de ölçüsü olduğu gibi yıkmanın ve yapmanın da vaz geçilmez bir boyutudur. Dördüncü husus “hayatilik”tir. Bu yüzden felsefe bütüne, tümüyle insanî olana yönelmek durumundadır. Varoluşun tüm alanlarına yayılmak, onu kucaklamak zorundadır. Bu ilke aynı zamanda saf teorik bir anlayışla yetinme olmayıp insanın tüm boyutları, ilişkileri insan-insan, insan-tabiat ve insan-Allah ilişkileri olarak oldukça geniş bir perspektifi içerir. Beşinci ilke birleştiricilik-evrensellik, “Tevhit ilkesi” olup diğer tüm bağlılıkları iptal ederek insanı Allah’a bağlayarak özgürlüğü sunan ilkedir. Son olarak insanı diğer varlıklardan ayıran “ideal” karşımıza çıkar. Tozlu’ ya göre insanın idealist oluşu diğer varlıklardan farklı olarak kültür ve medeniyete ulaştırmıştır ve insanlık yükselişini bu ilkeye borçludur (Tozlu, 2014a: 158-161).

Düşünmeyi varlıkla ilişkilendiren Tozlu, düşünmeyi; “boşlukta kalmaktan kurtulup varlık içinde kendine yer bulmak” olarak ifade eder. Bu bağlamda Tozlu düşünme eğitimine de büyük önem verir.  Düşünme eğitiminin ne olduğu ve neyi öğrettiğini sorgulayarak odaklanılması gereken yere doğru bir hedef belirler. Düşünmenin ne olduğunu mu, nasıl düşüneceğimizi mi yoksa düşünmenin yollarını mı? gibi sorular onun soruşturmasının güzergahını belirler. Tozlu bu doğrultuda bir tablo ortaya koyar ve düşünme eğitiminin çerçevesini “bilgi, değer ve şahsiyet kazanımı, eleştirel ve yaratıcı düşünebilme becerisi ve bütün bunlarla kazanılan ‘otantisite’ değeri” olarak belirler. Eğer düşünce yoksa orada ne yaratıcı bir düşünce ne de buna bağlı olarak şahsiyet inşa edilebilir (Tozlu, 2014c: 15). Çünkü Tozlu için şahsiyetin inşası ancak özgürleşme ile mümkündür. Bu bağlamda özgürleşmenin koşulu da zihinsel ve ruhsal özerliktir.

Düşünmeyi belli aşamalara bağlayan Tozlu için birinci aşama: “bilgilenme” aşamasıdır. Bu doğrultuda bir yöntem de tayin eden Tozlu, bu yöntemi takip eden herkesin rahatlıkla bilgiye ulaşabileceğini ileri sürer. Bu konuda oldukça hassas bir tutum sergileyen Tozlu’ya göre bilgi sistemi erişime açık ve şeffaf olmalıdır. İnsanların bilgi ile kurduğu irtibatın garantörü olan bu yöntem “milli bilgi sistemi” olarak ifade bulur.  Bu sistem aynı zamanda düşünmenin sağlığına hem de bu doğrultuda üretilecek duygu ve değerlerin açığa çıkması için zorunludur. Bu sistemin nihai amacı ise her türlü bağlılık ve kölelikten kurtulup özgür şahsiyetleri inşa edebilmektir (Tozlu, 2014c: 13). Bu sistem aynı zamanda ideal bir ahlakı içinde barındıran sitemdir. İnsanı sorumluluk sahibi “ahlak adamı” olarak gören Tozlu, ancak ideali olan insanlar ve toplumların ruhlarıyla ideallerini besleyip uğrunda mücadele verebileceğini belirtir. Bu nedenle Tozlu, ahlaki bir benliği ve toplumu hem inşa etmek hem de sürdürülebilir kılmanın ancak ahlaki değerlerin içerisine dahil edildiği milli bir bilgi sistemle olabileceğini savunur (Tozlu, 2003b: 248-49).

Tozlu, düşünme hususunda çoğulcu bir yöntem ile hareket edilmesi gerektiğini ileri sürer. Bu anlamda bilimsel yöntem adına sürekli horlanan gelenek, bilgi ve düşünce formlarımız yeniden ikame edilmeli, ilaveten değerlerimiz benimsenmelidir. Ona göre metot her şeyden önce bir zihniyet meselesidir (Tozlu, 2003a: 81). En mühim mesele insan olduğundan metot, kültür ve inanç alanlarını insanı kucaklayacak biçimde çoğulcu olmalıdır. Bu bağlamda metot her zihin için uyulması gereken kati bir kılıf olmamalı bir başka deyişle tiranlığa dönüşmemelidir. Metot, insanın tüm güçlerini hesaba katmalı, insana tüm yol ve yönlerden ulaşabilmelidir (Tozlu, 2003a: 84-85). Bilimsellik adı altında belirli bir metotla düşüncenin bloke edilmesi ve değişmez kurallara bağlanması bilimsel açıdan yetersiz olduğu gibi tarihin akışına da aykırıdır. Nitekim bilimsel düşünce ve metot adına otoriter bir kip olarak ortaya çıkan nihai kesinlik arayışları insanın Varlık ile bağının kopmasına ve sonunda Varlığın gerçek anlamının unutulmasına neden olmuştur (Heidegger, 2003: 20-21). Özellikle 17. yüzyıldan yöntem meselesi düşünce ve felsefeyi sınırladığı gibi zihni ve kültürel yaşamın farklı alanlarına da nüfuz etmiştir.  Bilgi için güvenilir ve sağlam zemin ve aynı zamanda kesinlik arayışı neticesinde ortaya çıkan metot, düşünceyi de sınırlı ve tek yanlı bakış açılarına mahkûm etmiş ve nihayetinde hadiseler karşısında doğru tavır alınmasını zora sokmuştur (Türer, 2010: 6). Dolayısıyla Tozlu’ya göre yapılması gereken bilimsel yöntem adına dışlanan unsurları yeniden kucaklayacak bilgi ve düşünce formları yeniden oluşturulmalıdır. Çünkü nihai anlamda zaten çağımız bilimi bir dünya görüşünün mahsulüdür. Bunun için de bilimin idealize edilmesinden vazgeçilmeli, bilim insanının bir kültürün, bir düşüncenin, ekonomik, sosyo-politik ya da ideolojik bir sistemin temsilcisi olabileceği de gözden kaçırılmamalıdır (Tozlu, 2003a: 134-137).

İnsanı ve yeni oluşumları yorumlamak düşüncenin gücüyle mümkündür. Bu nedenle kendi gerçekliğimize uygun bir yöntem ile inşa edilecek teorik temeller ile düşüncenin ufkunu en kapsamlı biçimde açabilir, önündeki blokajları kaldırabiliriz. Tozlu’ya göre ancak bu şekilde tarihsel birikimimiz bize fayda sağlar ve ancak o zaman Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre ve Mevlâna gibi düşünürler tekrar bu topluma ilham vermeye yol göstermeye devam edebilir (Tozlu, 1995: 18-26). Fakat bunun gerçekleşebilmesi için düşüncenin dinamikleştirilmesi, bunun içinde önündeki engellerin kaldırılması gerekir.

Düşünmeyi Engelleyen İdoller

Felsefecilerin, üzerine yoğunlaşıp araştırdıkları meseleler hakkında çeşitli modeller geliştirdikleri bilinen bir husustur. Bu bağlamda yoğunlaştıkları konu üzerinde eksik ve hatalara odaklanıp akabinde sorunların giderilebilmesi noktasında kendi çözüm önerilerini sunarlar. Tozlu’da düşünme sorunlarına odaklanırken çeşitli engelleri sıralar. Tozlu’nun bu konudaki yaklaşımına geçmeden önce meseleye daha geniş bir perspektif kazandırmak tarihsel süreçteki örnekler ile düşünce sorunları ile ilgili yaklaşımları da kısaca hatırlatmak istiyoruz. Bu bağlamda insan zihnini kuşatan, insanın varoluşa ilişkin bütün hususları doğru biçimde alımlaması ve anlamlandırmasını engelleyen pek çok unsur mevcut olduğunu ifade edebiliriz. Tozlu, neredeyse bütün eserlerinde düşünme yetisini ve ahlaki duyarlılıkları eğitmeye yönelir. Çünkü onun amacı öncelikle bilgi vermek değil bilgiyi, düşünce ve değere dönüştürebilmeyi amaçlar. Onun bu tutumunun temel nedeni ister bireysel ister toplumsal ya da yerel ve küresel olsun düşünme yeterliliği ve ahlak hususunda yaşanan sorunlardır. Şüphesiz benzer sorunlar hep var olmuştur. Farklı zihin kodlarını temsil etmeleri bakımından mesele üzerinde yoğunlaşan üç farklı isme yer vererek hem meseleye derinlik kazandırmak hem de Tozlu’nun yerini tespit etmek istiyoruz.

Düşünme sorunları ile ilgili öncelikle Francis Bacon’ın (1561-1626) tespitlerine müracaat etmek istiyoruz. En bilindik örnek olan söz konusu örnek “İdoller Öğretisi” ya da başka bir deyişle “Putlar Öğretisi” olarak bizi karşılayan felsefi bir referans metindir. Bilim ve düşünce dünyası için oldukça önem arz eden söz konusu engeller ve idollerin mevcut olan herhangi bir sorunu görmeye engel olan kalıplaşmış yapılar olduğu söylenebilir. Bacon bahsettiğimiz “İdoller (Putlar) öğretisi”ni, Novum Organon’un 1. kitabında tanıtır. Bacon’a göre “insan, müdrikesinde, kök salmış olan idoller, “tabiat”ın yorumuna engel olur; zihne yeni bilgilerin girişini güçleştirir, bilimlerin yenilenmesinde rahatsızlık verir. Söz konusu olan idoller: Soy/Kabile İdolleri, Mağara İdolleri, Pazar İdolleri, Tiyatro İdolleri” dir (Bacon, 2012: 18).

Soy idolleri, temelde Aristoteles mantığının eleştirisine dayalı olarak insanın şeylerin belirli kalıp ve düzende ve belirli ilkelere bağlı olarak kavranmasını içerir: “İnsanın doğasında ve bizzat insanın soy veya ırkının doğasında vardır. Çünkü insan, anlamsız bir bicimde şeylerin ölçüsü olduğunu iddia eder, üstelik bununla da kalmaz hem duyuların hem de zihnin bütün algılarının kaynağı olarak evreni değil, insanı gösterir. İnsan zihni, ışınlan yayması, çarpıtması ve şeklini bozması bakımından kendi özelliklerini farklı nesnelere veren içbükey ve dışbükey aynalara benzer”. Mağara idolleri ise kişiden kişiye farklılık gösteren bireysel idoller olup kişinin ailesi, çocukluk deneyimi, eğitimleri, cinsiyeti, inanışı gibi hususları içerir. Olay ve olguları kişinin kendi dar çerçevesinde değerlendirmesine yol açan söz konusu idoller basmakalıp bir zihniyeti imler: “Mağara idolleri, her biri bireysel olan idollerdir. Çünkü herkes (insan ırkında ortak olan hatalara ek olarak) ya kendine özgü ve tek olan yaratılışından dolayı; ya eğitimi ve diğer kişilerle olan ilişkilerinden dolayı; ya okuduklarından dolayı ve bireyin hayranlık ve saygı duyduğu kişilerin otoritelerinden dolayı; ya zihinde meydana getirilen farklı etkilerden dolayı önceden işgal edilmiş ve önceden yerleştirilmiş ya da düzenli ve sakin bir şekilde vb. olduğu için, tabiatın ışığım durduran ve bozan kendi bireysel mağarasına sahiptir” (Bacon, 2012: 127).

Çarşı-Pazar idolleri ise insanların karşılıklı temasları ve ilişkilerinden meydana gelen ve rasyonel düşünmelerinin önünde set olan unsurları içerir: “Ama kelimeler, çoğunluğun istediği gibi biçimlenmiştir ve zihin için şaşırtıcı bir engel olan kelimelerin kötü ve uygunsuz yapılanması da zihinde ortaya çıkar. Bilgili insanlar, kendilerini korumak için bazı örneklerde tam bir çare olan, tanımlamalar ve açıklamalar yapmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Kelimeler, her şeyi karışıklığa iterek insanlığı boş ve sayısız tartışmaya ve yanlışa sürüklediği için anlığı durmadan ve açıkça zorlarlar.” (Bacon, 2012:128) Tiyatro idolleri ise mağara idolleri gibi doğuştan olmayıp sonradan kazanılır ve bu bakımdan kültüreldir. Bu idoller daha çok büyük felsefe sistemlerinden gelir: “Tiyatro İdolleri, kendine özgü felsefe sistemlerinin çeşitli dogmalarından kaynaklanarak insan zihnini sarmış olan idoller olduğu gibi, kusurlu ispat kurallarından kaynaklanan insan zihnini sarmış olan idoller de vardır. İşte, bizim tiyatro idolleri olarak adlandırdıklarımız bunlardır” (Bacon, 2012: 128). John Dewey, Bacon’un düşünceyi engelleyen idollerini daha da günlük bir dile dökerken şu ifadelere başvurur. Bunlar: a) Genel olarak insanı hata yapmaya iten ve insanın yönelimleri ile ilgili engeller. Bu engeller insan doğasından gelir. b) insani ilişkiler ve dil, c) bireyin mizacı, d) zamanın ruhu (Dewey, 2022: 37-38).

Düşünmeyi engelleyen hususlarla ilgili soruşturmalara ikinci örnek olarak Gaston Bachelard’ın (1884-1962) bilimsel düşüncenin kendisinden kaynaklanan engellere yönelik tespitlerini sırlamak istiyoruz. Bilimsel Zihnin Oluşumu adlı eserinde Bachelard bilimsel zihni ve bunun önündeki engelleri kapsamlı bir soruşturmaya tabi tutuyor. Onun asıl yöneldiği husus ise bilimsel düşünceyi ve onun gelişimini engelleyen belli başlı “bilinçdışı” yönelimlerdir. Bu engelleri tek tek inceleyen Bachelard bunlarla başa çıkmak için ise epistemolojik bir “psikanaliz” önerisini teklif eder.  Bachelard’a göre bilim kavramsallaştırma çalışmalarıyla mümkün olduğundan kavramların sürekli diyalektikleştirilmesi gerekir.

Bachelard, bilimsel ilerlemenin altında yatan psikolojik koşulları “engel” terimiyle ortaya koyar. Söz konusu engel bir dışsal engel değildir. Bu engeller “inanılan” engellerdir. Çünkü zihnimizdeki bilgileri bir defada silip atmak olanaksızdır. Fakat bilgiye bir önceki bilgiye karşı çıkarak, iyi kurulmamış bilgileri yıkarak ulaşırız. Çünkü edinilmiş kanı üzerine hiçbir şey temellendirilemez. Dolayısıyla üstesinden gelinmesi gereken ilk engel de budur. Bunun için de bilimsel bir zihne ihtiyaç vardır. Bilimsel zihnin ayırt edici özelliği ise sorun görme yetisidir.  Bir zamanlar sağlıklı ve yararlı olmuş entelektüel alışkanlıklar, uzun vadede, araştırmayı engelleyip zihnimizi körleştirir. Bilinen fikirlerin sürekli kullanılması kullandıkça bir “değer” e dönüşür ve böylece zihin eylemsizleştirir (Bachelard, 2013: 24-25).

 Bachelard bilimsel bir zihnin oluşmasında karşılanan ve üstesinden gelinmesi gereken ilk engel edinilmiş kanıdır. Edinilmiş kanılar ilk deneyimden gelen ve eleştirinin üstüne yerleştirilmiş olandır (Bachelard, 2013, 35). İkinci olarak genelleme engelini sayan Bachelard için genellemeler bilmeyi mitoslarda arayan, kalabalıkları memnun etmeyi yeğleyen ve sahte bir öğretilerdir. Ona göre felsefenin tutumu da buna dahildir. Genel yasalar, aslında düşünceyi bloke ederler. Genel bir bilginin alelacele benimsenmesiyle oluşan durumları Bachelard pıhtılaşma olarak nitelendirir (Bachelard, 2013: 75-84). Tanıdık imgelerin usulsüzce genişletilmesini bilimsel düşüncenin önündeki sözel engel olarak gören Bahelard, bir kelime ile fenomenlerin açıklanamayacağını ifade eder (Bachelard, 2013: 97-108). Bilimsel bilginin engeli olarak pragmatik ve birlikçi bilgi de Bachelard için önemli bir engeldir. Konuların yüceltilip fenomenlere bir yetkinlik ideali vermek bu tutumun sonucudur.  Bilimsel bilginin önündeki engellerden bir diğer tözcü engeldir. Çok biçimli olan bu engel dağınık ve hatta en karşıt sezgilerin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur (Bachelard, 2013: 112-125). Canlıcı engel ise yaşamın büyülü bir sözcük olarak görülmesinden kaynaklanır. Bu bağlamda yaşama aşırı değer yüklenir (Bachelard, 2013: 193). Kesinlik ve nesnellik arayışı da önemli bir engel olup kesinlik çoğu zaman sayıların isyanından başka bir şey değildir (Bachelard, 2013: 264-266).

Düşünmenin engelleri açısından üçüncü örneğimiz ise yukarıda ifade edilenler bağlamında hatırlayabileceğimiz engellerdendir.  Bu engeller Ali Şeriati’nin (1933-1977) İnsanın Dört Zindanı’nda bahsettiği engellerdir. Şeriati için insanı insan yapan bazı özellikler vardır. İlk olarak insan öz varlığının bilincinde olan varlıktır. İkincisi, insan seçme yeteneği olan varlıktır. Üçüncü olarak insan yaratıcı özelliği olan bir varlıktır. Bu üç özellik insan için diğer tüm özelliklerine kaynaklık eder (Şeriati, 2005: 20-21.) Bu engeller ya da zorlayıcı güçler insanı öz bilincinden alıkoyan seçme ve yaratıcılık yeteneğini öldüren engellerdir. Şeriati’ye göre irade sahibi insanın özerkliğe kavuşmasının önündeki ilk engel ya da zindan Natüralizm engelidir. İnsan doğanın zindanından kurtarılmalıdır. İkinci zindan, zorlayıcı güç ya da engel tarihin baskıdır. Tarih zindanı olarak da ifade ettiği bu engelle Şeriati var olan her şeyi tarihin ürünü olarak görmeyi yadsır. Üçüncü zindan ya da engel toplumsal kurallara egemen düzenlerdir. Sosyolojizm olarak da ifade edilen bu husus toplum karşısında bireyi feda eden engeldir. Dördüncü engel ise en ağırı olan “kendim” engelidir (Şeriati, 2005: 40-52). İnsan diğer zindanlardan bilim ile kurtulabilir fakat son engelden kurtulamaz. İnsanın varlığını çevreleyen bu duvarlardan ya da tutsaklıklardan kurtulup özgür ben olduğunu algılayabilmesinin yolu aşk ile mümkündür. Çünkü Şeriati’ye göre aşk, insanı yaşamın üzerine kurulmuş olduğu çıkarların üstünde bir duruşla bir ülkü uğruna, feda üzerine kurulu bir yaşamı imler (Şeriati, 2005: 58-60).

Çalışmamızın ana temasını oluşturan Tozlu, düşünme sorunlarının temelinde kurumsallaşamama ve varoluş ile ahlaki bir ilişki kuramama sorunu olduğunu ileri sürer. Söz konusu tutumu ile Tozlu düşünme sorunları karşısında bilgelik temelli bir yaklaşım sergileyerek Bachelard ve Bacon ile farklılaşırken Şeriati ile benzer yaklaşım sergiler. Fakat deneyim alanın her anında var olan engellerin düşünme değer ilişkisine bağlı bir eğitimle giderilmesine odaklanması ve kökenlere bağlılık ile diğer hepsinden ayrışır. Bu bağlamda insanın görevini hakikate, değerlere ve geleneklere bağlı kalarak yaşamak olarak gören Tozlu’ya göre bunun grameri ise düşünme eğitiminden geçer. Söz konusu gramer aynı zamanda bir özgürlük ve şahsiyet inşasının esasıdır. Meseleyi bir zihniyet ve duyarlılık meselesi olarak da ele alan Tozlu hem zihniyet dönüşümü sağlamak için format atanlara hem de popüler yaklaşımların dezenformasyonuna karşı direniş olarak da görür. Bu doğrultuda düşünmeyi, zihnin işleyişini ve sağlam bilgiyi üretmeyi engelleyen hususların sürekli var olduğuna işaret eder. Tozlu söz konusu engelleri bunları “yerel ve küresel idoller” olarak niteler. Söz konusu bu idoller insanın düşünme yetisini tahrip eder. Düşünceyi sınırlayan ve engelleyen bu idoller bazen bir ideoloji ya da sitem olurken bazen de inanç, alışkanlıklar ve terbiye biçimleri olarak insanlığı karşılar. Oldukça kompleks bir yapı arz eden idoller insanın çocukluğundan itibaren yaşamının her safhasında karşısına çıkar. Çocuğun okulda gereksiz bir sükût davet edilmesinden başlamak üzere belirli korkular üzerinden oluşturulan bu idoller Tozlu’ya göre düşünme eğitimi bakımından öncelikle üzerinde durulması gereken hususlardır. İnsanın kendini ve düşüncelerini ifade etmesinin önünde engel olarak duran bu hususlar aynı zamanda kötü bir organizasyonla tüm yaşamı kilitlemektedir. Bu bağlamda eğitim kurumları başta olmak üzere organize edilen standartlarla yaratıcılık, orijinallik öldürülmekte ve adeta taassup ve itaat dikte edilmektedir. Fikirlere, hayata ve ahlaka getirilen “ölü standartlar” hayır diyemeyen, yorum yapmayan ve şahsiyet oluşumuna imkân vermeyen bir toplumun inşasına neden olmaktadır. Dolayısıyla düşünmenin olmadığı yerde şahsiyet ve dolayısıyla da insan olmamaktadır. İnsan zihnin çeşitli ahlaki endişeler adına yatıştırılması; kuşkunun hoş karşılanmaması, merakların bastırılması ve soruların sorulamaz hale gelmesi düşünme yetisinin baskılanmasına neden olmaktadır. Söz konusu engeller zaman zaman kültür ve gelenek tarafından çıkartılabildiği gibi zaman zamanda siyasal erk ya da devlet tarafından da çıkartılabilir. Tozlu için “düşünen varlık” olarak tanımlanan insan bu konuda engellediğinde hem özgürlüğünü kaybetme riski ile karşı karşıya kalmakta hem de düşünme yetisini kullanamaz hale gelmektedir. Hakeza, insanın ikinci tabiatı olarak yavaş yavaş gelişen ve kötü alışkanlıklara bağlı huyları düşünce köleliğine yol açmakta ve nihayetinde insanın yaratıcılığını öldürmekte, şuurunu yok etmektedir. İnsanın ikinci doğası olarak değerlendirilen kötü alışkanlıklar bağımlılık derecesine vardığında adeta insanı köleleştirmektedir. Tozlu’ya göre vazgeçmenin hiç de kolay olmadığı kötü alışkanlıklar kişiliği, şahsiyeti, benliği tahrip ettiği gibi değerleri yozlaştırmakta ve nihai anlamda düşünmeyi bloke etmektedir. Tozlu, her ne sebeple olursa olsun düşüncenin bloke edilmesini “insanın öldürülüşü” (Tozlu, 2014c: 12-15) ile aynı anlama geldiğini ileri sürer.

Yaşamı boyunca düşünme konusunda faal olan insan için bu süreç Tozlu için esasında bir “dinçleşme”, “farkındalık oluşturma” ve “sezgi kazanımı” dır. Düşünme aynı zamanda şahsiyet inşa etme ve var oluş ödevine sahip çıkmaktır. Gümümüz insanının her zamankinden daha çok düşünme konusunda ödevli olduğunu düşünen Tozlu için bu bağlamda pek çok husus soruşturmanın konusu olmalıdır. Dolayısıyla onun için düşünce insana kendini hatırlatan ve ondaki “kendilik” bilincini geliştiren bir faaliyettir (Taşdelen, 2019: 2976). Kendilik bilincine sahip insan yetişmesi için de öncelikle bağımsız düşünceye sahip olması gerekir. Söz konusu durumun en belirgin şartı eleştirel düşünmeye sahip olabilmektir. Yukarıda da ifade edildiği gibi güçlü benliklerin oluşması aynı zamanda güçlü, dinamik sosyal ve kültürel yapının da teminatıdır (Tozlu, 2014b:118).

Tozlu’nun düşünme konusundaki yaklaşımı, bir okul programı ya da müfredatının sınırlarına hapsedilen bir husus değildir. Düşünme topyekûn bir temellendirme, değerlendirme yapma ve işi bütün boyutlarıyla ele alma, ufuk açma işidir. Dolayısıyla derin bir felsefi kavrayışa bağlı benlik inşasını gerektirir. İdeolojiye boğulmuş, eleştiriden uzak felsefi temelleri olmayan eğitim sistemi düşünmenin önündeki en önemli engellerdendir. Yetiştirdiği nesli düşünmeye sevk etmeyen, çağla ilişkisini kuramayan, insana, topluma, devlete ilişkin yapı ve çıkarımları felsefenin eleğinden geçiremeyen sistem düşünme değil dönüştürme işi görür. Nihai anlamda da düşünme teknolojiye indirgenmiş olur (Tozlu, 2014b:146-147).

Meseleleri insanlık değerine gönderme yaparak ele alan Tozlu’nun düşünme ve ahlak eğitimi ile çalışmalarına da bakıldığında onun çabasının odağını insanlığın zihni ve zihniyeti üzerinde hegemonya kurmak isteyen güçlere karşı bir farkındalık oluşturmak ve bu doğrultuda düşünceyi bloke eden hususlara karşı mücadele vardır. Çünkü Tozlu için düşünme söz konusu yönlendirmeler karşısında kendi zihinsel bağımsızlık ve otantikliğini koruyabilmek, popüler ve egemen kavram ve görüşlerin rüzgarına kapılmadan kendi yolundan gitme becerisini gösterebilmesi be bu bağlamda onlara “hayır” diyebilme rüştüne ermesidir (Taşdelen, 2019: 2976). Tozlu için çağın moda kavramları tarafından iğdiş edilmiş zihinler adeta uyku ve baygınlık hâlindedirler. Küresel aktörler, ideolojiler ve felsefeler bireyin zihnini biçimlendirerek düşünme kapasitesini sekteye uğratmakta ve düşünmenin önünde yeni idoller ve önyargılar oluşturmaktadır. Söz konusu baygınlık hali ise kişiyi savunmasız bırakmakta ve dışarıdan gelebilecek etkilere açık hale getirmektedir (Tozlu, 2014c: 12).

Düşünme ve eğitimi için çağın ruhuna da dikkat çeken Tozlu için entelektüel duyarlılık açısından yaşadığımız çağ ile sağlıklı ve doğru irtibat oldukça önemlidir. Çünkü düşünmenin yöneldiği alan, halihazırda yaşanılan zamandır. Dolayısıyla çağdaş insanı ve onun çepeçevre kuşatılmış olduğunu fark etmeden doğru çözümler üretmek de mümkün değildir. Çünkü insanın içinde bulunmuş olduğu zihinsel, duygusal durum, düşünme eylemini bloke ettiği gibi düşünme yollarını da tayin edebilmektedir. Bu bağlamda Tozlu, şahsiyeti örseleyen, değerleri yok sayan unsurlar karşısında düşünme, felsefe ve değer eğitimini teklif eder. Ona göre düşünme eğitimi, bireyin varoluşunun anlamını, değerleri de içine alacak biçimde belirli ilişkiler ağında gerçekleşmelidir. Düşünme eğitimi de tahrif edilmemiş bir bilgilenme ile mümkün olabilir (Taşdelen, 2019: 2967-2978). Birey açısından bir uyanışa sebep olacak olan düşünme sayesinde birey kendisi olarak özgür ve özerk olabilmeyi öğrenir. Söz konusu durum birey açısından olduğu gibi toplum açısından da özgürleşmenin ve kendi olmanın yolunu açar. Böylece birey ve toplum egemen güçler ve paradigmalar tarafından üzerinde tasarrufta bulunulan bir nesne veya eşyaya dönüşmekten ve dolayısıyla düşünce köleliğinden kurtulmuş olur (Tozlu, 2014c: 12).

Düşünme eğitimini aynı zamanda bir anlamlandırma eğitimi olarak ortaya koyan Tozlu’ya göre düşünceyi oluşturan unsurlar arasında duyular önemli yer tutar. Duyularla varlığı adet içimize çektiğimizi ve onu temellük ettiğimiz ifade eden Tozlu’ya göre bu doğrultuda varlığı yeniden kurmuş oluruz. Dolayısıyla bilgi ve değer duyularımla gelen ve bizim yönelimlerimiz ve bilinç akışımızın oluşturduğu mekanizma ile oluşur. Böylece her kişinin kendi varlık deneyimi onun düşünmesine özerklik ve farklılık katar. Dolayısıyla düşünme eğitimi algılarımızdan kaynaklı içerikleri bilgi ve yoruma dönüştürme açısından büyük önem taşır. Zihin akışını da belirleyen bu süreç anlamların oluşmasına da vesile olur. Tozlu bu bağlamda yapılacak eğitimin, felsefi kavrayış ve ahlakiliği önceleyen bir yapıda olması gerektiğini savunur. Ona göre zihnin gramerini belirleyecek düşünme eğitimi ile birlikte verilecek olan eğitim de ideolojik içerikten, yönlendirme ve baskılardan uzak olup şahsiyetin inşasını önceleyip ahlaki idealin tamamlayıcısı olarak yapılmalıdır.

Ahlaki İdeale Dayalı Düşünme ve Eğitim

Mevcut Batı menşeli eğitim paradigmasının tek yönlü olduğuna işaret eden Tozlu’ya göre eğitim öncelikle total insana dayanmalı ve onu bütünlüğü içerisinde kucaklayarak fıtratını çarpıtmamalıdır (Tozlu, 2014a: 986). Nasıl bir eğitim verileceği, nasıl ele alınıp anlam yükleneceği meselesi ise ulaşılmak istenen amaçlarla doğrudan ilişkili olduğunu savunan Tozlu, bu bağlamda eğitim tarihinde konunun farklı şekillerde ele alındığını vurgular. O, mevcut olan farklılıkların ana nedeninin hakikat anlayışı ve kültürlerin yönelimlerinde aranması gerektiğini ifade eder. Yönelimler ise öncelikle tasavvur işidir (Tozlu, 2014b: 208). Bireyler sahip oldukları dünya tasavvuru sayesinde yönelimleri ile kendilerinden başlamak üzere diğer varlıklarla münasebetlerini şekillendirirler. Tozlu’ya göre bu şekilde hem bilgiyi hem de ona dayalı dünyayı ve nihayetinde felsefeyi inşa ederiz (Tozlu, 2014b:209). Tasavvurumuzun genişliği ve ufku, felsefe yapma biçimimizi belirlerken, felsefi tutumun gereği olan eleştiri de düşüncelerimizin zeminini sağlamlaştırır. Özgün bir tasavvura sahip olmamak, kendi kültürüme arkasını dönüp başka kültürlerin tasavvuru üzerine felsefe yapmak ise kavram oluşturmamızı engellediği için özgün düşüncelere ulaşmamıza da imkân vermez (Tozlu, 2014b: 205). Tozlu, kavram oluşturmanın ailede başlayan eğitim süreci ile başladığını ifade ederek söz konusu eğitimin, insanın doğasına göre şekillenmesi, kişiye özgür ve eleştirel düşünebilme yeteneği kazandırabilmesi ve aynı zamanda kültürün gereklerine uygun olarak yapılmasını gerekli görür. Tozlu bütün kültürlerin kendine has bir kavrayış ile varoluşu açıklamaya dair güçlü bir düşünce usulü kazandırdığını ileri sürer. Bunun için dilin dağarcığının geniş olmasının düşüncenin zenginliğini beraberinde getireceğini ileri süren Tozlu’ya göre kendi tasavvurumuz ve kavramlarımızı kullandığımız dil hayati öneme sahiptir. Tozlu, güçlü bir dili ve bu dille biriktirilmiş düşünce yapılarının oluşturulmadığı toplumlarda felsefe inşa etmenin pek kolay olmadığını ifade eder. Dil, sadece olgular ve olaylar arasındaki sebep sonuç ilişkisini değil o kültürün zihin kodlarını da yansıtır, anlam haritalarını örer. Tozlu’ya göre felsefe inşa etme konusunda güçlü bir dile sahip olmanın yanı sıra içerisinde yaşanılan kültür de son derece hayati öneme sahiptir. Oldukça antropolojik bir yaklaşım sergileyen Tozlu, çevredeki malzemenin insanın soyut düşünme gücünü doğrudan etkilediğini savunur (Tozlu, 2014b:210). Bu bağlamda dil ve varlık dünyasının sınırlarını çizer. Dilin sınırları insanı diğer insanlardan ayırdığı gibi kendi benliği ve varlığını inşa edebilmesine olanak verir. Söz konusu durumu kültürün özgünlüğü olarak ifade eden Tozlu kültürün tıpkı dilde olduğu gibi bireylerde sürekli olarak etkileşimi zorunlu kıldığını ileri sürer. Bundan dolayıdır ki özgün bir felsefenin ya da düşüncenin oluşması var olduğu kültürün değerlerini temsiline bağlıdır. Diğer kültür ve düşünce türlerini yok saymadan onlarla etkileşime açık olup onların ufuklarına da açılmak gerekir. Söz konusu durum kendi kültürümüze bağlı felsefe yapmamıza engel teşkil etmez. Tozlu, son yüzyılda felsefenin mahkûm edildiği mantıkçı pozitivizmin yerine din, bilim ve sanatın sıcak ilişkilerine bağlı bir felsefi sistemi ikame etmenin gerekliliğini dile getirir. Bu doğrultuda Cumhuriyet döneminin ilk dönemini kapsayan mesafeli duruşu eleştirerek ülkemizdeki felsefecilerin/ düşünülerin söz konusu anlamda sorumluluk alması gerektiğine inanır (Işık, 2019: 26-29).

Tozlu hemen hemen bütün araştırmalarında düşünme ve eğitim sorunlarına yönelmiş felsefesini de sorun çözme yöntemi olarak kullanmaya odaklamıştır. Bu durum Tozlu’nun hem kendi düşünme geleneğimizi sürdürme hem de modern medeniyetin ürettiği ve dünyayı büyük ölçüde biçimlendiren sorunlar karşısında daha kuramsal çözüm arayışını yansıtır. Tozlu için düşünme, düşünme eğitimi ve eğitim meselesi bahsedilen durumun en iyi örneği temsil eder. Ona göre eğitim kelimesi genellikle sihirli bir değnek gibi algılanmakla fakat düşünsel olarak kuramsal temellerinden koparıldığı için insan ve medeniyet anlayışından ayrı kendi başına bir mesele olarak ele alınmaktadır. Tozlu eğitimin, felsefi kavrayış ve ahlakiliği önceleyen bir yapıda olması gerektiğini savunur. Dolayısıyla eğitim ideolojik içerikten, yönlendirme ve baskılardan, insanı kendi olmaktan alıkoyan her türlü anlayıştan uzak olarak yapılmalıdır (Tozlu, 2014b:545). Tozlu, içerisinde yaşadığımız yüzyılın ahlaki duyarlılıklar yerine kavmiyetçiliğin ve ötekileştirmenin oluşturduğu paradigmalar tarafından inşa edildiğini ve bütün insanlığın bakışı söz konusu çerçeveye sığdırılmaya çalışıldığını ileri sürer. Kendisi karşısında “başkası”nı ötekileştiren bu yeni felsefi kavrayış özellikle de eğitim kurumları vasıtasıyla yaygınlaştırılmıştır. Söz konusu durum yaşadığımız çoğu problemin de dayanak noktasını oluşturmuştur (Tozlu, 2009:21).

Tozlu, Türkiye söz konusu olduğunda eğitim için hatalı iki yaklaşımı öne çıkarır. Birincisi devletin politik yaklaşımı, ikincisi ise aydınların stratejik yaklaşımı. Tozlu’ya göre ülkemizde özellikle Cumhuriyet dönemi ile ivme kazanan modernleşme süreçleri eğitim konusunu da şekillendirmiş ve bu bağlamda okullara önemli bir konum kazandırmıştır. Tozlu söz konusu bakış açısının, bir idealin tamamlayıcı olması gereken okullara (İnce, 2019:75) insanı ve toplumu topyekûn değiştirme ve sanayi toplumu düzenine dönüştürme misyonu yüklediğini ileri sürer (Tozlu, 2003b:232). Her ne kadar söz konusu durum zorunlu bir ihtiyacı da gidermiş olsa da bu politik dönüşüm süreci beraberinde okul ve eğitime devletin ideolojisini taşıma görevi verdiğinden eğitimle birlikte geleneksel olarak sahip olunan değerler, dil, inançlar ve bunlarla oluşan hayatın dokusu sarsılmış, dün ile bugün arasından süreklilik sağlanamamıştır (Tozlu, 2003b:233). Tozlu’ya göre ikinci hatalı yaklaşım ise aydınların tutumudur. Tozlu, Türk aydınının çoğunun farkına varamadığı hususun eğitim meselesini düşünme meselesinden ayrı olarak sadece bir “strateji” meselesi olarak görüp bütünle ilişkiyi kuramamaları olduğunu ifade eder. Bütünden kopma nihai anlamda aydın-halk ayrışmasını beraberinde getirdiği gibi toplumsal krizlere de yol açmıştır.  Tozlu’ya göre topluma ve bireye öncelikli olarak milli değerler çerçevesinde fakat değişen dünyanın nitelikleri ve ihtiyaçlarını da ıskalamadan öncülük etmesi gereken eğitim kurumları olan üniversiteler de yukarıda ifade edilen yaklaşımlardan nasibini almış kendilerinden doğal olarak beklenen hem epistemolojik ve ontolojik hem de etik yönlerden bir mihenk taşı olma görevlerini hakkıyla yerine getirememişlerdir. Üniversiteler hem politik hem de baskın olan pozitivist paradigmanın taşıyıcısı olmaktan kurtulamamışlardır (Tozlu, 2016: 497).

Eğitim meselesi strateji meselesi olmaktan öte ahlaki temele dayalı düşünme meselesidir. Tozlu, eğitimin derin düşünme ve felsefi kavrayıştan nasibini almamasının en önemli nedeni olarak imparatorluğu kaybetmenin getirdiği travma ve buna bağlı sonuçlar olduğunu ileri sürer. Çünkü imparatorluk kaybedilince Batılı bilgi ve güce boyun eğilmiş ve Batı da söz konusu gücünü eğitim üzerinden pekiştirmiştir. Her ne hikmetse özünde dönüştürücü, otoriter ve sınıfsal olan modern eğitim özgürlükçü biçimde takdim edilmiştir. Bunun farkında olmayan/olamayan Türk aydını meseleyi strateji meselesi olarak görüp yüzeysel biçimde okumuş, felsefi kavrayışa dayalı bir düşünce bazında meseleye yaklaşamamıştır (Tozlu, 2005: 142-143). Modernleşme süreçlerinde Batılı bir zihniyet olarak gerçekleşen düşünme aynı zamanda yabancılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Tozlu’ya göre söz konusu yabancılaşma aynı zamanda insanın emniyet hissinden mahrum kalmasına, özgüvenini ve son aşamada ise kimliğini yitirmesine yol açma tehlikesini beraberinde getirmiştir. Oysa devlet, aile ve çevre üçlüsü eğitim konusunda birlikte hareket ettiğinde özgüven kazanılabileceği gibi benliklerin daha güvenli, özgür ve özgün inşasının da önü açılmış olur. Aksi taktirde oluşan kısırdöngüde anlam da buharlaşır, kimlikler hayatiyet bulamaz (Tozlu, 2003b:247).

Tozlu, kendi değerlerimize ve çağın ruhuna uygun, onula irtibatlı bir eğitimin aynı zamanda halihazırda yaşanılan zamana yönelik olması ile mümkün olabileceğini savunur. Ona göre eğitim, siyasi bir mesele ya da strateji konusu olmaktan öte bireyin varoluşunun anlamını, ahlakın öncelediği ilişkiler ağında gerçekleştirecek şekilde olmalıdır.  Bu amaçla Tozlu insanı önceleyen bir düşünceyi inşa etmeyi amaçlar. Tozlu, geçmişten günümüze çağlar boyunca insanın gerek ideolojik ve gerekse politik gerekçelerle farklı şekillerde tanımlanmasına bağlı olarak en hayati özelliğini yani insaniliğini kaybettiğini ileri sürer. Tozlu’ya göre söz konusu durumun hem dünyada hem de ülkemizde de kendisini fazlasıyla hissettirmiş ve maalesef insanı politik ve bilimsel usullerle üzerinde operasyon yapılan obje konumuna indirgenmesine yol açmış ve bu durum insanın kendisinden uzaklaşmasına ve yabancılaşmasına yol açmıştır (Tozlu, 2012:63).

Sonuç

Düşünmeyi arayışın kendisi olarak gören Tozlu insanı önceleyen bir düşünce inşacısı olarak görülmelidir. Onun bütün felsefi görüşlerini bu minvalde değerlendirmek mümkündür. Düşünmeyi değerlerin belirleniminde inşa etmeye çalışan Tozlu bunu gerçekleştirmek için de eğitime büyük önem verir. Hâkim düşünce paradigmalarının ürettiği egoist insan karşı aşkı, ideali, adaleti ve duyarlılığı çoğaltan bir insan modeli için çaba gösteren Tozlu bütünlükçü bir yaklaşımla Tevhit ilkesine bağlı insan yetiştirmeyi arzular. Bu doğrultuda o, insanın çağdaki konumu üzerine odaklanan, neyi niçin düşünmesi, yapması ve öğrenmesi gerektiğine dair bir felsefeyi benimser.

Tozlu, düşünebilen insanın hem kendini hem de başka dünyaları okumasını bildiğini ileri sürer. Düşünmeyi kaybeden kendini de kaybeder. Bu bağlamda o, kendi insan, toplum ve medeniyet tasavvurlarına uygun özgün bir düşünce ortaya koymayı hedefler. Düşünmeyi “varlık içinde yer bulmak” olarak niteleyen Tozlu, ayağımızı bastığımız mekân ve baktığımız ufuk ile doğrudan bağlantılı bir düşünmeyi teklif eder. Kapsayıcı, aşkın, sorgulayıcı, hayatilik ve evrensellik ya da tevhit olmak üzere beş temel özelliği olan düşünme, bütüne, tümüyle insanî olana yöneliktir. Bu ilkelerin hepsi insanı diğer varlıklardan ayıran idealist bir varlık olmasıyla ilişkilidir. Belirli aşamalara bağlı olan düşünmenin nihai amacı ise özgürleşmektir. Özgürleşmenin ön koşulu ise zihinsel ve ruhsal özerliktir. Bunun için Tozlu, çoğulcu bir yöntem ile hareket edilerek düşünceyi bloke eden hususlardan kaçınılması gerektiğini savunur. Bunlar zihnin işleyişini engelleyen yerel ve küresel idoller olabilmektedir. Söz konusu engeller zaman zaman kültür ve gelenek tarafından çıkartılabildiği gibi zaman zamanda siyasal erk ya da aydınlar tarafından da çıkartılabilmektedir. Tozlu’ya göre bu idoller bazen bir ideoloji ya da sitem bazen de inanç, alışkanlıklar, eğitim ve terbiye biçimleri de olabilmektedir. Bazen davet edilen gereksiz bir sükût bezen korku olarak karşılaşılan bu engeller yaratıcılığı öldürmekte ve aslında yaşamı dondurmaktadır. Bu engeller öncelikle insanın düşünme yetisini bozmaktadır. Fikirlere, hayata “ölü standartlar” getiren engeller, hayır diyemeyen, yorum yapmayan ve şahsiyet oluşumuna imkân vermeyen bir sisteme neden olmakta, düşünme yetisini kullanamaz hale getirmektedir.

Yukarıda bahsedilen sorunları aşabilmek için çağın ruhuna uygun ve onula irtibatlı bir düşünme ve buna bağlı eğitim verilmesi gerektiğini ifade eden Tozlu için düşünmenin yöneldiği alan, halihazırda yaşanılan zamandır. Ona göre düşünme bireyin varoluşunun anlamına odaklanmalıdır. Bu bağlamda belirli bir strateji ya da politik belirlenimden ziyade ahlaki amaçların yörüngesinde olmalıdır. Birey açısından bir uyanışa ve bunun sonucu özgürlüğe sebep olacak olan düşünme aynı zamanda egemen güçler ve paradigmalar tarafından insanın bir nesne ya da eşyaya dönüşmesine de engel olacak ve onu düşünce köleliğinden ya da bayiliğinden kurtaracaktır. Sonuç olarak Tozlu’nun çerçevesini çizdiği düşünme ve buna bağlı sorunları ile ilgili tespitleri büyük önem sahiptir. Fakat çözüm önerilerinin soyut öneri olmaktan çıkıp neyi içerdiğine ve nasıllığına dair tatmin edici bir yapılandırma ve teklifi içerdiğini ifade etmememiz zor görünmektedir. Kısmen düşünsel yasalara vurgu yapsa da onun temellendirmelerinin daha çok ideolojik ve ahlaki kaygılar ve kendilik bilinci konusuna dikkat çekmeye yönelik son derece önemli bir uyarı ve kendinden sonrakiler için kıymetli bir ufuk olarak görülebilir.

Kaynakça

Bachelard, G. (2013). Bilimsel Zihnin Oluşumu. çev. Alp Tümertekin. İstanbul: İthaki Yayınları,

Bacon, F.  (2012). Novum Organum. çev. Sema Önal. İstanbul: Say Yayınları.

Dewey, J. (2022). Nasıl Düşünürüz? Ankara: Fol Yayınları.

Heidegger, M. (2003). The End of Philosophy. trans. Joan Stambaugh. United States of America: University of Chicago Press.

İnce, T. (2019). Necmettin Tozlu’nun Eğitim Felsefesi (Yüksek Lisans Tezi), Malatya: İnönü Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.

Şeriati, A. (2005). İnsanın Dört Zindanı. İstanbul: İşaret Yayınları.

Taşdelen, V. (2019). “Necmettin Tozlu’nun Eserlerinde Düşünce, Değer ve Otantisite”. Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi 8/3, 2967-2978.

Tozlu, N. (1995). Bilim ve Geleceğimiz. Felsefe Dünyası 18 (1995), 18-26.

Tozlu, N. (2003a). Eğitim Felsefesi Üzerine Makaleler. Ankara: Elis Yayınları.

Tozlu, N. (2003b). İnsandan Devlete Eğitim. (1). Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.

Tozlu, N. (2005). “Necmettin Tozlu ile Eğitim Meselelerimiz Üzerine”. Muhafazakar Düşünce Dergisi 2/6, 141-154.

Tozlu, N. (2009). Duyarlılık Eğitimi. Türk Yurdu Dergisi, 29.

Tozlu, N. (2012). İnsan ve Toplum Gerçeği Yahut Eğitimin Felsefi İnşası. Bilge Adamlar,

(28), 62-70.

Tozlu, N. (2014a). “Eğitime Felsefi Antropolojik Bakış: Nasıl Bir İnsan?”, MEB 1. Eğitim Kongresi, 21. Yüzyılda Bir Eğitim Felsefesi Oluşturmak ve Özel Okullar, Eğitim Kongresi, Antalya, 28-30 Kasım, (143-162).

Tozlu, N.(2014b). Felsefeden Eğitime I. Eğitim Felsefesi Üzerine Yazılar. Bayburt: Bayburt Üniversitesi Yayınları.

Tozlu, N. (2014c). Felsefeden Eğitime II. Eğitim Felsefesi Üzerine Yazılar. Bayburt: Bayburt Üniversitesi.

Tozlu, N. (2016). Üniversitenin Mesuliyeti. Bayburt Üniversitesi Yayınları, 1 (18), 497-510

Türer, C. (2010). “Modernliğin Yöntem Tiranlığı”. Eskiyeni 17. 5-10

TYB Akademi 39 / Eylül 2023

 
Bu haber toplam 1748 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim