Tarık Buğra, Oğlumuz

Tarık Buğra, Oğlumuz
Oğlumuz

Karım, güneş belirmeye başlayan pencerenin önünde oturuyordu. Bütün geceyi orada geçirmişti.

“Sen hâlâ yatmayacak mısın?” dedim.

Doğruldu. Kül rengi pencerenin önünde sadece bir gölgeden ibaretti. Fakat bu gölgede beraber geçirdiğimiz yirmi küsur yılın her gününden bir şey vardı.

“Ezan okunuyor” diye mırıldandı.

Sesi bana hüzün verdi. Odamız bu dünyada, duyguların erişemeyeceği kadar ötede gibiydi ve karım, Kur’anla vaadedilen saadetini, sanki asırlardan beri beyhude yere bekliyordu.

Hareketlerinde ve yürüyüşünde kabul edilmiş bir mağlûbiyetin hazin sükûneti vardı. Mutfağa geçti. Onu sanki rüyada görüyordum: Mangala ve semavere kömür koydu; abdest aldı, sonra seccadesini sofaya sererek namaza durdu.

Pencere iyiden iyiye aydınlanmıştı.

Renksiz, sessiz ve serin kuşluk vakti: Yatağın ılıklığı, belirsiz duygular, düşünceden kaçış. Dalmışım.

“Yahu…”

“Ne var?”

“Geldi…”

“İyi ya işte…”

Fakat mesele bu değildi: Karım beni kayıtsız buluyor ve üzülüyordu:

“Bir şey söylemeyecek misin; bu üçüncü oluyor… Ha yahu: Ne yapacağız?”

Devamı: http://www.izdiham.com/tarik-bugra-oglumuz/

Bu haber toplam 26252 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim